28 Şubat 2013 Perşembe

ELEKTRİK ŞİMDİ DE SANAYİYİ ÇARPIYOR


26.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara’nın, elektrikle sınavı devam edeceğe benziyor. ‘Karanlık şehir’ diye şikayet ederken olanı da kararan bir şehir olmaya başlamıştık zaten. 3-4 aydır sokakları karanlık semtlerimiz var. Aylardır evlerine, sitelerine elektrik bağlanmasını bekleyenler var. Elektriği olanın başındaysa ‘kesinti’ diye derdi var. Biliyorsunuz Milliyet Ankara Gazetesi olarak yaklaşık 3 aydır Ankara’nın ilçelerini dolaşıyoruz. Gördük ki şanı oralara kadar uzanmış, ilçelerin de elektrikten yana uzun zamandır süren şikayetleri var. Sorunlu altyapısı yetmiyormuş gibi bir de elektrik yapıştı şimdi paçasına. Koşmayı düşünürken yürümekte zorlanıyor başkent.

Kazan’dan imdat çağrısı
En son “imdat” çağrısına kulak verelim. Kazanlı sanayicilerin, canına tak eden kesintiler, milyon dolarlık makineleri bozuyor, işin ortasında üretimi kesiyor ya da ürünler, hatalı çıkıyor modern tezgahlardan. İş, kalite, para ve zaman kaybı, sanayicileri isyan ettiriyor. Jeneratör, kesintisiz güç kaynağı (UPS) kullanabilenler kullanıyor ama bu kadar sık kesilecek, bu masrafı yapacaksa “Elektrik yok” desinler bari, herkes maliyetini bilsin. Bazı firmaların güç besleyici ve kesintisiz güç kaynakları var ama elektrik uzun süre gidince üretimi destekleyecek güçte bir cihaz da olmadığı için ortada kalıyorlar. Bu bölgedeki fabrikaların yüzde 85’i, yurtdışına mal üretiyor.

Büyük zararlar veriyor
Kazan Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Erkan Tabak anlatmış çektikleri çileyi: “Bırakın elektrik kesintilerinin birkaç saat sürmesini, kısa bir dalgalanma bile koca bir rulo malzemenin hurdaya çıkması anlamına geliyor. En az 20 bin dolar havaya gitti demek bir dalgalanmayla. Sanayi devi Çin, Hindistan ve birçok Avrupa ülkesiyle yarışıyoruz ve onlara karşı kullanabileceğimiz tek koz, kaliteli işimiz. Kaliteyi elektrik kesintisinin bozması çok acı.” Bir fabrikanın, kesintiler yüzünden, 2 milyon dolarlık cihazı bozulmuş, Japonya’dan teknik servis bekliyor. Üretim durmuş yani. Milimetrik hesaplarla üretim yapan bir diğerinin, kesici takımı hurdaya çıkmış. Bir başkasının ürettiği rulo, kesinti nedeniyle ek yapmak zorunda kaldığı için ‘hatalı ürün’ diye taa İspanya’dan geri dönmüş.

Yürüyemiyor şehir
Ankara, rekabet bir yana, sanayinin en temel hammaddesi olan enerjiyi, olduğu halde daha almayı beceremiyor. Hem de 2013 yılında. 2013 yılında 1970’leri yaşıyor başkent. Evleri, koca siteleri, sokakları, yolları çarptıktan sonra şimdi de sanayisini çarpıyor elektrik. Paçasından asılan yeni bir el gibi, yürütmüyor şehri. Demiştik ya “Çarpıyor ama elektriği değil” diye. Koca bir il, o da başkent üstelik, siniri tepeye vuran vatandaşlardan üretiyor elektriği!

26 Şubat 2013 Salı

ANKARA’YA İKİ YENİ KİTAP


22.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Bu köşede, ‘Kitapsız Ankara’ diye yazmıştım 5 Kasım 2010’da. Kitapçı rafları, sahaflar, resmi ya da özel kurum yayınevleri  arasında dolaşmaktan telef olmuştum. Çok güzel Ankara kitapları vardı, bulamıyordum. Ankara’yla ilgili pek çok kitap yayımlanmış, yeni baskılarla devam etmediği için hepi topu 3, çatlasa 4 kitap duruyordu raflarda. 5 milyonluk bir kent, kendini, kendi sakinlerine anlatamıyordu. Kütüphanelere gitmek zorundaydınız. Her zaman her an gidilmiyor kütüphaneye, elinizin altında olması gerekiyor bazı kitapların. Çoğu danışmak için defalarca başvuracağınız kitaplar. Az da olsa belli aralarla yeni basımlarının mutlaka yapılması hem arşiv hem kültürü taze tutmak açısından gerekli kitaplar. Üstelik 2004 yılından itibaren Ankara’yla ilgili kitap sayısında artış olduğu söylenen bir dönemde. Bulamadığıma kızınca “Kitapsız Ankara” demişim!



