31 Mayıs 2017 Çarşamba

BİR SEL DAHA GEÇTİ ANKARA’DAN



30.05.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Geçtiğimiz Cumartesi gök, bu kez Batıkent-Keçiören semalarında yarıldı. Anayollar nehir, ara sokaklar dere oldu aktı, çukurlarda, otobüslerin bile geçemediği derin göletler oluştu. Demetevler’de şiddetine yakalandığımız sağanak yağış, Batıkent’ten Keçiören’e doğru yağmıyor, dövüyordu adeta şehirciliğini cezalandırırcasına.

Bastırıyor sağanak
Abidinpaşa’dan akşam 6 buçuk gibi ‘Özel Halk Otobüsü’ dediğimiz mavi otobüse binmiş, Batıkent’e gidiyorduk. Hava karardı ama zaten kaçtır kararıyor, biraz serpiştirip geçiyordu. Demetevler Çiftlik Kavşağı’na doğru yağmur şiddetlendi, Lalegül Kavşağı su içindeydi. OSTİM’e doğru bütün yollar dere olmuş yokuş aşağı akıyor, OSTİM girişinde arabaların lastikleri kayboluyordu.
Etlik


Yol boyunca gözlerimiz ızgara arıyordu nereye gidiyor bunca yağmur diye. Batıkent’e geldik, Gimsa önündeki ışıklara yaklaşırken 50 metre önce durdu otobüs, kapıları açtı şoför, “Mesa yolu kapanmış, sağdan gideceğim, inecek varsa insin” dedi.
Burada niye indiriyorsun, (sağa döner dönmez durak var) durakta indirsene kaptan” dedik..
Olur abi, herkesi evine bırakıyoruz zaten” dedi.
Eve bırak demiyoruz, zaten durağın önünden geçeceksin, burada niye indiriyorsun?
Vazgeçtim ben soldan gideceğim” deyip indirdi bizi ve inmemizle sırıl sıklam olmamız bir oldu. Şemsiyenin de bir anlamı yok, karşıdan karşıya bileğine kadar batmadan geçemiyorsun zaten.
Batıkent - Hacı Sabancı yüzme havuzu kavşağı


Şoförün acımasızı
Bu arada saat 7’yi 25 geçmiş, kavşağın trafik lambaları yanmıyor, trafik kilitlenmiş ve bizim soldan gidecek ‘halk’ otobüsü sağdan, yani bizi indirebileceği durağa doğru saptı ve gitti. Yağmur acımıyor, şoförün de acımasızına denk gelmiştik. Seni unutmayacağız 06 GA 5071’in şoförü, insanlığın neresine koyacağımızı bulana kadar!

Geldik sırıl sıklam durağa, o kilit trafikten çıkabilen otobüsümüz gecikmeli durağa geldi, bindik ve yol boyunca birikmiş sular içinde savrulmuş, kaldırımlara çıkmış, direklere vurmuş arabalar gördük. Atlantis Alışveriş Merkezi’nin iki yanındaki kavşak kapanmış, koca otobüs ara sokaklardan gitmeye çalıştı.
Batıkent - Atlantis yanında Halk Ekmek önü


Sel hakikaten gelmiş
Battı balık yan gider, iyice ıslanarak 8 buçuk gibi eve vardık. Batıkent merkezden 5 dakikalık otobüs yolunu, 1 saatte gelmiş olduk. Kapıda komşuyla karşılaştık. “Yahu ne yağmur, her yer kapanmış” dememizle “Gerçekten sel Ali bey, şaka değil” dedi. Atlantis yakınlarındaymış, lastiğin üstüne kadar su, ara sokaktan kaçayım derken aynadan görmüş: “Bildiğiniz sel geldi ve arabaların üzerinden aştı, birbirine girdi arabalar” dedi. Vay bee memlekete bak, yakında herhangi bir dere, nehir ya da deniz olmasa da bir biçimde sel gelip buluyor adamı!
Batıkent - Medikalpark girişi


Şehirli kendi başına
Hiçbir resmi araç, gösteriş misali adetten konmuş gibi işlevsiz ızgaraları açma çalışması göremedik, eve gelince bir açıklama duyamadık ilgilenen vardır diye.

Suya gömüldüyse motor biter” dedi ertesi gün bindiğimiz taksi. Kaç araba böyle telef oldu acaba? “Yağışı görünce ben zaten hemen eve çektim arabayı” dedi uyanıklığını perçinleyen ifadesiyle. Evet, hakikaten yolcu almak için neredeyse üzerimize çıkan taksiler, böyle bir havada buharlaşma değil ışınlanmıştı. Şehrin sakinleri, bir kez daha kendi haline terk edilmişti karşılaştığı bir başka zorlukta.

Ankarasel’e geçelim
3 yıl önce başkentin adını ‘Ankarasel’ diye değiştirmeyi önermiştik. Teklifimiz hala geçerli. Daha uzun süre de geçerli olacağını düşünüyoruz bu şehircilik ve öncelikler sırasını şaşıran anlayışla. Arkamıza bakmadan, bir de 10 milyon turist getirme hayali kuruyoruz önümüzde. 

