29 Eylül 2016 Perşembe

KAÇAK OTOGAR: AŞTİ



27.09.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi

Yaşamı zorlaştırmanın başkentinde, Ankara’da olabilirdi zaten bu. 21 yaşındaki otogar merkezden kaçacak, ihbar ediyoruz! AŞTİ dellendi. Kaçacakmış da Mamak’ta, kendisinde ve çevresinde hala ekim yapılan, metrosu, Ankaray’ı, tramvayı olmayan 100 bin metrekarelik bir tarlaya yerleşecekmiş. Ergen aklı, macera peşinde. 

2005’de bozdu niyeti
25 Nisan 2014, ‘Nereye AŞTİ?’ diye sormuştuk kendisine ilk ayaklanmasından sonra. Gençlik heyecanı, geçer zannetmiştik. 17 Şubat 2005 yılında otobüs firmalarının servisleri kaldırıldığında anlamalıydık “Niyeti bozuk bunun” diye. 19 Ekim 2005’de Tüketici Hakları Derneği’nin açtığı dava sonuçlanmış, Ankara 2.İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Mahkemeyi dinlemedi bizim ergen, 11 yıldır kentin merkezine, merkezinden çevre semtlerine ulaşmaya çalıştı yolcular.

Her olumsuzluğa alıştırılan ve alışan başkent, devletin merkezinde buna da alıştı. Belediyenin yetersiz, kimi zaman tıkabasa servislerine razı oldu. Aslında o kadar firma servisinin trafikten çekilmesine sevinmek lazım ama bizde karar alınıp takip edilme huyu olmadığı için ortaya bir uygulama yapıldı işte, gidiyor gittiği kadar. 2005’den bugüne dört yanına büyüyen Ankara’nın, semtleri de büyüdü bu arada.

“İlla gideceğim”
Sonra 2012’de sen kalk, “Ben Mamak’a taşınacağım, kafamı dinlemek istiyorum” diye tuttur iyi mi? Ne vatandaş ne otobüs firmaları ikna edemedi kendisine merkezde ihtiyaç olduğuna. Kendini havaalanı mı sanıyor artık neyse tutturdu hem otobüsçüler açısından da ‘kör nokta’ tabir edilen o bölgeye gideceğim diye. Otobüs trafiğinin yoğun olduğu bölge, Ankara-İstanbul-Eskişehir-İzmir yönleri halbuki. Yok efendim, dinlemedi.
AŞTİ'nin Mamak'ta taşınacağı yerin havdan görüntüsü
Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük otogarı, ödüllü bir proje, günde 200 otobüs firması yaklaşık bin 400 giriş-çıkış yapabiliyor ki daha çok üzerini kaldırabilecek durumdaymış, metrosu, Ankaray’ı var, yakınına Tandoğan’a, Yüksek Hızlı Tren Garı geliyor, Atatürk Orman Çiftliği arazisinden istisnai bir uygulama olarak yer verilmiş, daha ne istiyorsun? 2012’de niyeti bozduğunda Ankara Şehirlerarası Otobüs İşletmecileri ve Acenteleri Derneği dava açmıştı “Etme, eyleme, iyi düşün” dercesine, “Yok ben tarlaya gideceğim, isteyen oraya gelir” diye ısrar etti kendileri.

Cepler zaten ihtiyaçtı
Zaten Eskişehir Yolu, Konya Yolu, Samsun Yolu, Anadolu Bulvarı-İstanbul Çevre Yolu ile kesişimi, Sincan-Ayaş Yolu kesişimi olmak üzere 5 cep terminali yapılacak, daha ne?” demek suretiyle bahanesi de hazır. İyi de o ceplere 2005’de de ihtiyaç vardı, olanları da kaldırdılar. Mamak’ın özelliği ne, oraya gidince yapılıyor?

Anlat anlat heyecanlı oluyor, ihaleye verdik bile, 2 yıla hazır yeni yerim” diyor AŞTİ ergeni. Dünyanın en büyük otogarlarından biri, dünyanın en şehir dışında otogarı olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor. Çok şükür bu da Ankara’ya nasipmiş!