Geçtiğimiz hafta kızgınlığı hafifletecek, 2 yeni Ankara kitabı geçti elime. Biri ‘Suda Suretimiz Çıkıyor- Ankara Dereleri Üzerine Tarihi ve Güncel Bilgiler’ diğeri ‘Gezgin Gözüyle Ankara’. Ankara’ya yakışır iki kitap. Tesadüfen arka arkaya, raflara şenlik getirdiler.

Suda Suretimiz Çıkıyor

Suda Suretimiz Çıkıyor, Bala doğumlu, Ankara’da okumuş, Ankara’yla ilgili araştırmalarıyla tanınan ve etkinliklerinden  geri kalmayan Erman Tamur tarafından kaleme alınmış. Bir Ankara aşığı Tamur. Sabırla el atılması zor bir yarasına el atmış Ankara’nın; yolaltı edilip, gözden kaybedilen dereleri ve çaylarını araştırmış. Çubuk Çayı, Hatip Çayı ve İncesu Deresi’nden başlamış, Bentderesi’nin bendinden, değirmenlerine, Çakırlar, Tabakhane, Ördekli, Uluçınar, Çankırıkapı ve Toygar Köprüleri’nden geçip, Bülbülderesi, Kavaklıdere, Hoşdere, Dikmen Deresi, Kirazlıdere, Cevizlidere Kutuğun, Hacıkadın ve Macun Dereleri’ne uğramış. En sona Ankara Çayı’nı bırakmış. Ancak öyle pek sudan bir araştırma değil bu kitap; derelerin yaşamı, arkasındaki tarihi ve günlük yaşamıyla insanları ve Ankara’yı da anlatıyor. Yani adında söylediği gibi; ‘sudaki suretimiz’i de göstermiş. Her zaman kaynak olarak kullanılabilecek titiz bir çalışmanın ürünü. Kebikeç Yayınları-Sanat Kitapevi tarafından ilk basımı, 2012 yılında yapılmış.



Gezgin Gözüyle Ankara

Diğer kitabımız ‘Gezgin Gözüyle’ serisinin ‘Ankara’ kitabı. Ankara sevgisini, Ankara’ya ilişkin düşüncelerini iyi bildiğim ve Ankara’nın turizmine, kültürüne katkısı olacak projelerin içinde olmasıyla tanınan Timur Özkan’ın editörlüğünde çıkmış bir kitap. Birbirinden Ankaralı, Ankara’yı çok iyi bilen 55 yazarın makalesinden oluşuyor. Tarihinden ilçelerine, edebiyatından doğal dokusuna kadar bir nefeste okunan güzel makaleler. Alter Yayıncılık tarafından Ocak 2013’te basılmış.
Hani “Ankara’yla ilgili hızlı bir fikir sahibi olmak istiyorum” derseniz bu açıdan güzel derlenmiş bir kitap. Belki bu hızlı başlangıçla merak eder, Ankara okumaya başlayabilirsiniz. Derin bir medeniyet ve siyasi tarih geçmişi olan bir kentin içinde gezindiğinizi fark edersiniz belki. O zaman belki, kentinize ve başkentinize, sahip çıkmaya başlayabilirsiniz!

22 Şubat 2013 Cuma

ANKARA’DA 24 SAAT ULAŞIM


19.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



İstanbul’dan döneli 1 yıl kadar olmuştu herhalde. İstanbul’un sınırlamasız, saatsiz günlerini yaşadığım çocukluk arkadaşım geldi bir işi için. Akşam yemeğe sözleşmiştik, Sakarya Caddesi’ni seviyor, memnun olacağı bir yere oturduk. İşten güçten, arkadaşlardan derken laf lafı açtı, saat gecenin 11’ni geçmeye başladı. Bir ara “Ne çabuk 11 olmuş” deyince arkadaşım “Gecikiyorsan kalkalım” dedi. “Yok canım, son metroya daha var” dedim, sohbete devam ettik. Zaman yaklaştı, metro yüzünden sohbeti böldük, kalktık. Arkadaşımı, oteline yolcu ettim, metroya inmek için yürüyen merdivenlerin başına geldim. Bir süre bakıştık; ben, yürüyen merdiven ve metro girişi. Demir kepenk dekorunu, ilk kez görüyor, gördüğümü anlayamıyordum. “Kapalı” mı demek istiyorlardı acaba? “Ankara’ya hoş geldin” oldum. Yaz tarifesi bitmiş, kış tarifesi başlamış o gün. Batıkent’e taksi, 57 lira tuttu. İstanbul’a gider, Boğaz’a nazır bir yemek yiyebilirmişiz o gece!


