29 Eylül 2013 Pazar

AHİ AHLAKI


27.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Sadece bizim değil, bütün dünyanın ihtiyacı olan bir ahlaktır. Esnaf ahlakı, düzenin ya da yozlaşmanın ateşleyicisidir. Varsa toplumda düzen olur, yoksa vicdanı emanete bırakır herkes; altta kalanın canı çıkar. Oysa Ahilikte ve geleneğimizde, önce vicdanı kendisine gözcü koyar esnaf. Düşünce bizim, birlik bizim. Bu ahlaka sahip çıkmak da yine memleket olarak bize, hem düşüncenin en iyi uygulandığı yer hem ülkenin başkenti olarak da Ankara’ya düşer.



Ahilik mırıldanması

Oysa Ahilik Haftası kutlanıyor ama Ankara, bu konuda da en sessizlerinden bir çıktı ülkenin. Yozlaşmanın dibe vurduğu İstanbul’da bile gazetelere, televizyonlara haber olacak kutlamalar, yürüyüşler yapıldı, bir Ahi Cumhuriyeti kurmuş geçmişiyle Ankara, yine mırıldanıyor kendi kendine. Mezarlıkları, türbeleri, adı ‘Ahi’ ile başlayan yüzlerce ileri geleniyle dolu kentin. Eski Ankara’nın birçok cami ve mescidinin adı ‘Ahi’ ile başlıyor. Hala eşraftan esnafın çoğu, sessizce bu ahlakın terbiyesine uygun ticaret ve komşuluk yapıyor. Bayrağı alıp, öne çıkacağına Ankara, mırıldanıyor.



30 yıl öncesine gelebildi

Ahilik, 1200’lerden 1900’lere kadar yaklaşık 700 yıl sürmüş, esnaf ve sanatkar birliklerinin örgütlenme ve iş yapma biçimidir. İmparatorluk topraklarında, köylere kadar yayılacak bir örgütlenmeyi başarmıştır. Ülkenin bir köyünde bile kazık atsanız, kalanında da bitermiş ticaret hayatınız. Uyanık yabancı tüccarlardan, geldiği gibi gidenler çok olmuş. 700 yıl dedik ama aslında şu Ankara Kalesi’nde, Atpazarı’nda, Samanpazarı’nda, daha 30 yıl öncesine kadar, adına “Ahilik” demeden sürüyormuş gelenek; “Ben siftahımı yaptım, buyurun komşum da aynısını satıyor, o siftah etsin” diyormuş esnaf. Arada derede birkaç tane kalmış bu kumaştan esnaf, bazen denk geliyorum şansına. Alışveriş yapmasam “Merhaba” demeye, hal hatır sormaya uğruyorum.



Önce usta olacaksınız

Ahilikte esnaf olmak için önce usta olacaksınız. Usta olmak için önce yamak, sonra çırak ondan sonra da kalfa olacaksınız. Ustanız, kendi ayakları üzerinde durana hatta kendi dükkanınızı açana kadar desteğiniz, koruyucunuz olur. Ustalığı, ustaların sınavından geçerek, o işin bütün ustalarının huzurunda alacaksınız. Dayanışma ve yardımlaşma zincirinde, bir halka olmuşsunuzdur artık; ne sizin ne ailenizin ne de toplumun sırtı yere gelir bundan sonra.



Ülkedeki tek örnek Ankara

Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılışı ile hemen kurulamamıştır Osmanlı İmparatorluğu. 40-50 yıl bir sendeleme yaşamış, ülke yönetiminde boşluklar olmuştur. İşte kimine göre 40-50, kimine göre 10 yıl süren Ahi Cumhuriyeti, bu dönemde kurulmuştur Ankara’da. Bu dayanışma ve yardımlaşma ayakta tutmuş, kendi kendini yönetmiştir Ankara. Aslında iş ve çalışma ahlakını düzenlemek üzere kurulmuş ama toplumu ayakta tutacak bir yapıya dönüşmüştür Ahilik. Yani ahlaklı esnaf, dürüstlüğü, cömertliği, görgüsü, cesareti ve konukseverliğiyle Ankara’yı korumuş, halkı bir arada tutmuştur. Birlik, aynı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda olduğu gibi, kurtlar sofrasında parçalanmaktan korumuştur milleti.