Gidince bitmiyor sorular
AŞTİ gidecek, binası ne olacak? Ulus’ta yıkılacak 100.Yıl, Ulus, Anafartalar Çarşıları’nın esnafı taşınacakmış. E özel bir izinle verilen Çiftlik arazisi, amacı dışında kullanıma nasıl açılacak? 

Ne kadar çok soru işaretli bir konuymuş, bıraksan bir bu kadar daha kaldıracak. Herkeste, üzerine bir bardak su içelim, AŞTİ laf dinlemeyecek bezginliği. Hep böyle oluyor zaten başkentte; teati edilmiyor, tebliğ ediliyor.

24 Eylül 2016 Cumartesi

Sayın Vali..



23.09.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi


Başkentin yeni Valisi Ercan Topaca Pazartesi günü görevine başladı. Önceki Valimiz Mehmet Kılıçlar, bazı gazetecileri çağırıp konuşuyormuş ama biz, bırakın ‘Merhaba’yı, “Mee..” bile diyemeden görevi devretti. Birkaç gün farkla tam 2 yıl önce “Hoş geldiniz” demişiz kendisine, uzaktan gördüğümüz fotoğraflarından hatırlayacağız simasını.

Yüksel’in suçu
Tabii önceki Vali Alaaddin Yüksel’in suçu hepsi, bizi de vatandaşı da kötü alıştırmıştı; sürekli bir projeyle ortaya çıkıyor, biz gazetecileri de mutlaka içine katıyor, Ankara basınından sorunları bizzat takip ediyor, bazen tebdili kıyafet de ederek bir neslin ilk defa vali gördüğü sokaklara, ilçelere, köylere gidiyordu. Bitmez tükenmez protokolü Ankara’nın, onlara da yetişiyordu bir yandan.

Mesela yeri gelmişken; Ankara valileri, ya protokollerden azat edilsin ya da ayrı bir protokol valisi atansın. Bu kentin de işleri var, hem de çok, protokol eğlemekten iş mi yapabilir insan?

“Verdiğin işleri yapıyoruz”
Bir gün Yüksel döneminde, bir şey sormak için o zamanki yılların tecrübesi Ankara Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Hıdır Eraslan’ı aramıştık, “Ağabey nasılsın” dedik tabii açınca. “Nasıl olalım, verdiğin işleri yapıyoruz” diye kopartmıştı bizi. İlettiğimiz sorunların takip edildiğini, böyle de öğreniyorduk yani!

Ki şunu rahatlıkla söylüyoruz; haydi hepsi demeyelim ama başkentin üst düzey yöneticileri, belediye başkanları, sivil toplum kuruluşu başkanları, yani işi Ankara’yla olanlar, bizzat değil basın ve halkla ilişkiler birimleri tarafından, sadece kendileriyle ilgili kısımları takip ediyor. Kentin ortak sorunlarından, projelerinden ya da ortak olabilecekleri işlerden haberleri olmuyor böylece.

Kendini takip ediyorlar
Mesela Büyükşehir Belediyesi’nin bir başkan yardımcısıyla 4 yıl sonra tanışmışlığımız var. Vali Yüksel tanıştırmış, kendisi ilgiyle suratımıza bakmıştı Midas portre heykelciğini ilk kez görmüş gibi. Bir sivil toplum örgütü başkanı, yıllarca aynı konuyu takip ettiğimiz halde bizimle tanıştığına çok memnun olmuş, soyu tükenmiş Dikmen Alıcı görmüş şaşkınlığıyla şahsımıza belertmişti gözlerini.

Köklü bir Kale esnafı, 5-6 yıldır yazdığımızı sorun diye bize anlatıyor, bir toplantı da tanıştığımız sanayici, siyasetçi ya da bürokrat, ifadede sınırları aştığımız konuda bize ders veriyordu.