Yürüyüş kenti!
Bir başka gün arkadaşlarımla Çiftlik’te yemek yemiş, benim yüzümden biraz erken kalkmıştık. “Siz beni metroya bırakın, hiç yolu uzatmayın” diye İvedik Metro Durağı’nda indim. Tam merdivenlerin başına yaklaştım, koşa koşa tırmanan bir adam geçti yanımdan. Yetişemedi, son vagonun arkasından baktık beraber. Son tren değildi ama Karşıyaka’daki evine gidecek son otobüsü kaçırmıştı bu trenle. Birine yakınma ihtiyacı duydu, bana anlattı, ben de telaşının nedenini öğrenmiş oldum. Adamcağız bizim gibi muhabbetten de değil, vardiyalı çalıştığı işinden gelip, evine gidiyordu. “Ne yapacaksın peki?” dedim, “Yürüyeceğiz mecbur” dedi. ‘Marka Şehir Ankara’da, yürüyüş sporuna destek tamdı!

24 saat ulaşım için önerge
Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili Fazıl Güleken, 8 Şubat’ta, Belediye Meclisi’ne bir önerge verdi. Şöyle diyor: “Ankara, yüz binlerce üniversite öğrencisinin, işçi, memur, emekli, emekçi insanın yaşadığı, giderek büyüyen  Büyükşehir Belediye sınırları içinde, uzak mesafelerde semtleri bulunan bir kenttir. Ankara’nın turizm açısından gelişme ve daha çok turist çekme iddiası da bulunmaktadır. Özel aracı olmayan Ankaralılar’ın aile, hasta ziyaretlerinden dönerken geciktiğinde de gece otobüse binme gereksinimleri vardır. Bu gereksinim, özel aracı olmayan, vatandaşlar, öğrenciler ve turistlerce ciddi bir talep olarak gündeme gelmiştir. Dünyanın bütün çağdaş ve turistik kentlerinde olduğu gibi gece saat 23.00’den sonra belirli saat ve sefer aralıklarıyla otobüs seferlerinin konulmasını öneriyoruz.” 1 yıla yakındır biz de öneriyoruz.

Marka şehir önce yaşamalı
Biz de öneriyoruz çünkü nüfusu 5 milyona ulaşmış bir kentte, talepler de artar. Böyle bir kent, nüfus yoğunluğuna oranlı bir hareket yaşar artık. Gece 10’dan sonra eve gitme telaşına düşürürseniz o kent, saat 10’a kadar yaşar. 10’dan sonra ölü sokaklara hükmedersiniz. Kolay bir idare biçimidir. Ancak dünyada marka olmuş şehirler, etkinlikleri ve günü en uzun yaşayan uygulamalarıyla marka olurlar. Her dakikasına taliptirler içinde yaşayanların ve ziyaretçilerin. Yaşadıkça daha hızlı evrimleşir şehirler. Gelişmelerde, önden giderler.

Saat 10’da gecesi biten bir şehre de turist falan gelmez zaten. Gündüz gezer, gece eğlenir turist insanı. Bir ülkeye gelirken ilk baktığı şey ucuz ulaşım ve eğlence olanaklarıdır. Turistin ‘T’sine gelemezsek turizmin ‘T’sine de gelemeyiz. Gece en azından saat başları, şehrin merkezlerine 24 saat ulaşabilmeli herkes. Hem metro hem otobüsler, belki minibüslerle. Ankara, bu büyüklüğe ve talep edecek birikime ulaşmıştır.

Yaşamayan şehirde, sihirbaz olsanız yapabileceğiniz bellidir. Hele ‘Marka olacağım” diyorsanız, önce şehrin yaşaması gerekir.

17 Şubat 2013 Pazar

ULUS ESNAFININ HAKLI ŞİKAYETİ


15.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ulus’ta, çok uzun zamandır kendi haline bırakılmış bir kargaşa var. Aslında Ulus’un kalabalığını, kargaşasını severim ama sözünü ettiğim, o halinden uzaklaşan bir kargaşa. Caddeleri, sokakları, çirkinleşmesinden korktuğum bir gidişat içinde. Güzelim eski yapıları, mağazaları ya bozularak ya yıkılarak çirkinleşmişti, bir de sokaklarında, kaldırımlarındaki yaşam çirkinleşmesin. Kalabalık ve kargaşa, sokakta bir düzen varsa yaşam, kent açısından sağlık göstergesidir. Ulus, tam da böyledir işte. Ancak bıçak sırtındaki bu dengeyi, koruyabilirseniz tabii.