Esnaf dediğiniz, ekonomi demektir. Ahlaklısı, bir devleti, son hücresinden bile yeniden ayağa kaldırabiliyormuş. Kutlamakla kalmamalı, önce usta çırak ilişkisini yeniden kurmalı, geleneği ve terbiyesiyle esnaf ahlakını yeniden geri kazanmaya çalışmalıyız. Paranın damladığı yerde, vicdan kör olmamalı.

25 Eylül 2013 Çarşamba

ARKASINDAN GELİNEN ŞEHİR


24.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Yaz rehavetiyle şekerlemeye dalan Ankara gündemi, Eylül ayıyla beraber uyanışa geçti. Bir şehir de insanlar gibi tatil yapar sanki, sorunlarını tatil sonrasına ertelermiş türü bir hal. Turist mevsimi bitince fark ettik Kale’deki tozlu yolları, bitmeyen altyapı nedeniyle kesilen elektrikleri, patlayan su borularını. Geldi, gelmemek üzere gitti turist. ODTÜ Ormanı’ndan geçirilecek yola çare bulmak için yazın geçmesini bekledik. Yazın tatile giren ortak aklımız, Saraçoğlu Mahallesi’nde de Eylül’ün gelmesini bekledi. Ankara sanayisinin sorunları, daha kaç Eylül görecek bakalım. Atatürk Orman Çiftliği, yaz kış karamsar; paçayı kaptırdı bir kere. “Kentsel Dönüşüm dışında, kaç ay daha kaybetti Ankara?” dedirten bir rehavet.

İzlenmeyen Ankara
Ankara’nın tüm ilçelerini gezdik, gözlemlerimizi sizlerle paylaştık. Bu ilçelerde, hangi partiden olduğu fark etmeksizin, belediyelerin Ankara basınını ne kadar takip ettiğini de gözlemleme fırsatı bulduk. Partisi fark etmiyor; az sayıda belediyenin dikkatle takip ettiğini ancak çoğunun Ankara basınında işine geleni izlediğini gördük. Bazen canhıraş derdini paylaştığımız ilçelerin, paylaştığımızdan habersiz olduğuna şahit olduk. “Biz görevimizi yapalım, kendileri bilir” dedik. “Ankara, başkent olabilme şansını yaşamış ancak belki de en büyük şansızlığına dönüşmüştür başkentliliği” diye geçirdik aklımızdan. Ne vekilleri ne yerel yöneticileri ne de Ankaralılar, bu şehrin sesine kulak kabartıyor. Bırakmışlar kendi haline, herşey günlük.

Bir soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na bir soru önergesi verildi, çok içime dokundu. Önergeyi veren CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu. İstanbul Milletvekili. Şunları sormuş:
Başbakanlık Hizmet Binası’nın inşa edilmesi için 1’inci derece SİT alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’nin, 3’üncü derece SİT alanına düşürüldüğü doğru mudur?
Atatürk Orman Çiftliği’nde, tarihi çekirdek alanın SİT alanı statüsünün, hükümetiniz tarafından kaldırılmak istendiği doğru mudur?
Başbakanlık Hizmet Binası girişinin, Devlet Mezarlığı Tören Yolu ile karşı karşıya olması nedeniyle sizin hizmet binasına girerken Devlet Mezarlığı girişini görmek istemediğinizi belirttiğiniz için imar planında tören yolunun kapatılması değişikliğine gidildiği doğru mudur?
Başbakanlık Hizmet Binası inşası için imar planında yapılan değişiklik için Milli Savunma Bakanlığı’ndan görüş alınmadığı ve plan değişikliğinin ‘oldu-bitti mantığı’yla Milli Savunma Bakanlığı’na sunulduğu doğru mudur?
Atatürk Orman Çiftliği arazisi içinde yer alan, halka açık olan, 536 bin metrekarelik alana yayılan ve Devlet Mezarlığı’nın ve 356 bin metrekarelik yeşil alanın yeni inşa edilecek Başbakanlık Hizmet Binası ile birlikte halkın rahatça dolaşamayacağı bir alan haline getirildiği doğru mudur?