Bu kentte, istisnalar dışında, kurumların da yöneticilerin de sadece kendini takip ettiğini zamanla daha iyi öğrendik. Alaaddin Yüksel’in, başta başkentin en bakir sektörü turizm alanında olmak üzere harekete geçirdiği pek çok projenin yanı sıra, bu kurum ve kişileri bir araya getirme çabası önemliydi. İte kaka, “Ortak akıl lazım başkente, ortak akıl” diye diye gri saçlarını beyazlattı yılların tecrübesi devlet adamı. Uzun zamandır görmediği valiyi, ne turizmciler ne yerel yöneticiler ne de sivil toplum örgütleri değerlendirebildi.

İcracılık ve icracı zamanı
Bizim “Mee..” bile diyemediğimiz Vali Mehmet Kılıçlar ile şehir, fabrika ayarlarına dönmüş gibi oldu sanki; her gün yeni bir projeyle başa iş açmayan vali, istemese de ataletin uyuşukluğundan ayılamayanlar için tercih nedenidir mutlaka. 2 yıldır pek sesi soluğu çıkmadı çünkü başkentin çoğu kurum ve yöneticilerinin.

Oysa Türkiye, çok yıllar olmuştu başka bir yola gireli. Gelişmiş ülkelerin makamındaydı gözü, o seviyeye çıkmak istiyordu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ivme kazansa da yeterli değil hala. Tabandan gelen derin talep ve baskının farkında olmayanlara, bu ülkenin de onun başkentinin de tahammülü yok artık. Resmi, özel fark etmeksizin, her alanda icracılık ve icracılar isteniyor.

Zor olanı istiyor
Gidin vatandaşa, çiftçiye, hayvancıya, esnafa, sanayiciye, başkentiyle bağları kopmuş ilçelerine, bir noktaya gelip kilitlendiklerini göreceksiniz. Bir kısmı çok basit hamlelerle açılabilecek bu kilitlerde tüketildiğini göreceksiniz enerjinin. Halbuki aksine zor olanı istiyor millet, “Gelişmiş ülke olmalıyız” diyor.

Daha önce bu hatayı yapmış, Ankara Valileri’nin ev ödevini “Bismillah” demeden koymuştuk önüne. İlk günden kalp çarpıntısı yapar, hesap edemedik o zaman. Öncelikle yeni Valimiz Ercan Topaca’ya “Hoşgeldiniz” diyor, yeni görevinde başarılar diliyoruz.

Sayın Vali.. Başkentin kilitleri belli, 50 yıldır bekleyeni de var, 15 yıldır bekleyeni de. Okuyucuyu canından bezdirdik tekrarlaya tekrarlaya. Ancak şunu da gördük; yeter ki icra ve ortak aklı harekete geçirecek niyet olsun, Ankara’nın uyuşuklar kadar bunu becerecek icracı beyinleri de var.

21 Eylül 2016 Çarşamba

EĞİTİMDE DE YENİ TÜRKİYE



20.09.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi

Türkiye, gelişmesinin önündeki en büyük engel terör belasından kurtulmakla içeride ve sınır ötesinde de kaynağını kurutmakla meşgul. Şiddet düzeyinde artık sınır tanımayan, kendi amacıyla bile çelişen eylemlere girişen örgütleri, tamamen dışladı halk. Şiddet ibresi yükseldikçe önce gerçek niyetlerini, sonra iplerini tutan elleri açık ettiler.

1950’lerden sonra çeşitli biçimlerde milleti birbirine kırdıran ve zincirleyen o uzun kollar, kavrayamıyor, tutamıyorlar artık. Kabına sığamaz olmuş bir ülkeyi ve milleti, 50-60 yıldır alıştıkları gibi deli gömleğine tıkamıyorlar. Nihayet zincirini de kırıyor, deli gömleğini de yırtıyor Türkiye.

El freniyle gitmişiz
Daha çok PKK’yı, DHKP-C’yi görüyorduk ama 15-16 Temmuz’da, assolist olarak bu örgütlerin en tehlikelisi çıktı sahneye; Fetullahçı Terör Örgütü kısaca FETÖ. Öyle böyle bir sinsi örgütlenme değil, dünyadaki her türlü örgütü inceleyen bir akademisyen, “Dünyada ilk kez böyle bir örgütlenme biçimiyle karşılaşıyorum, benzeri yok” demişti. Biz de her gün ama her gün şaşılacak bir yanı ve yöntemiyle tanışıyoruz ağzımız açık.