Esnafın şikayeti

2 gün önce Milliyet Ankara Gazetesi’nin manşetinde Şenay Güner arkadaşımızın ‘Duyun Bu Feryadı’ başlıklı haberi vardı. Feryat, Ulus esnafından yükseliyordu. Adım atacak yer bırakmayan işportacılardan, bozuk kaldırımlardan, heykelin çevresindeki kirlilikten, Emniyet Müdürlüğü'ne verilen yüzlerce şikayet dilekçesine karşılık alamamaktan, Altındağ ve Büyükşehir Belediyesi arasında kalmaktan şikayetçiydiler. Kızılay'a nasıl bakıyorlarsa, buraya da öyle baksınlar. Bizim tek amacımız, yeniden güzelleşmesi" diyorlardı.



Yürüyüşün niteliği

Ulus’a, işim olmasa da zorlama bahaneyle yolumu düşürürüm arada bir. Ankara, hala Kale’dir, Ulus’tur benim zihnimde. Uğramadığım zaman Ankara’yı unutacakmışım gibi gelir. Orada olduğunu görmeye giderim. Ulus metrosundan Ankara Palas’ı geçip heykele, oradan Hacı Bayram’a, Anafartalar Caddesi’ne ve eğer gücüm kalırsa Çıkrıkçılar’dan Kale’ye doğru bir teftiş yürüyüşü olur. Tersine yürürken mutlaka Hal’e, Ulus Çarşısı’na, orada (kapanmadan önce) Akman’a ve Heykel’e uğrarım. Genellikle dönüşte hava karardığı için, Heykel’in karanlığı bir kez daha içime dokunur. Aydınlatması, belki yılı geçti çalışmıyor. Meydana konan büyük ışıklandırma direğinden gelen ışık neyse o. İşte bu yürüyüşün niteliği, Ulus’taki değişimin ibresidir.



Hangi cadde ya da sokak olursa olsun yürüyüşün hoşça geçen ve geçmeyen kısımları olur. Bazı yerlerden kaçarcasına geçersiniz, bazılarında mıy mıy oyalanırsınız. Heykel’le Anafartalar Caddesi’nin Eski Adliye binasına kadar olan kısmı bazen çok yorucu olur. Kaldırımda yürümek hem kaldırımın bozukluğundan hem işportacılar yüzünden yorucudur. Bentderesi ve Hisar Yolu’na, arabalardan ara kalırsa ulaşabilirsiniz. Ulus’un tarihiliğini hissettirecek çok az mağaza ve bina kaldığı için ilgi azalır, kargaşası, yorucu olur eğlendirici değil.



Harareti soğutmalı

Yer yer ritmi bozuluyor yaşamın ve bozuldukça cezasını esnaf çekiyor tabii. Ulus, yaşayan bir kalabalık ve kargaşadan,  çirkinleşen bir keşmekeşe kaymak üzere. Esnaf doğru söylüyor; düzenli kargaşa, Kızılay’da nasıl sağlanıyorsa Ulus’ta da sağlanabilir. Daha önce öyleydi çünkü. Ulus esnafının  göstergelerine dikkatle bakmak, şikayetlerine can kulağı  vermek lazım. Motor yüksek hararet yapmış, patlamadan sokağı biraz soğutmak lazım.

13 Şubat 2013 Çarşamba

BAŞKENT ANKARA PLATFORMU

12.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi


2007 yılından beri oluşmaya çalışıyor. 6 Şubat 2013 günü sivil toplum örgütü başkanları ve Ankara’nın kanaat önderlerinden oluşan ve 45 kişilik Yüksek Kurul’u toplandı. Yüksek Kurul, Sanayi Odası’ndan Ticaret Odasına, rektörlerinden profesörlerine, eski milletvekillerinden halen görevli bürokratlarına, köklü büyük derneklerinden, sendikalarına, ilçe platformlarından hemşeri derneklerine kadar Ankara’nın önde gelen kurum ve kişilerinden oluşuyor. Geniş bir yelpazenin temsilcilerinden oluşan bu yapılanma, bir ‘Ağabey Dernek’ olarak kurulma aşamasına geldi. Yeni adı ‘Başkent Ankara Meclisi’ olacak. Bir ay içinde resmileşecek yeni dernek. “Ankara’nın lobisi yok” diyorduk, en önemli adımı atılıyor galiba.



