26 Şubat 2011 Cumartesi

BAKAN GÜNAY’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


25.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, “Büyük önder Atatürk’ten sonra Ankara’nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici, Ankara sınırlarından geçmedi” demesi acımızı tazeledi. Neymiş bu Ankara’nın günahı da gördüğü eziyetin benzeri ne bir kente ne de başkente nasip olmuş? Yedi düveli dize getiren devlete ev sahipliği yapması mı, arsızların efendiliği yenik düşürmesi mi yoksa yedi düveli dize getirenleri bağrında yatırıyor olması mı? Ağır bir günahı olmalı mutlaka çünkü böyle kayıtsızca hırpalanan kenti zor bulursunuz yeryüzünde.

Atatürk’le Jansen
Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen’le Mustafa Kemal, Ankara Planı önlerinde açık, konuşuyorlar. Jansen anlatıyor; “Yepyeni bir şehir kuracaksınız. Size, şehircilik sanatının son sözlerini getiriyorum. Dünya’ya bir örnek vereceksiniz” diyor. Atatürk, heyecanlanıyor. Kendini kaptırıp, Jansen’e, masraftan kısılabilecek öneriler bile getiriyor. Jansen, tecrübesiyle soruyor: “Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?” Atatürk kızıyor; yedi düveli dize getiren, şaşırtıcı devrimleriyle tarih yazan yeni devletin önderi olarak. Bütün bunları başaran, bir şehir planını uygulamakta mı zorlanacakmış?

Ne yazık ki Jansen haklı çıkıyor. Öngörüsüz idarecilerle kıt akıllı vurguncular, planı oraya buraya çekiştirip, aslından koparıyorlar. Dünya’ya örnek olması beklenen şehir, Atatürk’ün zoruyla bir aşamaya kadar geliyor ancak ölümüyle vurguncular ve yetersizlerin elinde oyuncak oluyor. Daha sonra uygulanmak istenen planlar, aynı kaderi paylaşıp, Ankara’ya yararlı olamıyor. 8-10 yılda Ankara, kazandığıyla kalıyor. O haliyle bile dünyayı şaşırtan gelişmesi, diplomatların, gezginlerin anılarına, ibretlik satırlar olarak yansıyor. Ama bitmiyor da bitmiyor didiklenmesi.

Çirkinlik ve ölçüsüz çıkar hırsı
Görkemli bir kayalık kaide üzerinde yükselen gösterişli Kalesi ve eteklerine yayılan masallardan çıkma şehri, yanlış planlama ve çirkin yapılaşmanın kurbanı oluyor. Çirkinlik ve ölçüsüz çıkar hırsı, Eski Ankara’yı hatta Cumhuriyet yapılarını, eziyor, yokediyor adeta. Sanki kendi yapmış gibi ‘gri’ olmakla kişiliksizlikle suçlanıyor Ankara. Yamayla da kapanmıyor ayıp. Topyekün bir seferberlik ilan edilmeden toparlanması, eski güzelliğine kavuşması zor görünüyor.

Sıçramanın eşiğinde
Her şeye karşın sizin de dediğiniz gibi, kentin yeniden ortaya çıkma çabası var sayın Ertuğrul Günay. Kent için hazırlanan yeni ve hayırlı olduğu söylenen bir stratejik planın dedikoduları geliyor kulağımıza. Hamamönü’nden başlayan düzenlemeler, inşallah Kale ve Ulus’a, oradan tüm kentin tarihi dokusuna yayılacak. Yeni Ankara’nın aksamaları, modern bir başkente yakışır biçimde düzeltilecek, Eski Ankara, yenisine boğdurulmayacak. Bir de sayın Günay, o güzelim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 2 metre dibindeki sergi salonunu, mimari dokuya tamamen aykırı biçimde ve granitten yaptırabilen yetkililere, umarız bundan sonra, görev verilmeyecek.

Bu resme sizden daha eleştirel bakmakla beraber yeni gelişmeleri değerlendirince, sizin kadar ümitvar olduğumu belirtmek isterim. Sıçrayacak ta ne kadar bakalım. Yarım yüzyılı aşkın bıkkınlıkla sinir uçları uyuşmuş Ankaralılar’ı uyarmayı başarabilirsek hangi çılgın bu sıçramanın önünde duracakmış, şaşarım!

