27 Temmuz 2016 Çarşamba

İÇİMİZDEKİ ÇILGINLIK DOĞRUYMUŞ YA



26.07.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi


Gördüğüne inanamıyor insan, anlatsalar ‘şehir efsanesi, ara gazı’ dersin. Akıl dışı darbe girişimini bastıracak çılgınlıkta direndi Çılgın Türkler. Girişimcilerin çoğu, direniş karşısında hatasını büyütmek ya da vazgeçmek zorunda kaldı. Darbe girişiminden habersiz askerler, vatandaşı görünce ne olduğunu fark etti. Ele geçirildiği sanılan orduda, kalanlar yetti darbe makinesini bozmaya.

Darbecilere hoşgörü!
Bu arada Türkiye aleyhine çalışan ülkelerin cinnet seviyesi de anlaşılmış oldu. Çok geç kaldı, hatta sahteden bile eleştiremedi bazı ‘gelişmiş’ denen ‘demokrasi beşiği’ çok ‘hoşgörülü’ ülkeler. Yapa yapa darbe girişimcilerine ‘hoşgörülü’ davranılması çağrısı yapıyordu kendi ülkesinde silah patlasa olağanüstü hal ilan edenler.

Darbe gerçekleşmediği için üzüntüsünü saklayamayanlar vardı. Dünya çapında tanınan isimlerden, akla zarar yorumlar geldi. Ya arkadaş, bu gelişmişlik, bir yerden sonra kafa yapıyor herhalde, sarhoş gibi ne dediğini de bilmiyor siyasetçisi, akademisyeni, gazetecisi. Neyse sayelerinde, hangi ülkenin Türkiye’ye demokrasiyi layık görmediğini anlamış olduk. Saklama gereği duymayacak kadar da kabalar yani!
İki tankın üzerine yürüyen, altında kalan ve yaşayan adam Sabri Ünal
Güncel bir destan örneği
Hareket halindeki tankın önüne duranlar, altında kalmayı göze alan, kendisine doğrultulan namluyu eliyle kapatanlar... Açılan ateşe rağmen ilerlemeye devam eden, ateş altında yaralıları almaya çalışan, silaha pet şişeyle karşılık verenler... Kazan’daki gibi erişemeyeceği uçağı, helikopteri, hasat edilmemiş tarlasını yakarak engellemeye çalışan, çatıdan uçağa “İn” diye işaret eden, Polatlı’daki gibi füze rampasını lastiğini indirerek durduranlar... Anladığı anda silahın sahibi askeri, birliğinden çıkarmayanlar...
Tank düşünsün, indirmeyecektiniz sokağa!
Darbe girişimini ve şiddetini hala idrak etmekte zorlanıyoruz ama bu direnişin idraki, mümkün değil. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’ndaki direniş destanlarının, güncel bir örneğine şahit olduk resmen. Dünyaya yine kötü örnek olmuş, başkasının lokmasını pervasızca önünden almaya çalışanlara yaklaşık 100 yıl sonra kabusu yaşatmıştık; “O kadar çelme taktık, o kadar darbe yaptırdık, geldiğimiz noktaya bak, başa döndük. Vallahi bu Türkler adam olmaz, kahr-ü bela!..

Çocuklar sabahın müjdecisi
Destan, meydanlarda yazılmaya devam ediyor. Çoluk çocuk, genç ihtiyar meydanları dolduruyor, sabahlara kadar bayraklarını sallıyor, sonra o bayrağı üzerine çekip uyuyor orada. Meydanlarda bayrak altında sabah kadar saf ve duru yan yana uyuyan çocuklar, sabahın müjdecisidir bize. Onları aydınlık günlere uyandırmak da bizim görevimiz.
Su kadar saf ve duru çocuklar, Demokrasi Nöbeti'nde bayramlıklarıyla uyuyor..
Uçurumdan aşağı iteceklerdi
Rejimin değişeceğinden şikayet edenler, değişikliğin hasını hazırlıyormuş meğer. Meğer az gelişmiş ülkelere bile yakışmayacak, kabile devrini özletecek idare biçimi ve yaşam tarzını uygun görüyorlarmış bize. Değil tam tersine geri dönmek, uçurumdan aşağı iteceklermiş, bir Türkiye kalırsa kalanın da tırmanması zor olsun diye. 21’inci yüzyılda, dünyanın 17’inci ekonomisine uygun gördükleri vahşete bakın, başarılı olsa hazır sofraya konacaklar.

Duracak değiller elbette cinnetleri bu seviyeye gelmişse. Bu ülkede 90’larda başlayan ve özellikle 11 Eylül 2001’den sonra devletteki ve halktaki değişimi ve değişim isteğini, hala kavrayamayanlar var. 30-40 yıl öncesinin bakış açısıyla siyaset yapıyor, kendini aydın olarak tanımlayan birçok kişi, o dönemin kutuplaşmasına fikir üretiyor.

Uyuşmuş aydınlar
O kadar uyuşmuşlar ki devlet tarihimizin en vahim darbe girişimlerinden birini, ‘senaryo’ ve ‘tiyatro’ zannederek atladılar. Evet senaryo ve tiyatroydu ama senaryo bizden değil, tiyatrocular, yaşamımızı ters yüz edecek hışımla oynayacaktı oyunu. Okumuşların, aydınların göremediğini, beğenemedikleri halk gördü ama. O halkın çılgınlığı da hep böyle zamanlarda kendini göstermiştir zaten.