Ama çok gecikmiş bir önerge
Sayın Tanrıkulu, 11 Ağustos 2011’de, ‘Çiftlikle Vedalaşın’ demiştik biz. Son ana kadar izledik, SİT Alanı’nın 1’inci dereceden 3’üncü dereceye düşürülüşünü de Milliyet Ankara Gazetesi’den öğrendi Ankaralılar. Bu soru önergesini, inşa edilen Başbakanlık binası ve otobanvari yolların son halini görmeden verdiğiniz izlenimi ediniyoruz. Partinizin, il ve ilçe örgütleri var, zamanında bilgilendirilmediğinizi anlıyoruz. O devasa bina ve yollar bitmek üzere sayın Tanrıkulu, bütün Ankara yöneticileri ve her partiden  Ankaralılar, sessizce izledi olan biteni. Ne kadar gecikmiş bir soru önergesi verdiğinizi, anlatamam size. İstanbul vekilliğinizi, özür kabul edebiliriz belki. 

Hep bunu demeye çalışıyorum işte; Ankara, Ankaralılar,   yöneticileri ve maalesef vekilleri tarafından, arkasından gelinen bir şehir, önünden gidilen değil.

KARGAŞA KALESİ


20.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Üçüncü yazını da bitirdi, kargaşası bitmiyor. Üçüncü yazdır gelen turisti, geldiğine pişman ediyoruz. Pişman olanlara, hoş bir hafta sonu geçirmek isteyen Ankaralılar da dahil. “Ne yapalım?” diye soranlara Kale’yi, Hacı Bayram’ı, Hamamönü’nü öneriyorum ama Kale’yi gören şaşkınlığını ve şikayetini paylaşmadan edemiyor. 3 yıldır toz toprağı bitmedi. Altyapı çalışmaları uzadıkça uzadı. Altyapı bitmeden başlayan, önlem alınmadan gelişigüzel yapılan bina tadilatları, patlayan su boruları, kopan elektrik kabloları, önce mahalle sakinleri ve esnafın, sonra ziyaretçilerin burnundan getirdi. Getirmeye de  devam ediyor. Bu plansızlığın devamı halindeyse Ankara Kalesi’nin adını değiştirmek gerekiyor; “Kargaşa Kalesi” diyelim olsun bitsin. Gitmek isteyen, daha adını duyunca  nereye gideceğini bilir böylece.



“Kale, aynı Kale” dedirtmeyin
Köşemizi takip edenler, neredeyse 3 buçuk yıldır Kale’yi yakından takip ettiğimizi de biliyor. Laf olsun diye değil, Ankara’nın üzerine oturduğu hazine sandığını bir an önce keşfetmesi gerektiğine inandığımız için Kale’nin üzerinde gözümüz. Aynı biçimde Hamamönü’nün, Hacı Bayram’ın da üzerinde. Daha Yahudi Mahallesi, İsmetpaşa, Bentderesi, Kayabaşı, Anafartalar, Gar’a kadar uzanan tarihi güzergah sırada. Termal, sağlık, eğitim, doğa turizmlerine yönelik planlar var ama Ankara’da turizmi, bu bölgelerin düzenlenmesi başlatacak. Turizmin kilidi, başta Kale olmak üzere, bu bölgedir. O yüzden üçüncü yıldır Kale sokaklarında yeni bir gelişme göremeyip, toz toprakla karşılaşan ziyaretçileri, daha dikkatle düşünmeliyiz. “Kale, aynı Kale” dedirtmemek lazım. Bu arada 3 yıl aynı kazılmış sokağı kapatamayana da yan gözle bakarlar.