Canalıcı saptamalar

Başkent Ankara Platformu, şu satırlarla dikkatimi çekmişti: “Başkent Ankara’nın nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Anadolu’dan göç ederek Ankara’ya yerleşenlerden oluşmaktadır. Ülkemizin çeşitli yörelerinden gelerek Ankara’ya yerleşenlerin büyük çoğunluğu, kurdukları hemşehri dernekleri ile dayanışmalarını sağlayarak doğal olarak memleketlerinin sorunlarına sahip çıkmaktadırlar. Ancak yaşadıkları başkentin sorunlarına uzak kalıp, bunun neticesinde başkenti adeta sahipsiz bırakmaktadırlar. Bunun için; Başkente sahip çıkmak, Başkentlilik bilincini ve hemşehriliğini geliştirmek üzere BAŞKENT ANKARA PLATFORMU kurulmuştur.



Bu paragrafın içinde, Ankara’nın sahipsizliğinin diğer yarısı vardı. Devletten, yerel yönetimlerden sonra, kentin sakinleri de kendi haline bırakmıştı başkenti. İçinde oturuyor, ekmeğini yiyor, çocukları büyüyor ama sahip çıkmıyordu. Ankara, dünyanın en hırpalanan başkentlerinden biri haline geliyor, yetmiyormuş gibi bir de adı “Gri kent” e çıkıyordu. Ne devlet büyükleri ne yöneticileri ne de sakinleri üstüne alınıyordu bu grilikten. Cefakar Ankara, hem bir başkente hem de herhangi bir kente yakışmayacak tutumlarla geçirdi son 60 yılını.



Platform neye sahip çıkacak

Başkent Ankara Platformu’nun son toplantısından birkaç cümle daha var ki oluşumla ilgili ümitleri yeşertiyor: “Bu hareket, başkentin güleryüzlülüğünü, efendiliğini, girişimciliğini, saygınlığını, tarihini, güzelliklerini, kültürünü ön plana çıkaracak. Üniversiteleriyle teknokentleriyle savunma sanayisiyle başkentin silikon vadisine ulaşmasına öncülük edecek, turizmin, sporun ve sanatın da başkenti olması için yenilikçi kalkınma projeleri ve fikirleriyle başkentin gelişmesine katkıda bulunacaktır.” Şu cümle, Ankara’yı çok ilgilendiriyor; “Platform olarak başkentte yaşayanları dikkate almadan onların hatıralarını göz ardı ederek yapılan yerel yönetim anlayışına ‘dur’ diyeceğiz.



Kendini Ankara’yla düşünmek

Bu platformda Ankara’nın çok ciddi dernekleri, kurumları ve kişileri var. Sadece şirketini, kurumunu ve kendini değil,  Ankara’yı düşünen bildiğimiz isimler. Kendini biraz bırakıp, Ankara’yı düşünme zamanı zaten. Bir dönem, ortak bir akılla şehri rayına sokmak, bir dünya kentine çevirmek gerekiyor. Kafasına esen, estiğini yapmamalı artık Ankara’da. Tüm Ankara’yı ve Ankaralılar’ı kapsayan, stratejik planları olmalı başkentin. Siyasilerin de yolu açacak desteği.



Ankara’nın, kendi kuyruğunu kovalamaktan kurtulması için bu lobinin oluşması, yani konuları, önem sırasıyla değerlendirecek ve kararlar oluşturacak bir ‘Ağabey Dernek’ şart. Biraz kendimizi, Ankara’yla düşünme zamanı. Karşılığını, her zamanki gibi fazlasıyla verecektir cefakar başkent. Gözümüz, Başkent Platformu’nda.

9 Şubat 2013 Cumartesi

ATATÜRK’ÜN ÖNÜNÜ KAPATAN TABELA


08.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Neredeyse hergün önünden geçip, iniyorum Kızılay’a. Ne kadar dalgın olsam gözüme iliştiğini fark ettim. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin karşısında, İçişleri Bakanlığı’nın dibinde, Atatürksüz Atatürk Meydanı’na bakan Emniyet Parkı’nın içinde, koca bir reklam tabelasının arkasında. 6 aydır bir Atatürk Anıtı var orada. Atatürksüz Atatürk Meydanı’na, Atatürk gelmişti 6 ay önce.



Olaylı Atatürk Anıtı

Gelişi olaylı oldu. Çankaya Belediyesi, 9 metre yüksekliğinde bir Atatürk Anıtı yaptırdı, yerine koymasına birkaç gün kala büyük bir reklam tabelası kondu önüne. Meclis, Çankaya ve Akay Yokuşu yönünden gelirken rahatça görülebilen anıt, sadece Meclis tarafından görülebiliyordu artık. Tabelayı koyan Büyükşehir Belediyesi’yle anıtı diken Çankaya Belediyesi’nin atışmaları eşliğinde açılış yapıldı. Büyükşehir Belediyesi, “Biz tabelayı dikerken anıt yoktu” diye savundu kendisini. Çankaya Belediyesi ise çok önceden saptanmış yere, tabelanın konmaması için bir ay boyunca görüştüklerini söyledi. Kim ne dedi, ne nasıl oldu diye tartışmanın bir anlamı yok, o tabela, Atatürk’ün önünü kapatıyor ya, şu anda görünen bu. Akşam iş çıkışı Meclis’in yanından Bakanlıklar’a inerken Atatürk’e değil, parlak ışığı ve albenili renkleriyle reklam tabelasına  bakıyorum. Gözler alıştı, reklam kurbanı Atatürk’ün, farkında bile değiliz artık.