23 Şubat 2011 Çarşamba

15 MART’I BEKLERKEN


22.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Geçen hafta yapılan ‘Ankara Kalesi Toplantısı’yla ilgili eksik ya da yarım kalan noktaları tamamlamamız lazım. Meraklısından gelen sorular, köşemize sığdıramadığımız bilgi ve kanaatleri de eklememizi gerektiriyormuş. Ankara basınının gösterdiği sınırlı ilgiyi, benim coşkulu satırlarımla çelişir bulmuş olmalı okurlarımız. Tereddütte kalmış, soruyorlar; “Sahi yazdıklarınız olabilir mi?” diye. İlgisizliğe alıştırılmış Ankara, her gelişmeye sınırlı ilgi gösteriyor. O yüzden basının sınırlı ilgisini de Ankaralı’nın tereddütünü de hoş görmek lazım.

Etkin bürokrat ve sivillerden 40 kişinin katıldığı toplantıda, aynı çekimserliği bazı katılımcılar da taşıyordu. ‘Kale Eylem Planı’ diye başlıklar sıralanıp, arkasından görevlendirmeler yapılınca lafla torba doldurma toplantısından çıktı iş. Yükün ağır kısmını Ankara Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Altındağ Belediyesi ve Ankara Emniyet Müdürlüğü üstlendi. Sivil toplum örgütleri, tutuk kaldı diyebiliriz.

Altyapı
Kale’ye özgü, geçici de olsa kurumlar arası işbirliği yapılıp, altyapı çalışmalarının tek elden yürütülmesi gerekiyor. Yarım yamalak olacak iş değil. Bu yetki, su ve lağım kanalları, yeraltına inecek elektrik ve telefon tesisatı ile aydınlatma çalışmalarını yüklenecek Büyükşehir Belediyesi’ne tanınmalı belki de. Kale’nin altyapı sorunu, halı altına süpürülemeyecek çirkinliktedir artık. Yarım yüzyıldan fazladır süpürülüyor, daha fazla kaldırmıyor halının altı. Altyapı, kilit taşıdır bu projenin.

Projeleri önce danışın
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları, tarafsızlıklarını korumak için bu tür toplantılara katılmazlar. Kale Toplantısı’na katıldılar. “Projelerinizi derhal getirin, hızla sonuçlandırmak için elimizden geleni yapalım. Yeter ki hazırlarken bize de danışın” dediler. Önemli ama fark edilmeyen bir ayrıntısıydı toplantının. Bu arada Atpazarı Meydanı’nın projesi çoktan onaylanmış, zahirecileriyle beraber Büyükşehir Belediyesi’nin uygulamasını bekliyor.

Güvenlik
Ankaralılar’da, Kale’nin, güvenli olmadığı izlenimi var nedense. Toplantının olduğu gün Milliyet Ankara’nın yönelttiği sorulara da bu yönde yanıtlar vermiş Ankaralılar. Oysa 14 ayda saptanmış 33 olay var bölgede. Kale, pek çok yerden daha güvenli ama bir ‘güvensizlik algısı’ var Emniyet Müdürümüz’ün dediği gibi. Kararlaştırılan önlemlerle bu algının çok kolay aşılacağına eminim; hiç Kale’ye güvensizlik duymamış biri olarak. Daha iyi olacak ama güvensiz değil Kale, aklınızda olsun.

Define sandığı için seferberlik
Türkiye, turizmde ilk 5’e girmeye hazırlanıyor. Maalesef Türk turizmine yön vermeye çalışan birçok şirketin sahibi, Kale’yi de Ankara’yı da bilmiyor. Ankara’nın sermayesi, Kale’yi hep gözardı ediyor. Sanki tozlu, hırpalanmış bir define sandığı, kentin göbeğinde dikkatlerden kaçıyor. Tozu üfürülüp, kapağı açılsa eteklerine doğru bir ışıltı yayılacak. Bu hazineyi günyüzüne çıkarmak sadece dar bir çevrenin ya da Ankaralılar’ın değil, devletin de görevidir. Yaşadıkları kente, gönül borcudur. Çankaya’dan, Bakanlıklar’dan ya da Söğütözü’nden bakınca solgun Kale ışıkları, içini burkmalı herkesin. Seçim bahanesiyle lütuf buyurup, vekillerimiz de ilgilenirse müteşekkir kalırız kendilerine.

Sahi yazdıklarınız olabilir mi?” sorunuza gelince; “15 Mart’ı bekleyelim, o toplantının ruhu, fişeğin ateş alıp, almadığını gösterecek” diyorum. Aslında kişisel kavgalar, bir kez olsun Ankara’nın önüne geçmezse müthiş bile olacak ama dilimi ısırıp, şimdilik onu diyemiyorum!