Plansız ve önlemsiz yürüyor
Kale’deki altyapı çalışmaları geciktiği gibi bir de kargaşa içinde yürüyor. Sokakları sözde trafiğe kapalı ama yayaları yıldıracak sıklıklıkta, vızır vızır işliyor arabalar, inşaat kamyonetleri. Tabii ki eğer bundan sonra eski Ankara evlerinde onarımlar ve düzenlemeler yapılacaksa inşaat olacak. Ama boş arazide yapmıyorsunuz ki inşaatı. Hem yerleşim hem ticaret hem turistik tesisler var çevrede. Planlayacaksınız, güvenlik ve temizlik önlemlerini alacaksınız. Bundan sonra belki 10 yıla yayılacak bu çalışmalar, iş, turizm ve inşaat bir arada yürüyecek. Denetleyeceksiniz. Tadilatını yapan, Kale’nin sahibi olmayacak.


Kale’nin sahibi olmuyorsunuz
Geçtiğimiz hafta editörüz Ömür Ünver’in haberindeki fotoğrafa bakıyorum. Bina tadilatı bitmiş, Kale Kapısı’nın tam girişindeki duvarın üzerine, 'Bursa Evi' diye kocaman tabelayı çakmışlar. Ankara’da, hem de simgesi Kale’de, Ankara Kalesi yazsa kızar insan, ‘Bursa Evi’ni dikmiş bayrak gibi. Oh bir de direkleri çakıp, arasını camla çevirip, seyir terası da yapmışlar mı Kale duvarına? Tarihi eser değil, Gölbaşı iskelesi sanki. Sonra arkadaşımızın haberi üzerine belediye görevlileri kaldırdı tabelayı. Bu cesareti ya da  denetimsizliği kutlayamayacağımıza göre, eleştiriyoruz. Bu arada o binanın içinde asansör olduğu geldi kulağımıza, tarihteki ilk asansör Ankara Kalesi’ndeymiş demek. Yeni yapmamışlardır herhalde, eskisini onarmışlardır mutlaka!


Kale’de, bir şeyler oluyor ama iyi mi oluyor daha kötüye mi gidiyor, tam kestiremiyoruz şimdilik. Plansızlık, başıboşluk ve denetimsizlik ürkütüyor çünkü. Kale için “Hazine sandığı Ankara’nın” diyoruz ama kıymet bilmeyene, konserve kutusu, teneke görünüyor anlaşılan.

18 Eylül 2013 Çarşamba

KENARA DOĞRU


10.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Sert oluyor değişimlerimiz. Değişmeye karar verdikten sonraysa gelişigüzel değişiyoruz. Koşulları uyarlamayı ya da toplumun uyum sağlamasını beklemiyoruz. Cumhuriyet’e geçtikten sonra gerisinde kaldığımız milletleri yakalamak için sert bir değişim yaşamıştık. Bu sertliği anlamak mümkündü çünkü teknolojik ve toplumsal gelişmelerin yüzlerce yıl gerisinde kalmış bir ülkeydik. Matbaa 3 yüzyıl sonra gelebilmişti memlekete. Onların yüzlerce yıla yaydığını biz, neredeyse 10 yıla sığdırdık. Yeni bir devlet ve yönetim biçimi kurarken  değişim daha sert olur. Bizimki de sert oldu nitekim. Toplumun uyum sürecini birkaç nesilde çözebilmek için, tüm kesimlere eşit ilgi uzaklığında olmak gerekir. Bir kısmı değişip, bir kısmı kalırsa bir ayak frende bir ayak gazda, bu kadar yürüyebilir ülke. ‘Gaz-fren tezi’ mi desek acaba; toplumsal kopukluğun derinliğine göre etkisi artar azalır. Bu kez de nükleer ve uzay teknolojilerini kaçırmış, bilişim teknolojisini ucundan azıcık yakalayabilmiş ülke olmaktan kurtulamıyor, bir türlü birinci lige çıkamıyoruz.