Alışmamak lazım

Bir boynumuz kaldı asmadık, her yer reklam tabelası zaten. Bilmeyen biri gelse “Şu ne?” diye sorsa boş bulunup, “Tam buğday ekmeği” diyebilir insan. Gösterdiği yerde, önce ve daha çok, ‘tam buğday ekmeği’ reklamını görüyorsunuz çünkü. Hatta bazı açılardan tabela yüzü kapatıyor, Atatürk’ün bedeni, ‘tam buğday ekmeği’nin devamıymış gibi görünüyor. Alışmamak lazım. Devletinin kurucusu, iki belediye çekişecek diye bu durumlara düşürülüp, bir reklam tabelasının arkasına atılmamalı. Atıldığı gibi, normal bir şeymiş gibi aylarca kimsenin dikkatini çekmeden, bir ucube köşe olarak öylece bırakılmamalı. O tabelanın önünde durduğu adam, dünya tarihine kazıyarak imzasını atmış, hala gündemin ortasında bir lider. Bizim devlet büyüğümüz.



Bize yakışmıyor
Mustafa Kemal Atatürk, tabii ki tabelalarla gölgelenebilecek bir önder değil. Her gölgenin içinden, bir biçimde parlamayı becerdi bugüne kadar. Ancak şu manzara, ondan çok bize yakışmıyor galiba. O tabelayı oraya koyarken de hiç umursamadan önünden gelip, geçerken de.

6 Şubat 2013 Çarşamba

HER PATLAMADA EKSİLEN İNSANLIK


05.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Patlama sırasında gazetenin kapısındaydım. Karşımızdaki binanın camları dalgalandı. Paris Caddesi’nin üst kısmından geldi ses. Gazetenin, sokağı gören köşesine gidip, baktım. Önce bir şey göremedim. Patlamanın dumanı, belki 1 dakika belki daha uzun bir süre sonra çıktı. Yeri, o zaman belli oldu. Amerikan Büyükelçiliği’nin, 2 numaralı kapısı tütüyordu. Aramız, çatlasa 40 metre. Elçilik olunca ilk akla gelen ihtimal bomba oluyor. Hızla İstanbul’da, İngiliz Konsolosluğu’na yapılan bombalı saldırı geçti aklımdan. Aralıklı 2 bomba patlatılmış, asıl zararı ikinci patlama vermişti. “Ne oluyor” diye olay yerine gidenler, ikinci patlamaya yakalanmıştı. Milliyet Gazetesi’nin muhabirleri, fotoğrafçıları, daha dumanı çıkmadan olay yerindeydi.


Paris Caddesi'nde iki beden
İki polis, sessiz ve kararsız, elçiliğin güvenlik görevlisi, üstü başı toz, içeri girip, çıkıyor. Bağırma, çağırma, panik yok, çok fazla sessiz olay yeri. Çevredeki binalarda hasar görünmüyor, bazı camlar çatlamış sadece. 2 numaralı kapıdan sokağa, az biraz duvar parçaları savrulmuş. O yüzden ne olduğu, kapının önüne kadar anlaşılamadı. Ta ki o vücut parçasını görene, güvenlik görevlisi, bomba olduğunu söyleyene kadar. Patlayan kulübeye odaklanmış, çevremize dikkat etmemiştik. İki beden, Paris Caddesi’ne yayılmıştı.

Bombanın susturduğu sesler
Kulübenin sokağa bakan değil ama elçiliğin içine bakan kapısında, hasar daha büyüktü. Duman, 5 dakika sonra, daha yeni artmaya, yükselmeye başladı. En az 20 dakika sürdü şaşkınlık ve sessizlik. Sessizliği, ilk gelen ambulans bozdu. Sedyeyle içeriden, hareketsiz birini çıkardılar. “Kadınmış” uğultusu yayıldı. Çok geçmeden arkadaşlarımıza gelen bilgiyle bir kez daha sarsıldık; o kadın, gazeteci arkadaşımız Didem Tuncay çıktı. Sonra polisler, gazeteciler, kameralar ve canlı yayın arabalarıyla doldu sokak.