19 Şubat 2011 Cumartesi

KALE UYANIYOR UYUMA ANKARA


18.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

15 Şubat 2011 tarihini, bir uyanışın kıpırdanma günü olarak kaydedebilirsiniz. Ankara, Ankara Kalesi’nden başını kaldırıp, uyanmaya hazırlanıyor. Ankara Valiliği, bir ‘Ankara Kalesi Toplantısı' düzenledi, dinlerken koltuğuma sığamadım keyfimden. 40 kişi bir masanın etrafında, hepsi konusunun uzmanı. Haberlerimizde de okumuşsunuzdur, hepsi hedefe yönelik, etkin isimler. Ağızlardan hep aklın sesi çıktı. Dersini eksik çalışanlar azınlıktaydı! Yani bıdı bıdı konuşma toplantısı olmadı. Dopdolu bir 3 buçuk saatti; güncel, mantıklı, somut öneri ve önlemler konuşuldu. Bir koşu Kale burçlarına çıkıp, Bentderesi’ne doğru derin boşluğa nara atıp, geri gelmek geçti bir ara içimden. Önemli bir şey kaçırırım diye dışa vuramadım içimi!

Röntgen filmi
Neler öğrendik:
Ankara Kalesi Derneği Başkanı Şevket Bülent Yahnici’yi, 10 yıldır kimsenin dinlemediğini.. Ankara’yı, yılda en fazla 35 bin yabancının gezdiğini.. Gelen turistin, eksik ve yanlış tabelalar dolayısıyla Kale’yi bulamadığını.. Ulaşımın, değil turist, Kaleiçi ve çevresinde çalışanlar için bile zor olduğunu.. Bir turizm danışma bürosunun olmadığını.. Daha beteri Kaleiçi’nde, umumi tuvalete ihtiyaç duyulmadığını.. 800 yaşındaki Alaeddin Camii, ibadet dışında kapalı tutulduğu için, turistlerin kapı kilitlerini incelediğini.. Daracık Kaleiçi sokaklarını, arabalarla yayaların paylaşamadığını.. Sadece yerel yemekler sunan lokantaların, hala olmadığını.. Akşamüzeri, daha ortalık sakinleşmeden, turistlerin, çöp yığınlarıyla tanışma olanağı bulabildiğini.. Altyapı çalışmalarının, çok başlılık nedeniyle sürekli geç ya da eksik yapılabildiğini.. Kale ve çevresindeki düzenleme çalışmalarında en önemli engelin, miras sorunları ve işgalcilerden kaynaklandığını, en çok sesi de işgalcilerin çıkardığını.. ‘Kaleli Şehirler Birliği’ diye anılan uluslararası derneğe, Altındağ Belediye Başkanımız’ın, çağırıldığı halde üye olmaya utandığını..

Tedavi için
Yanı sıra olumlu şeyler de öğrendik:
Büyükşehir Belediyesi’nin, altyapı çalışmalarına başlayacağını örneğin. ‘Altyapı’ bir sözcük olarak geçiyor ama Kale’nin, en zor çalışması aslında. Elektrik, su, kanal, aydınlatma, kabloların yeraltına alınması gibi çok kapsamlı bir içeriği var. Güvenlik ve trafik düzenlemesine yönelik planın da hızla gerçekleşeceği izlenimi edindik. Güvenlik konusunda çok ilginç bir saptaması oldu Emniyet Müdürümüz Zeki Çatalkaya’nın; bölgede, suç oranı çok düşük olmasına karşın bir güvensizlik algılaması olduğuna değindi. Orada yaşamadığım için, hep savunmaya çekindiğim bir düşünceyi doğrulamış oldu; Kale’den korkmayın! Yine de güvenlik için gerekli önlemlerin, ziyaretçileri de rahatsız etmeyecek biçimde, hızla alınacağını belirtti. Esnafın talebiyle Mobeseler, plana dahil edildi. Ankara Ticaret Odası, ziyaretçileri, sadece Kale çevresinde değil, Ankara’da da gezdirmek için elektrikli tren, turistik traktör ya da otobüs gibi ihtiyaçları karşılama önerisi getirdi. Esnaf, Kale sakinlerine, çevredeki okullarda eğitim vermeye hazırlanıyor; ziyaretçilerin nasıl ağırlanacağını, çevrelerine sahip çıkmayı anlatacaklar. TRT’yle Altındağ Kaymakamlığı, bir dizi belgesel çekimi için hazırlık yapmış. Bir özel havayolu şirketi, Ankara’dan değişik illere günlük uçuşlar için 14 uçak satın almış, üstelik uçuşlar başlamış.