Hacettepe’den kayış

Cumhuriyet’ten sonraki sert değişimi, 1950’lerde yaşamıştık. Dünyanın ekonomik ve toplumsal sistemine uyum sağlamaya çalışırken toplumun geleneksel değerleriyle çatışma başladı. Para ve sermaye kavramları daha öne çıkıyor, apartmanlar ve toplu konutlarıyla yeni yerleşim merkezleri, mahalle ilişkisi ve dokusunu zorluyordu. Ankara’da Hacettepe çevresi, Hacettepe Üniversitesi için yapılan istimlaklarla bu çatışmayı en sert yaşayan semt oldu. Ankara’nın eski yerleşiminin ortasına, bambaşka tarzda binalar oturdu. Önce koca konakların sahipleri, sonra orta sınıf, yeni mahallelere, apartmanlara kaydı.



Rantlı dönüşüm

1980’den sonra üçüncü sert değişim süreci başladı. Paranın yanına ‘rant’ kavramı geldi bu sefer. Eskiymiş, tarihiymiş, yeşilmiş, su havzasıymış demeden konut furyası başladı. Ülkenin ciddi bir konut açığı vardı aslında ama yerleşim birimi denen yerde de en azından bazı niteliklerin olması gerekir. O günden bugüne, bazılarında çocukların oynayabileceği 20 metrekare yeşil alanı bile olmayan beton yığını mahalleler kaldı yadigar. Devamında, halkın ihtiyacı olan toplu konutları bırakıp, lüks toplu konut üretimine geçtik. Dikine büyüyen evlerde, mahalle geleneği ve dokusu neredeyse kalmadı gitti. Karşı komşumla 1 buçuk yıl sonra tanışmıştım İstanbul’da. Esnaf, illerin ilçe merkezlerine, oradan da büyük alışveriş merkezlerine kayıyor şimdi.



Yeni dönüşüm

Geldik yeni bir sert dönüşüm dönemine; ‘Kentsel Dönüşüm’ yeni adı. 60 yıl ya da 30 yıl önceki Türkiye değiliz artık, elimiz para tutuyor, üretebiliyoruz pek çok şeyi. Gerçekten kentin ortasında kalmış, yağmurda sel basan, güneşte susuz kalan, elektriği iğreti, suyu çeşmeden, göstermelik alt yapısıyla gecekondu mahallelerini, bu ülkenin aşması gerekiyordu. Şehrin ortasında, kanayan bir sefalete daha fazla göz yumulamazdı. Herkesin kentin nimetlerinden yaralanma hakkı vardır, bu mahallelerde yaşayanlarında tabiî ki. 2 yıldır da Kentsel Dönüşüm’le hızla değişiyor bu mahalleler.



İçindekiler de değişiyor
Ancak soruyorum “Evler değişirken için de yaşayanlar da değişiyor mu?” diye, değişiyormuş çoğunlukla. İşte bu kadar lafı bunu demek için uzatıyordum; mahalleler, sahiplerinden alınıyorsa o kentsel değil, binasal dönüşüm oluyor. Mahallenin  sahipleri, kenara kayıyor. Yeni değişimlerle daha da kenara. Bu dönüşüm, toplumsal olarak sağlıklı bir dönüşüm değil. Binalarla beraber insanların da değişmesine fırsat tanımalı, değişime katkı sağlayacak olanakları yaratmalıyız. Karışık toplum iyidir, bizim geleneğimizde de bu var. Örneğin Ankara’nın ferfenesi var; aynı mahallede varlıklı varlıksız, yerli yabancı yan yana evleri, her hafta birinin evinde aynı sofraya oturulur. Mahalleden memlekete, her şeyi beraber değerlendirirler. Bunları kaybedip, gazlayacağız zannederken sert frenlerle takla atmayalım diyorum.