Fotoğraflar: Ankara'da Trafik sayfasından ve vatandaşların paylaşımlarından..
Akşemseddin Cad.


Batıkent - Harb-iş 5 sitesi 1

Batıkent - Harb-iş 5 sitesi 2


Batıkent - Mesa
Batıkent - Mesa 2

Batıkent - Yenimahalle Devlet Hastanesi sapağı

Batıkent

Keçiören - Bağcı Caddesi

Eskişehir yolu

Etlik 2

Etlik - General Doktor Tevfik Sağlam Caddesi

Etlik - General Doktor Tevfik Sağlam Caddesi 2

Etlik - Mustafa Üstündağ Sokak

İvedik çevre yolu çıkışı

Keçiören - Kuyubaşı metrosu

Keçiören - Kuyubaşı metrosu 2

Keçiören - Kuyubaşı metrosu 3

29 Mayıs 2017 Pazartesi

SEBZE MEYVE PİDE



27.05.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Çok kullandığımız laf: “Mutfakta yangın var!” Kişi başına düşen milli geliri yüksek gelişmiş ülkelerde, çok daha zengin oldukları halde yoktur nedense bu yangın. Etinde yoktur, sütünde yoktur, ekmeğinde yoktur... Ülkede yetişmeyen sebzede meyvede yüksek fiyatlar olur, o da iklimin dayatmasıdır, bazı şeyler bazı iklimlerde yetişmeye uygun değildir, farkını verirsiniz başka ülkelerden gelince.

Et fiyatlarındaki uçurumu da açıklayamadığımız gibi son zamanlarda sebzede, meyvede, bakliyatta tarlayla hal arasında, halle pazar arasında acayip fiyat farkları oluştu bir mantıklı açıklaması olmadan. Açıklaması var da sonucu değiştiremiyor kimse, bu bilinenin içindeki sır nedir, onu çözemiyoruz millet olarak. Bir karanlık koridor var o arada, ne oluyorsa orada oluyor.

Satarken alıcı olduk
Dört mevsimi bir arada yaşayan, ülke büyüklüğünde tarım ve hayvancılığa uygun arazileri bulunan, güneşi, yağmuru, karı eksik olmayan bir ülkeyken düne kadar dışarıya sattığını dışarıdan almaya başlayan bir ülkeye dönüştük bu arada dünya ters yüz olmadığı halde.

10 bin kilometre öteden Kanada’dan mercimek, Amerika’dan bezelye, Meksika’dan nohut, Çin’den sarımsak, kuru fasulye, Japonya’dan ayçiçeği, geliyor. Küçücük Lüksemburg buğday satıyor bize, Fransa arpa, İran, nar, kavun, karpuz.

‘Tanzim Satış’ hakkımızdır
İçeride yetişen sebze, meyve, tahıl ya da bakliyat, tarladan pazara 10 katından aşağı ulaşmıyor. Nasıl oluyor böyle akla, hesaba, kitaba uymayan bir fark? Üretim sürecinden pazara kadar ne olup bittiğinin cevabı da açıklaması da var. Var ama sonuç değişmiyor işte, sorun burada; koca bir milletin beslenme dengesi ve düzeniyle oynanıyor, kendi ülkesinde yetişeni yiyemiyor içemiyor yurttaşları.

26 Nisan’dı, Belediye Başkanımız Melih Gökçek, “Bir hafta müsaade ediyoruz. Fiyatlar düşmezse, ’Ankara Tanzim Satış’ hayırlı olsun" demişti bu yüksek fiyatlara tepki olarak. Uygun fiyata satacak mağazalar açılacaktı yani fiyatlar böyle devam ederse. Bugün 27 Mayıs, bir hafta denmişti ama aradan bir ay geçti, fiyatlar Melih beye kafa tutmaya devam ediyor. Hatta değişik semtlerde kaçak haller olduğu ortaya çıktı bu arada. Nitekim ’Ankara Tanzim Satış’, artık hakkımızdır.

Denetimsizlik demek değil
Ramazan geldi, pide fiyatları oturdu gündeme. Ankara Halk Ekmek 250 gram pideyi 70 kuruştan satacağım diyor, fırıncılar, 300 gramı 2 liradan. Kaldı ki bu fiyat farklarını, Ramazansız ekmek fiyatlarından da biliyoruz zaten.

Geçen yıl 30 hafta boyunca 62 meslek odamızın sorun ve taleplerini ele aldığımız ‘Söz Esnafın’ yazı dizimizde, ilk sırayı ‘denetim eksikliği’ almıştı söyleşiler boyunca. Sonra da aslında yeterli olan yasaların uygulama zaafları alıyordu sırayı. Meydanın boş bırakıldığı hissi kalmıştı söyleşilerden geriye.

’Ankara Tanzim Satış’ı zaten isteriz de bu hale gelmeden önce yasalara uygun ticaret yapıldığının denetleniyor olması lazım değil mi? Serbest piyasa, kontrolsüzlük demek değildirki.