Her ay toplantı her ay ziyaret
Kale Eylem Planı’ şikayetler, öneriler ve yapılacaklar listesiyle gözümüzün önünde, büyük bir ekranda sıralanarak yapıldı. Görevler, hemen toplantı bitiminde dağıtıldı. Büyükşehir, Altındağ Belediyesi’ne, Valilik, her ikisine maddi ve manevi destek olma sözü verdi. Kale, rampaya oturdu. Her ay toplanılacak, bitirilen iş, listeden silinecek. Sonraki toplantı tarihi 15 Mart. Vali Alaaddin Yüksel, kasketini takıp, ailesiyle Kale sokaklarında gezmeye çıkıyormuş; haberiniz olsun. Birinci elden bilgi sahibi, olacaksa mazeretiniz sağlam olsun!

Kale uyanıyor, laf değil Ankaralılar. Her ay bir Kale ziyareti öneriyorum. 6 ay sonra uzaktan ışıl ışıl, 1 yıl sonra sokakları kıpır kıpır, sanki görüyorum. Kale’yi kurtardık mı tanıyamayacaksınız Ankara’yı, inanın, adım gibi biliyorum.

16 Şubat 2011 Çarşamba

ÇOCUKLAR ANKARA’YA


15.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

23 Nisan yaklaşırken pır pır etti yüreğimiz. Hep etti ama. Büyüyüp, 19 Mayıs’a katılacak kadar olduk, 23 Nisan’a coşkuyla uyanmaya devam ettik. Fırsat bulmuşsam hala sonuna kadar izlemeye çalışırım törenleri. Özellikle de TRT’nin düzenlediği Çocuk Şenliği’ni. “Nesini izliyorsun koca adam?” derler, anlatamam:
Yeni nesillerin de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yüreği pır pır ediyor mu diye bakarım. Büyükler, bayram coşkusunu aşılayacak etkinlikler düzenleyebilmiş mi diye bakarım. Etkinlikler, çocukları, coşturabiliyor mu diye bakarım. O güne önem verilmiş mi diye bakarım. 23 Nisanlar’a bir şeyler oluyor, bu kez değişmiş mi diye bakarım. Koca adam olunca bazı şeyler daha iyi fark edilebiliyormuş çünkü.

Şenliği kaptırınca
Adam tarihleri şaşırdı, 2 ay önceden 23 Nisan yazıyor!” diye gülüşmeyin, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı karar şaşırttı beni: Kent Konseyi’nin önerisiyle Meclis, Çocuk Olimpiyatları düzenleme kararı aldı. Uluslararası çocuk spor oyunları düzenleyecek ilk olimpiyata ev sahipliği yapacağız. Harika!.. 11 yıldır Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, başka illerde geziyor. Bu yılki Bursa’da gerçekleşecek. Elindeki şenliği kaptıran Ankara, yeniden çocukları anımsıyor!

Ankara çocukları, çocuklar Ankara’yı sever genelde. Yeter ki ilginç yerlerindeki ilginç hikayeleriyle buluşabilsin, büyüsüne karışabilsinler. Kuğulu Park ve kuğularla sınırlı kalmasın Ankara hazneleri. O yüzden 23 Nisanlar’a çok uygun bir çalışmayı, yeri gelmişken tekrar duyurmak istiyorum; Ankaralı gezginlerle Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından geliştirilen ‘Kurtuluş Yolu’ ve ‘Zafer Yolu’ projelerini.

Kurtuluş Yolu
Kurtuluş Yolu, Ankara Garı’ndan başlayıp, Polatlı Kartaltepe’de biten bir yol. Zafer Yolu, İzmir’e kadar uzanıyor. Kurtuluş Savaşımız’ı yaşayan yerler, 23 Nisanları, ilginç ve akılda kalıcı hale getirebilir. Özellikle Kurtuluş Yolu, çocukların, rahatlıkla gerçekleştirebileceği bir gezi yolu. Mekanlar, kolay ziyaret edilebilir yerlerde. Spor salonları ya da alışveriş merkezleri dışında da Ankara, çocuklara çekici gelebilir!

Çocuk Olimpiyatı yapılsın; güzel fikir. Çocuk Şenliği’de evine dönsün ama. Her şeyini bu kadar bonkörce dağıtan kent görülmemiştir. Bankalarını da böyle bonkörce yolladı zaten İstanbul’a. İlklere emek verip, gerçekleştir, sonra hediye et. Ettiğinin ihtiyacı olsa bari!