9 Eylül 2013 Pazartesi

İNLETEN NAĞMELER


06.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



“Bitimsiz inleten nağmeler” demek daha doğru olacak. Bitmiyor çünkü. Yerel Sorunlar Korosu, polemik makamındaki eserlerine dönüp dönüp yeniden başlıyor. Birkaç şarkısı var, hep onları dinliyoruz yıllardır. Takıldığı yerden kulağı tırmalamaya devam ediyor plak, haydi başa dön, aynı laflar, aynı nakarat. Bu koronun yaptığı müzik, ruha gıda olan cinsten değil; Çin işkencesi gibi, yavaş yavaş çürütüyor ruhu. Yıllar geçtikçe sinir uçlarında tepki kalmıyor insanın. Kent de insan da yaşam sevincini kaybediyor. Derdi içinde büyüyen Ankara, biraz da bu yüzden soluk benizli ve gri; içindeki bozulma dışına vuruyor.



20 yıldır bitmedi

ODTÜ Ormanı, bu şarkılardan biri. Kenarından geçecek yol için  20 yıl önce çözümde anlaşılmış ama bu şarkı, 20 yıldır takıldığı yerden ilerleyemiyor.



- Vay yol yapacağım imanım!

- Oraya değil buraya yap civanım!



20 yıl dinle de dinle. Tik gibi, önleyemiyoruz başa dönüşünü.  Örneğin Atatürk Orman Çiftliği’nde ilerleme oldu; pençelerini savuran rant canavarının kükremesini dinliyoruz artık şarkı olarak. Koroyu bastırdı, Çiftlik tiyatrosundan solosu yükseliyor tek ses. ODTÜ’ye doğru yayılıyor nağmelerin yankısı. Tek sesli kükreyişin, musiki sanatının hangi makamına denk geldiğini bilmiyoruz ama onun da beğeneni, beğenmeyeni  vardır mutlaka. Polemik makamının en bilinen eserleri, 20 yıldır listelerden inmiyor Ankara’da. Bir şarkı daha:



- Eymir’i halka açacağım haydi canım yandan!

- Zaten açık, arabaya kapalı, girmesin ordan burdan!




Polemik makamının eskisi

Bir eser ne kadar güzel, ne kadar muhteşem olursa olsun tadında bırakmak lazım. Tadı kaçınca, dinleyesi gelmiyor insanın. Başka sesler duymak, başka eserlere geçmek istiyor kulak. Yeni besteler yapılsın, yeni sanatçılar söylesin istiyor. Eskiler musikide çok makbuldür ama polemik makamının eskisi, hiç mi hiç çekilmiyor. Hiç yol alamamışlık duygusu, pas gibi yayılıyor ruha. Yol alamayan kent de çürüyor insan da. Bir kentin ve insanın, varoluş nedenlerinin tamamen tersine.



Bazen ODTÜ’de, bazen Çiftlik’te, bazen bir spor sahasında, bazen bir yolda, bazen kaldırımda, suda, elektrikte, yürüyen merdivende, otobüs durağında, kentin özgünlüğünde dinliyoruz bazen benzer şarkıları. Polemik makamı, iç açıcı bir makam değil dinlemek için, ruhu inletiyor nağmeleri. Bitimsiz inleten nağmeler yinelendikçe, kentine ve kendine küsüyor insan.

7 Eylül 2013 Cumartesi

BU YATIRIMLARDAN İSTERİZ


03.09.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi

O kadar ihmal edilmiş o kadar yatırıma aç bir şehir ki Ankara,  her çakılan çivi görünüyor neredeyse. 70 yıllık bir açlık. Bakmayın siz kalabalığına, dikim dikim dikili binalarına. Büyüklüğü ve nüfusuna orantılı yatırım almıyor başkent. Açlığı da tüketime değil, üretime yönelik yatırımlara daha çok. Tarımda, hayvancılıkta, sanayide, hiç kalıbının şehri değil. İlk 10 üniversite içine en az 4-5 üniversitesini sokuyor ama üniversitelerinden yararlanamıyor. İlçeleriyle uyumlu bir işbirliğini gerçekleştiremediği için keçisinden domatesine, balından kavununa değerlendiremiyor. Bir ‘memur kenti’ yaftasını asmışlar boynuna, başka bir işe yaramaz sanılıyor. Son yıllarda yapılan yatırımlar ya da yıllardır yatırımların önündeki engeller bir bir kaldırılınca anlamaya başladık Ankara’nın kabiliyetini. Pekala bozkırdan ibaret değilmiş başkent, bozkırlaşan kafalarmış.