Toplumu olmayan medeniyet
Masum insanların arasında patlayan bombalar, günlük yaşamdan sayılır oldu. Dünyanın medeniyet seviyesi, gele gele terör denen kalleşçe bir mücadele seviyesine geldi. İnsan, bütün bir beden olarak kuracağına, iyice zerrelerine ayırıp, yok etmeye çalışıyor insanlığı. Bedeni bir araya gelemeyen insanın, toplumu nasıl bir araya gelecekse öfke ve şiddetle devam ediyor yok ediş. Toplum ve insanlığı olmayan insanlarla nasıl bir medeniyet kurabilir acaba dünya? Masum insanlar arasında patlayan bombaların günlük yaşamın parçası olması, insanlığın idaresinde, büyük bir beceriksizlik çağında yaşadığımızın göstergesi olabilir ancak. İnsan, insan olmaktan çıkarılıyor kendi eliyle.

Hayvan mı olmalı?
Paris Caddesi’nde insanlık, biraz daha eksildi. Terör Çağı’nda, yollara, ağaçlara, evlerin, arabaların camlarına lime lime saçılmış, paramparçaydı. Dünyanın her yanında patlayan bombalar, her patlayışında insanlıktan bir parça daha koparıyor, insan eksiliyor. Bu medeniyette, hayvan olmak mı daha makbul acaba? Bomba icat eden, bir de onunla kendini yok eden hayvan tanımıyorum çünkü ben.

4 Şubat 2013 Pazartesi

KAÇINCI TURA GEÇTİ HIRSIZLAR


01.02.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ankara’nın en hareketli, günden güne daha da hareketlenen bir hırsızlık piyasası varmış. Bizim çevremizde olup, bitiyor sanıyordum ama konuyu açınca sayılmadık semt bırakmadı dost ahbap. Türkiye’nin en çalışkan hırsızları, Ankara’da olabilir. Bizim mahallede olduğu gibi başlamış, bitirmiş, dördüncü beşinci turu atıyorlar bazı semtlerde. Bir ailenin bütün birikimini çalabilir, bazılarının hayatını karartabilir sonra da elinizi kolunuzu sallayarak sokaklarda dolaşmaya devam edebilirsiniz. Hani hırsızlık suç olmaktan çıkmış da yanlışı yakalanınca belediye zabıtasının ceza kestiği esnaftan sayılır olmuş gibi.


Disiplinli randevulu hırsızlık
Bizim sitede 10 yılı aşkın bir süre içinde üç 3 ya da dördüncü tur oldu soyulmadık ev bırakılmayan. Sonra listeden devam edip, site site apartman apartman, devam ediyorlar galiba. Liste tamamlanınca başa dönüyorlar. Batıkent Kardelen Mahallesi’nde, 15 yılı aşkın bir süredir önüne geçilemedi hırsızlık faaliyetinin. Yavaşlamadı bile. Geçen muhtarlığımız üçüncü kez soyuldu. Hatta yakında randevulu sisteme geçilebilir. Evden bir iki saatliğine çıkmak bile yeterli artık, o kadar sistemli, disiplinli bir piyasa maaşallah. O saatler arası randevu verilmiş gibi geliyor, televizyonu, parası, altını derken bir evi derleyip, toparlıyor, götürdükleri ve gittikleriyle de kalıyorlar.

Hırsızlık Turnuvası
Bizim mahalle iflah olmuyor sanıyordum meğer Ankara’nın neredeyse her semtinde tur bindirmeye devam ediyorlarmış. ‘Semtlerarası Hırsızlık Turnuvası’ mübarek; disiplinli ve sistemli çalışan, emeğinin karşılığını fazlasıyla alıyor çok şükür. Çaldıkları altınları, madalya diye takıyorlardır birbirlerine. Bir ailenin birikimini, çoluk çocuğun geleceğini götürene ödül!

Bu ne rahatlık?
“E adam hırsız, işi bu, götürecek” diyebilirsiniz. İyi de efendim, evimiz de para çekmeye geldiğiniz banka şubesi değil ki, ne bu rahatlık. İnsan kapıya “Şu saatler arası kapalıyız” diye yazı koysa dünya hali, bir aksilik çıkar, bu kadar düzenli yine denk getiremezsiniz. Şu disiplinin çeyreği olsa devlette, Türkiye’nin önünü kimse tutamaz. Baştan aşağı bir semti elden geçiriyor, başa dönüp, tekrar başlıyorlar. Artık hırsızlık piyasası nasıl bir hacme erişmişse evlerden çalınanlar, düşük meblağ muamelesi görür olmuş. Yani devleti, emniyeti, bunun için rahatsız edene gülünüyor. Dostlar arasındaki sohbet içinde yakınacak olunca, saf durumuna düştüm biraz.