Çok geç kaldık
Madem izliyorsun, 23 Nisan kutlamaları ne durumda?” diye soruyorsanız “İyiye gitmiyor” diyeyim. Ses teknolojisi, ışık teknolojisi, sahne üzerinde yaratıcı gösteriler gelişti, 23 Nisan Kutlamaları ve Çocuk Şenliği, ayak uyduramadı. Gelişmeler, kutlamalara uyarlanamadı. 1979’daki tarzıyla devam ediyor denebilir. Oysa her gelişmeye hızla ulaşabilen ve izleyen bir nesil var artık karşımızda. Çocuk olup, gözlesem; yüreklerinin pır pır edeceği, her yıl iple çekecekleri bir coşku ve etkinlik göremiyorum. 23 Nisanlar, çocukların gerisinde kalıyor.

23 Nisan’ı anımsamak, onun için bir şeyler düşünmek güzel. Gösterilerle biraz hayal, Olimpiyat ve Kurtuluş Yolu’yla biraz gerçek. En yenisi bir sonraki yıla kaldı. Çocuklarımızın boşluğunu hissedip, eksik şenliğimizin içini doldurmak için 2 ay erken değil, yıllarca geç bile kalmışız değil mi?

12 Şubat 2011 Cumartesi

PATLAMAYAN OSTİM


11.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Patlamayan Ostim, Ankara’ya, Anadolu’nun göbeğine, çok yakışan bir iş alanıdır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin, parmakla gösterilen simgelerinden biridir. Türk sanayisinin önemli merkezlerinden biri olarak Cevat Dündar ve arkadaşları tarafından büyük uğraşlar verilerek 3 milyon metrekarelik bir alana kurulmuştur. 1968 yılında başlayan mücadele, 1990’larda ancak donanımlı bir sanayi merkezine dönüşebilmiştir. Zamanla büyümüştür.

5 bin firma 50 bin çalışan
Bugün, 5 bin firmaya ev sahipliği yapan bir organize sanayi bölgesidir. İş, inşaat makineleri ve malzemeleri, makine ve makine parçaları, plastik ve kauçuk, elektrik-elektronik, sağlık araç gereçleri, otomotiv ve savunma sanayi alanlarında üretim ve ticaret yapan sessiz bir devdir. Yaklaşık 50 bin kişinin ekmek kapısıdır, 50 bin kişiyi bulmayan binlerce ilçesi olan Türkiye’de. Sokaklarını dolaşsanız “Ostim burası mı?” dersiniz. İstanbul ve Kocaeli gibi sanayi bölgelerindeki akranlarının aksine alçakgönüllü, uslu bir tavrı vardır. Bir usta sükunetiyle işini yapmaktan başka gürültüsü yoktur.

Ta ki herkesin yüreğini burkan, alışılmadık patlamalarla tüm ülkenin kulaklarını sağır eden gürültü yükselene kadarmış sükunet. 20 eve ateş düşüren Ostim gürültüsü, Ostim’den beklenen en son sesti aslında. Üretim ve ticaret rekorlarını, araştırma-geliştirme çabalarını kutlayan alkışların gürültüsünü beklerken aynı güne sığan patlama sesleriyle irkildi Türkiye. Ostim’e ve Ankara’ya yakışmayan bu kaba çığlık, bir şey söylemek istiyordu.

Ostim’e dikkat
İki patlama, Ostim’in amacını ve çapını anımsattı: 50 bin çalışanıyla küçük ve orta ölçekli işletmelerin, bir Ostim’i var ve bu Ostim’e dikkat edin. Hafife almayın, başıboş bırakmayın diyordu sanki patlamalar. Denetim boşluğu, Ostim’in önemini vurguluyordu. O boşluk dolmazsa Ostimler yanlış patlıyordu.

Tüple tinerle değil
Biz, üretimin, çalışan sayısının, birbirinden özgün projelerin patlamasını bekliyorduk, bir tüple tiner patladı. Musibetten hayır doğsun, bu patlamalar, patlamayan Ostim’i gündeme getirsin. Patlamayan Ostim, yeniden canlandırılmaya çalışılan Siteler gibi, mercek altına alınsın. Ülkenin en büyük organize sanayi bölgelerinden biri, tüple, tinerle değil, üretimi ve çalışanlarıyla patlasın. Ankara, emektar Ostim’in kıymetini bilip, başka yanlışlıklar olmadan sahip çıksın.