Arazi uygun koşullar zayıf
1 milyon 200 bin hektar tarıma uygun, kullanılabilir arazimiz var, 98 bin hektarı sulanabiliyor. Çaylar, derelerle çoğu. Çoğu da kirli akan çaylar, dereler. Sulama göletleri ve kanalları olmadığı için arazisinin 12’de 1’ini bile zar zor kullanabiliyor Ankara. Çubuk, Haymana, Bala, Evren başta olmak üzere neredeyse bütün ilçeleri hayvancılık için çok uygun ama geçen yıl saman ithal etmiştik hatırlarsanız. Canlı et ucuz, yem pahalı, büyük mera ıslahı ve yatırım yok. Dededen kalma yöntemle bu kadar oluyor, nüfus artıyor ama aksine geriliyor hayvancılık. Çubuk’ta yapımına başlanan Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi büyük bir açılım ve örnek bir yatırım olacaktı, o da bitemedi bir türlü. Hayvancılık için de değerlendirememiş olduk araziyi.

Bakanlar, müjdeyi verdi
Sanayi yatırımlarındaki aksaklıklara sık sık değiniyoruz. Meslek okulları ve üniversitelerle olan gecikmiş ilişkilerinin önemine de. Bu konuyu kısa geçeceğiz çünkü haberi gelen yeni yatırımlar, daha çok tarıma ve dolayısıyla hayvancılığa katkısı olacak yatırımlar. 29 Ağustos’ta, Ihlamur Vadisi, Ankara Çayı 3. ve 4. Kısımların Islahı ile Çubuk Çayı Islahı Projeleri’nin temel atma töreninde geldi müjde. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu beraber açıkladılar; 219 milyon(trilyon) lira harcayıp, 33 baraj, gölet ve sulama tesisi yapılacak. Bunların içine de 122 milyon daha harcayıp, 16 tesis yapılacak. Tam istediğimiz gibi! Temel filizlerinde kalmadığı sürece tabii.

En acil ihtiyaçtı
Bütün çevre ilçeleri dolaşırken tarım ve hayvancılık açısından duyduğumuz en acil ihtiyaç, baraj, gölet ve sulama kanallarıydı. Hatta Gölbaşı, Çubuk, Akyurt, Kazan gibi merkez sayılacak ilçeler bile uzak ilçelerden farksızdı sulama denince. Üstelik 2 yıldır seracılığı keşfetmeye başladı Ankara ilçeleri; daha da ileriyi planlamak lazım belki. Topu topu 3-4 çiftçinin ektiği, tarladan doğruca İstanbul’a giden özgün Ayaş domatesini, hepimiz bolca yiyebilir, kaybolmaya yüz tutmuş yuva kavununu, yeniden tezgahlarda görebiliriz böylece. Dışarıdan tahıl, bakliyat, sebze almamıza gerek kalmaz. Mazot ve ilaç fiyatları da makul bir seviyeye çekilirse beklemekten bereketlenmiş toprakları, doyasıya işleyebiliriz. Aşık Veysel söylemiş;

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi,
Yemek verdi ekmek verdi et verdi,
Kazma ile dövmeyince kıt verdi,
Benim sadık yarim kara topraktır.

Yarmayınca, işlemeyince toprak ne yapsın?

Bu yatırımlardan istiyoruz işte biz. Sanayide de yol, elektrik ve su yatırımları istiyoruz. 10 adımda bir büyük alışveriş merkezi, devasa lüks konutlar kadar üretime de yatırım istiyoruz. ‘Memur kenti’ yaftasını boynumuzdan çıkarmak, her şeyiyle bir kent ve başkent olmak, ülkeye yakışmak istiyoruz.