Bu sinsi örgüt, neyin içindeyse o işin frenine basıyormuş. Hiçbir şeyden de eksik kalmamışlar maşallah. Türkiye, en azından son 25-30 yılında ki bunun son 10 yılında iyice asıldılar pedala, el freni çekik araba gibiymiş; gaza basıyor, araba gidiyor ama hiç hızlanamıyor. Biz de “Gittiği kadar” deyip yolumuzda kararla devam ediyorduk. Nerelere gelebilecekken nerelerde tutmuşlar bizi.

Sistemsizlik, bilmezlikten değilmiş
Bu sinsi sansarlar örgütü, en çok nerede kadrolaşmış? Milli Eğitim Bakanlığı’nda... Aklı olan da öyle yapar zaten. Ağaç yaşken eğilir, ne kadar çocukların, gençlerin aklını karıştırırsanız o ülkenin geleceğini de o kadar kontrol altına alırsınız. Hatta kendi dilini, tarihini bile unutturur, rüzgara göre savrulan bir yaprak gibi istediğiniz yere sürüklersiniz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın özellikle son 10 yıldır sistem tutmaz politikaları, pek de bilmezlikten değilmiş hani.

- Her yıl sistem mi değişirmiş bir ülkenin Milli Eğitimi’nde? 
- Her yıl sınav sistemi mi değişir, kitabı mı değişir, yönetmeliği mi değişirmiş?
- Özel okullar dışındaki devlet okulları ve meslek okulları iyice niteliksizleştirilir, kaderine ya da dershane kucağına mı terk edilirmiş milyonlarca genci bir ülkenin. “Okul niye var o zaman” diye çok sormadık mı?

Gözlerinin feri soluyor
- Üniversite sınavı bir kıyma makinesine dönüştü, dershaneler de makineye girmeden önce kuşbaşı parçalara ayırıyor çocuklarımızı, gençlerimizi. Oyun oynayacak yaştaki çocukların, haylazlık yapacak gençlerin, hafta içi hafta sonu demeden dershanelerde gözünün feri soluyor. Nerede eğitim birliği?
- 4+4+4 eğitim sistemine geçildi, çırak yetişmiyor şu anda ülkede. Artık usta da yetişmeyecek demek bu. Meslek okulu ya da düz ortaöğretim okul müfredatı, nasıl olur da çırak yetişecek biçimde uyarlanmamış olabilir, meslek okulları neden güncellenmez ve itibarsızlaştırılır bir ülkede, akla sığacak şey değil. 11-12 yıldır hiçbir derde derman olamayan Bakanlık bünyesindeki Mesleki Eğitim Kurulu, asli işini yapmayıp da neyle iştigal etmiş? Çaresizlikten, kendi okullarını kuruyor sanayici, tüccar, esnaf.
- Eğitim sistemimizin sağlamasını, en iyi uluslararası sınavlarda yapıyoruz. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) bağlı ülkeler arasında yapılan ölçümde, en gerilerdeyiz.

Talep en üst seviyede
18 milyon 43 bin öğrenci, 920 bin öğretmeniyle dün ders başı yaptı. Okullaşma seviyemiz yüzde 97’lere ulaştı, Bakanlığa ayrılan pay, yaklaşık 10 kat arttırıldı. “2035 yılından itibaren yaşlılar ülkesi olmaya başlayacağız” diyen aynı devlet, sistemini artık oturtup, çocukların çocukluğundan, gençlerin gençliğinden çalmadan, güncel müfredatla okulların içeriğini de doldurup, fren olana acımadan, Yeni Türkiye’nin Yeni Eğitim Sistemi’ne hızla geçmeli. Milletin gelişmiş ülke sınıfına atlama talebi, her alanda en üst seviyede nitekim.

Öğrencilere ve öğretmenlerimize iyi bir eğitim yılı dileğiyle haydi bakalım hepimize iyi dersler.