9 Şubat 2011 Çarşamba

ANKARA PATLADI


08.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bazen iş çıkışına denk gelen saatte, metroyla Batıkent’ten Kızılay’a gidiyor olurum. Ostim, Batıkent’ten sonraki durak. Batıkent-Kızılay arası en ilgimi çeken yolcular, Ostim durağından binerler hep. İş bitiminde yıkanmış elleriyle yüzleriyle belli ederler kendilerini. Saçlar ıslatılıp, taranmıştır. Ostim durağından binenleri, metro kapısından girerken değerlendirmeye alırım. O gün işini iyi yapmış işçi, yüzünden seçilir; nur çöker yüzüne. Şen sohbetler yaparlar Ulus ya da Sıhhiye’ye kadar. Bu iki duraktan birinde iner Ostim yolcuları. Uzak bir semte aktarma yapılacak demektir.

Fesat işçi de kapıdan girerken belli olur. Yıkanmış yüzü, taranmış saçları, fesatlığını gizleyemez. Gözlerinden, tavırlarından çıkardıklarımla az sonra kulak misafiri olacağım sohbetleri doğrular tahminimi. Onlar, hep tatsız şeyler konuşurlar. İyisinin hakkını veririm ama fesatı da suçlayamam. Önüne konan yanlış sistemin içinden, yanlış kanaatlerle yanlışı devam ettirecek çıkarımlarda bulunurlar. Kendimi tutamayıp, sohbete katılasım gelir bazen. Ancak Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki patlamalarla 20 cana mal olan ders, hiçbir sohbette izah edilemezdi ne yazıkki!

Yanıtlanamayan sorular
Açıklayamadığımız bir soru günlerimizi aldı: İki patlamada da enkaz altında kalanların sayısı, bir türlü netlik kazanamıyordu. Burası firma mı yol geçen hanı mı, enkaz altında kalanların sayısı nasıl bilinemez? Saati saatini tutmayan işçi mi çalışıyor buralarda? “Aşağıda kimse kalmadı” diye haber geliyor, yarım saat sonra 2 kişi daha varmış diyorlar. İkinci patlamada da durmadan sayı değişiyor; “12 kişi, yok 8’miş, yok yok 12’ymiş”diye. Valimiz, belediye başkanlarımız, organize sanayi bölgesi sorumluları ve oda başkanlarımız başta olmak üzere yetkililer açıklamalar yapıyorlar. Ancak birbirini tutmayan, biri diğerini yalanlayan ifadeler uçuşuyor demeçlerde. Patlayan firmaların yetkilileri hariç herkes konuşuyor. Tesadüfi ve münferit denebilecek patlamalar, dizi dizi soru işaretlerine boğuluyor. Yanıtlanamayan sorulara, kendimiz yanıtlar bulmaya çalışıyoruz.

Nasıl organize?
Devletin dizinin dibinde, Türkiye’nin en organize iki komşu sanayi bölgesinin, yıllardır bir denetim zaafıyla yaşadığını öğreniyoruz. Kimin denetlediği, kimin neyi denetlediği belli olmayan bir organizasyon. Enkaz altında kalan çalışanlarının sayısını bilemeyen firmalardan oluşuyor. Kazan da nasıl kazanırsan kazan sistemi, Ankara’da, patlıyor!

Aynı güne sığan bir başka tesadüf daha var; torba yasayla özlük haklarına yönelik değişiklikleri protesto eden çalışanların yüzü, biber gazıyla yanıyor. Kızılay’la Kurtuluş arası, savaş alanına dönüyor. Kaderin cilvesi; üç tatsızlığı, aynı güne sığdırıyor. Kimlikleri saptanamayacak hale gelen, cayır cayır yanan işçiler ve tesadüfler, Ankara’yı uyarıyor; “Ateşle oynamayın” diyor.

Sistem, sistemsizlik
Geçtiğimiz hafta sistem ya da sistemsizlik, yüzümüze patladı. Yanıtlanamayan çok basit soruların altında kaldı başkent. Her biri ayrı telden çalan yetkililerin açıklamaları, güvenimizi sarstı. Geçtiğimiz hafta, Ostim ve İvedik’le patladı Ankara!