25 Mayıs 2017 Perşembe

MARKALARIMIZ İSTANBUL’A MI EMANET?



23.05.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Değeri yaratmak, üretmek zor olan. Onu pazarlayacak düzeneği de kuracaksınız. Kurmazsanız emeğin kaymağını, başkaları gelir parmaklar, bir güzel de ağzına çalar gözünüzün içine baka baka. Ankara, markalarını pazarlayamadığı için ya toptan firmaların genel merkezlerini hatta fabrikalarını kaptırıyor İstanbul’a ya da tanıtım ve pazarlama giderlerinin kaymaklı kısmını İstanbul’a akıtıyor. Yaratılan değer, şehrine yaramıyor velhasıl.

Marka olmayı biliyoruz da..
Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) 4 yıldır düzenlediği ‘Shopping Fest’ten (Alışveriş Şenliği) fayda görülememiş, bir de ‘Ankara Marka Festivali’ni denemiştik 14-15-16 Aralık 2016 tarihinde. İlan tabelaları, popülerlikle markalığı karıştırılmış isimlerle şehrin dört bir yanına dağılmış, 40 konuşmacının 7-8’i Ankara’dan söz alabilmişti.

Aslında Ankara’da marka olmuş ama marka değerini hakkıyla pazarlayamadığı için İstanbul’a gitmek zorunda kalan firmaları ve kişileri dinlemek daha öğretici olabilirdi belki ama markadan çok popüleri öne çıkaran bir İstanbul rüzgarı, esti gitti pek de kalıcı bir iz bırakmadan. Affedersiniz ama biraz da başkentin insan niteliğini kavrayamamış bir üslupla alıştığı popüler damardan geldi İstanbullular.

Niye gidiyorlar?
Kaldı ki İstanbul’da her alanda köklü kurumların, firmaların, kitle iletişimi alanında pek çok tanınmış şirket ve ismin çıkış kaynağı Ankara’dır, dediğimiz gibi, onların niye gittiğini tartışmak, daha öğretici olabilirdi başkenti uyandırmak için. ‘Ankara Marka Festivali’nde bize sunulan, en iyi iletişim fakültelerinin olduğu şehirde zaten öğrenilirdi sorulsaydı. Onlar da dünyayı, tanıtım ve pazarlama yöntemlerini yakından takip edebiliyor yeterince güncel olarak.

7 Haziran 2016’da ‘Markasına SahipÇıkamayan Ankara’ başlıklı köşemizde, ‘her şeye muhalif’ durumuna düşmemek kaygısıyla üstü kapalı olarak işlemiştik bu konuyu. Düzenin İstanbul’da nasıl çalıştığını anlatmaya çalışmış, “Değer yaratmanın altyapısı vardır ama kaymağını alacak üst yapısı yoktur” demiştik Ankara’ya mahsus.

Popülerlik yetmez başkente
Başarılı insanlar, fikren beslendiği ortamı kaybetmek pahasına gider, firma, nitelikli işgücünü terk etmek pahasına gider.. Özel sektörü bile devlet dairesi ufkuyla çalışır” demiştik bürokrat kafanın tıkadığı şehrin etkinlik düzeyini ifade etmek için. Tanıtım ve pazarlama, etkinlikle hareketle olur, devlete ve birkaç firmaya sırtını dayamış organizasyon şirketi, ajans ya da yapım şirketlerinin beylik işleri ve atıllığıyla olmaz.

İşte ATO’nun 27-28 Nisan’da düzenlediği ‘Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi’nde geçti yine aklımızdan; Türk tarımı ve ürünlerin pazarlanması açısından stratejik önem taşıyan bu zirve, içerikle örtüşmeyen İstanbul popülerlerinin gölgesinde bırakılıyordu. Öne çıkan popülerler, hedef kitleye seslenmeyeceği gibi zirvenin de başkentin de derinliğine uygun olmayan seçimlerdi.

Derinliği kaybetmeden
ATO, yeni başkanıyla beraber başkentin hayati sorunlarına el atıyor, dillendiriyor, hamle ediyor. Bu da ciddi bir sorunudur başkentin. Derinliğini kaybetmeden bir tanıtım ve pazarlama ağı kurulmalı başkentte. Organizasyon, yapım şirketleri ya da ajanslar buna yönlendirilmeli, kendini buna göre yeniden yapılandırmalı. Popülerlik, marka olmak için yeterli değildir, bu ayrımı doğru tespit edebilen firmalar oluşturulmalı, onlarla çalışılmalı.

Bu nitelikte bir kitle iletişim altyapısı, ister ticaret ister sanayi ister sosyal alanda ya da kişiler açısından olsun, acil bir ihtiyaçtır ve olmayışı, en azından 50 yıldır başkente kan kaybettiriyor. İlgili firmalar, ilgili sivil toplum örgütleri ve resmi kurumlarla bir de bu konuda baş başa vermek gerekiyor.