Suçtan sayılmaz olmuş
“Hapishanelerde yer kalmadı” diye son birikimi olan çok kişinin canı yanıyor. Anladığım kadarıyla pek suçtan bile sayılmaz olmuş devletin gözünde. İcrası bu kadar kolay, kazancı bu kadar yüksek meslek olunca bir yandan da özendirici oluyor tabii. Hak yemeye özeniyor, hukuka “guguk” diyor insan!

1 Şubat 2013 Cuma

POLİS AMCA İLKÖĞRETİM OKULU


29.01.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi

Semtin tek ilköğretim okulu, Çinçin’de bir vaha. 50 yıldır suçlarla anılan bir bölgenin ortasında, suç ve suçla mücadelenin simgesi olmuş. Adı da oradan geliyor; polis amcalar, çoğu suça karışmış anne-babanın masum çocuklarını, suç ortamından uzaklaştırmak için bu okulla özellikle ilgilenmiş, özen göstermişler. Ancak son yıllarda yine ihmal edilir olmuş. Elinizi bir uzatınca, cevheri yeniden parlamaya başlamış.



Robot Yarışması’nda tek devlet okulu

9-16 yaş arası çocukların, bilim ve teknolojiye ilgisini ve merakını uyandırmak, yaşam becerisi kazandırmak için bir yarışma tasarlanmış. İlk Lego Ligi (First Lego League), ‘Türkiye’de Bilim Kahramanları’ adıyla bir Robot Yarışması düzenlemiş. Polis Amca İlköğretim Okulu, Ankara’dan katılan tek devlet okulu olmuş. Diğer 25’i özel okul. Ankara’nın göbeğinde 1030 öğrencisi olan ama 10 öğretmen kadrosu boş, bir tane hademesi olan bir okul. Küçücük bahçesi, bölgenin tek oyun alanı.  Öğrencilerin çoğunun anne-babası ya da akrabası cezaevinde. OSTİM Vakfı ihmali görmüş, elini uzatmış. Şimdi okulun kazan dairesinde, harıl harıl robot tasarlıyor 8 öğrencisi.



Örnek öğretmenler örnek OSTİM

Yarışma 16 Şubat’ta. Öğretmenleri İsmail Dönmez ve Seracettin Gürbüz’le her fırsatta laboratuardalar. Okul Müdürü Mete Kızılkaya, gelişmelerden çok memnun, aynı zamanda heyecanlı. “9 branşta 36 tane takımımız var. Salonumuz yok ama hentbol takımımız var. Futsal, futbol, kız futbol, güreş, judo, boks, masa tenisi takımımız, 3 tane de halkoyunu ekibimiz var. Geziler düzenliyoruz. Bu faaliyetlerimizi OSTİM gibi kuruluşların ve hayırsever vatandaşlarımızın katkılarıyla gerçekleştiriyoruz” diyor. Yani çocuklar harıl harıl robot yaparken öğretmenleri de harıl harıl onların gelecek ümitlerini diri tutmaya çabalıyor. Bölgede ihmale gelmez, boşluk kabul etmez alışkanlıkların, çocukları yutmasına engel olmaya çalışıyorlar. OSTİM, sanayide, meslek okullaşmasında, çıralık eğitimlerinde gösterdiği örnek davranışlara, bir yenisini eklemiş oluyor.



Ankara’ya, Polis Amca İlköğretim Okulu’ndaki gelişmeler gibisi yakışır. Başkent olmak, budur işte. Pırlanta gibi parlayan çocuklarımızın gözlerinden, öğretmenlerinin ellerinden öpüyor, OSTİM Vakfı’nı, sıkı bir tokayla tebrik ediyorum.



Ayaşlılar Derneği
26 Ocak’ta Ayaşlılar Derneği, her yıl yaptıkları ‘Ayaşlı Kadınlar Buluşması’na davet ettiler. Ayaşlı kadınları kaynaştırmak amacıyla yapılıyor buluşmalar. Bu kez Ayaş’taki Ayaşlı kadınlar ve Ankara’daki Ayaşlı kadınlar buluştu. Ev kadınından profesörüne kadar, 230 kadın dayanışma için toplanmıştı. İhtiyacı olan çocuklarımıza destek olmak için el işlerini sattılar. Ben vardığımda kapış kapış satılmış, bitmişti bile. Ayaşlı hanımlara ve yaptığı konuşmayla beni Ayaşlı ilan eden Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç’a, davetleri, ilgileri ve iltifatları için çok teşekkür ederim. Kim olursa olsun nerede olursa olsun, hele Ankara’da özlediğimiz bir dayanışmanın içinde olmak, ümitleri tazeliyor.