4 Şubat 2011 Cuma

BUHRAN BUHRAN


04.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Atakule’den İtfaiye Meydanı’nda Bitpazarına yürümüş, ‘Kapanan Dükkanlar Boş Çarşılar’ diye yazmıştım. Büyük şairimiz Ahmet Muhip Dıranas’ın (1908-1980), Gavur Mahallesi’nden Atpazarı’na yürüdüğü ‘Eski Ankara’ makalesini okumamıştım henüz. Okumuş olsam aynı yazıyı yazmak için en az 6 ay çabalardım. Sonunda gözlem ve söz ustasının tırnağı kadar etki yaratabilecek bir şey çıksa abartılı sevinçle çocukları ürkütürdüm!

Buhran dini
Dıranas, Gavur Mahallesi’nden gözleyerek yürümüş, Atpazarına gelmiş. Hararetli at, inek, öküz alışverişi yapılan pazarda hareket yok. Esnafa sormuş, “Para buhranı var beyim” diye yanıt almış. Kendi satırları:

Buhran. Her zaman her yerde bunu duyuyoruz. İnsanlar zehirli gazdan, 42’lik mermiden ve koleradan daha çok buhrandan korkuyorlar. Yeryüzünde, Allahı ‘buhran’ olan yeni bir din kuruldu. Ne İsa’nın ne Muhammed’in Allahı bununla baş edemiyor.

Balyoz indirmiş adeta. 1949’da, Zafer Gazetesi’nde yazmaya başladığı yıl galiba. Belli ki İkinci Dünya Savaşı karanlığı sürerken uğramış Atpazarı’na.
- Buhran. Buhran.
- Be arkadaş, buhran atı, ineği, öküzü de mi yuttu?
- Dünyayı yutuyor beyim, dünyayı. Sen ne söylüyorsun?
Hakikatte ise yeni dünya eski dünyayı yutuyor. Burası eski Ankara’dan son parçaydı. O da kendisini kurtaramıyor. Canı boğazına gelmiştir.

Dünyayı yutan buhran
O zaman Atpazarı’nın, şimdi Çubuk’un, Polatlı’nın canı boğazında. Hayvancılık, tarım buhranda. Ürettiğini satamıyor Ankara, ihracat buhranda. Toplu konut gibi büyük alışveriş merkezleri yan yana, küçük esnaf buhranda. Yeni dünyanın simgesi bankaları taşıyorlar Ankara’dan, maliyeti kestirilemeyen buhran kapıda.

Buhran, buhran. Dünyayı yutmaya devam ediyor. Irak’la başladı, paranın kalbi ABD’yi, İngiltere’yi sarstı. Avrupa Birliği’nin, burnunu sürttü. Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in ardından, Tunus ve Mısır’la devam ediyor. Lübnan, Ürdün, Yemen sırada diyorlar. Aslında şaşırtmalı, sırası belli olmuyor. Avrupa’ya geri dönebilir, Asya’ya sıçrıyor derken yine Ortadoğu’ya sekip, azimle Yemen’i yutabilir. Buhran bu; düzensiz diye suçlanacak hali yok ya!

Buhran reçetesi
Ah buhran!.. Atpazarı’ndan başlar, ülkeye yayılır, alimallah dünyayı altüst eder. Kalite kötüyse dişli bir yana, zemberek bir yana, vidalar ayrı yana, dağılır saat. Çubuk’u, Polatlı’yı, Ayaş’ı, Ankara’yı, o yüzden kollamak gerek. Parçalar dayanıklı olsun. Buhranlar bozsa bile tamiri kolay olur.

Buhranlı dünyanın sarstığı Ankara, iki ödev üstlendi kendine: Turizm Atılımı ve Bilişim Vadisi projeleri. Taşınan bankaları, taşındığına pişman edecek projelerdir. Ancak yeniliklere ve gelişmelere her zaman açık Ankara’nın, ipine asılıp, bu projeleri mutlaka üstlenmesi gerek. Buhran reçetesidir bu projeler. Ankara’nın taşıyamayacağı buhran, ülkeyi altına alır. Tarımı ve hayvancılığı unutmadan yeni dünyayı selamlamalı, İsa’nın Muhammed’in Allahına kafa tutan buhrana, çelme takmalıyız. Bir kez de biz atlatmalıyız.

Buhran, buhran. Dünyaları yutan, karnı büyük buhran. Haksızlığın, ahlaksızlığın dostu buhran. Seni icat edenin, başına gelesin buhran!

2 Şubat 2011 Çarşamba

MEDENİYETİN SOKAKLARI


01.02.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Çok soğuktu. Gazeteye 50 metre yürüdüm, soğuktan gözlerim yaşardı. Böyle soğuklarda dedelerimizin, ninelerimizin ağzından eksik olmayan “Allah, olmayanın yardımcısı olsun” sözleriyle büyüdük. Bu temenni cümleleriyle yetinilmezdi tabii, mahallenin, sokağın mağduruna sahip çıkılırdı. Resmi kurumlar, yardım kurumları ilgilenmiyorsa ortalığa reklam edilmeden mahalleli sahip çıkardı. Kalacak yer, yemek, yakacak, giyecek ihtiyacı sessizce paylaşılır, yardım edilirdi. Mahallenin ‘vicdan ölçer’i, delisi dahil, gözetilirdi zorda kalan.

Şımarık medeniyet
Zamanla annelerimizin, babalarımızın ağzında, “Allah sokakta kalanın yardımcısı olsun” sözlerine dönüştü. Olmayan, sokağa düşmüştü artık. Zenginleşme, ilerlemenin, medeniyetin göstergesi sayılıyor, ‘Bilgi, Teknoloji Çağı’nı yaşıyorduk. Yalnız bir şey, insanlığımızı, vicdanımızı törpülüyordu bu çağda. Zenginlik mi, teknoloji mi, gereksiz, yanıltıcı bilgi mi, kestirmek zor. Çocukluk terbiye ve görgümüze ters bir medeniyetin kucağına itiliyorduk; bireyselliği yücelten, ‘kendini kurtar arkana bakma’ medeniyeti. Hepimiz bu çarpıklığı ve şımarıklığı yaşıyoruz, o yüzden uzatmıyorum.

Evsiz ve kimsesizler nereye?
Gözlerimi yaşartan soğukta, gazetenin önüne geldiğimde birini ikna etmeye çalışanları gördüm. O soğukta, sokakları aşağı yukarı arşınlayan bir vatandaşımız, Evsiz ve Kimsesizlere Hizmet Aracı’nın başında görevlilerle pazarlık ediyordu. Alışık olmadığı için başına gelecekleri öğrenmek istiyordu. 23 Kasım’da, Vali Alaaddin Yüksel’in emriyle evsiz ve kimsesizlere yönelik başlatılan çalışmaya canlı şahitlik ediyorduk. Haber, gazetemizin kapısına gelmişti. Saçı başı dağınık, kıyafeti dökülen, rahatsızlık derecesinde kuruntulu vatandaşımız, sonunda ikna edildi ve arabaya bindi. Sonra?

Sonra Valiliğin anlaştığı otellere götürülecek, önce banyosunu alacak, tıraş olacak, temiz elbiselerini giyecek, sıcak yemeğini yiyecek, muayene edilecek, bir rahatsızlığı varsa hastaneye sevk edilecek, yoksa televizyonun karşısında kurulup, sıcak odanın rehavetiyle derin bir uykuya dalacak. Bir iş sahibi olana ya da yakınları gelip, sahip çıkana kadar Valiliğin misafiri olacak. Üç öğün yemek verilecek, çamaşırları yıkanacak, bakımı yapılacak, insanlığına kavuşup, insafla buluşacak. Erkekler Maltepe Köprüsü’nün altında, kadınlar AŞTİ’de sürünmekten kurtulacak.

İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Müdürlüğü, şu ana kadar bu çalışmayı başarıyla götürdü. Şimdiye kadar 376 kişi misafir edildi. Henüz 11’i kadın, 112 kişi yararlanmaya devam ediyor. 10 kişi, iş sahibi olmuş, bazıları ailelerine kavuşmuş. Değişik illerden telefonlar geliyormuş Valiliğe; “Bu kışı orada geçirebilir miyiz?” diye.

Kanıksamayın, görün
Her sokakta soğuktan, açlıktan ve pislikten ölüm haberi, soğuk bir bıçak gibi saplanır yüreğime; “Milyonluk kente, bir sen fazlaymışsın!” derim. Büyüklerimizin terbiyesiyle yoğrulan vicdanım, o soğuk bıçakları tek tek taşır unutmadan. Dünyanın en fakir ülkesi olsanız bile, tok komşunuza düşer yardım etmek. Tok ülkede böyle ölüm, basiretsizliğe, beceriksizliğe işarettir. Vicdan yoksa insanlık ölür.

Alaaddin Yüksel’e ve emeği geçen yetkililere, yüreğimi soğuk bıçaklardan, medeniyet sokaklarını, vicdansızlıktan korudukları için teşekkür ediyorum. Bu yazıyı güzelleme olsun diye değil, soğuktan, açlıktan ve pislikten ölen çaresizleri, kanıksamayın aksine artık görün diye yazıyorum.