25 Temmuz 2016 Pazartesi

HER DARBEDE EN ÇOK ANKARA KAYBEDER



22.07.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi


Yeni devletin rahmi, taze Cumhuriyet’in başkenti, tarihsizleşiyor, kişiliksizleşiyor, sanki herkes hırsını ondan çıkarırcasına hırpalanıyor. En çok da darbeler bozuyor, solduruyor, en çok darbeler kirletiyor Ankara’yı. Ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı veren Gazi Meclis’i, göz nuru da vuruldu, milletin en dokunulmazına da bulaştırdılar kirlerini.

Emniyet gibi, adalet terazisi devrilen yargı gibi, çocuklarımıza gençlerimize kıyan eğitim sistemi, utanması kalmamış iş ahlakı ve kendi haricindeki tüm toplumsal dayanışmayı yıkan toplumsal yaşamı gibi elini neye dokunduysa çürütenlerin başarısız darbe girişimi, aslında silahlı kuvvetleri düşürdüğü durum ve milletin dokunulmazı Meclis’ine gösterdiği anlayış ile belki de başarıya ulaşmıştır.

Dokunulmaza dokundular
Onlara bu ateşi yaktıranlar ve sonra kendilerini de içine atanlar, amacına ulaşmıştır belki. Belki milletin kafasında yıkılamayan son dokunulmazlara dokundurarak, fitne ve şüpheyi halkının içine düşürmeyi başarmışlardır. 45 yıldır önüne çıkanı tüketen güveleriyle son dayanakların nasıl çürütüldüğünü, göstermek istemişlerdir belki.

Halkına acımasızca ateş ettirmiş, tank altında ezmiş, dokunulmaz kurumlarını bombalatmış, en yüksek kademe yöneticilerinin canına kast etmiş, mahremini ortaya dökmüş, peygamber ocağını birbirine düşürmüşlerdir. Darbe, belki de başarısız olan için değil ama yaptıran için amacına ulaşmıştır.

Bu yüzden gri başkent
Neredeyse 70 yıldır her askeri darbede kan kaybettiği için ‘gri’dir belki başkent. Önce ona vurur çünkü her darbe. Kimse yine önce onun iyileşmesi gerektiğine dikkat etmeden, ülkeyi iyileştirmeye kalkar. Halsiz başkenti, devletin merkezini ayağa kaldırmadan, ülkenin ayağa kalkacağı sanılır. Halkının gözünde ‘gri’ydi başkenti Ankara, benzi soluk, hastalıklıydı hep. Hep onu iyileştirmeden, ülke iyileşecek sanılıyordu.

Belki de meğer, iyileşmesi istenmiyormuş. Cumhuriyet’in, o koca koca ülkelerin karşısında canıyla malıyla dikildiği için başkentliği hak eden Ankarası, yavaş yavaş zehirleniyor, sonu yavaş yavaş hazırlanıyordu belki. 15 Temmuz akşamı, 16 Temmuz sabahı başkente yaşatılan dehşet, Genel Kurmay Başkanlığı, Emniyet, MİT ve en son Meclis’in vurulması, 70 yıldır hatta Cumhuriyet kurulduğundan beri söylenmek istenen son sözdü belki.
Ankara'da demokrasi nöbeti
İade edildi
Türk milleti ve devleti, bir kez daha iade etti o sözü. Birileri üzerinde etki yaratabildi mi bilmiyoruz ancak nihayetinde “Güvelerinle çürüttün, virüslerinle zayıf düşürdün ama o kadar da değil” dediler.
İstanbul Taksim Meydanı
En kızdıkları
En kızdıkları şeydir; dize getirememek. Kalleşlikten kalleşlik beğenirler o zaman. Hatta “müttefikimiz” bile der, önce sizi yıkmaya uğraşmakla başlarlar. Sözü iade ettik ama rehavete düşmemek lazım. En korktukları da Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, birliği ve dayanışması güçlü halktır. Siyasi partileriyle sivil toplum örgütleriyle farklı görüşten vatandaşıyla bir arada durabilen milletten çok korkarlar.
Ankara Kızılay Meydanı'nda demokrasi nöbeti
15-16 Temmuz darbe girişimini, yeni bir milada çevirmeli. Canları yitirdik, yaralılarımız, öksüz, yetimlerimiz var. Hepsine sahip çıkmalıyız. Başkenti yıkmaya kalktılar. Bu kez doğru yerden, önce Ankara’dan başlamalı, grilikten kurtarmalı, o elleri de bir daha bu kadar içine girecek cesareti bulamayacak şekilde, mutlaka kırmalıyız.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

AKREP KÖŞEYE SIKIŞINCA



19.07.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi

12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonraydı, öncesi varmış meğer, gözümüzün önünde gizliymiş gibi ama gayet aleni bir örgütlenme başladı. Başarılı, öncelikle ailevi durumu iyi öğrencileri hedefliyorlardı. Belli günlerde bir evde toplanılıyor, ikna toplantıları yapılıyordu. Dini tarikat olduğunu düşünüyorduk. Ancak günlük yaşamdaki rahatlıklarını görünce de hiç öyleymiş gibi değildi. Anlayamıyorduk ne tür bir yapılanma olduğunu. Hatta aklı havadayken bir gücün parçası olmak cazip gelir genç adama, kazançlı yanlarını sergileyerek de akıl çelmiyor değillerdi. Bizim bildiğimizi, devlet bilmiyor olamazdı.

Üniversite yılları
1984’de üniversiteye geldik; Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Basın-Yayın Yüksekokulu o zaman. Okulda varsa da pek etkili değillerdi herhalde, belirgin bir şeyle karşılaşmadık. Ancak Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi’nden bazı öğrenciler, hemen okulun arkasında 6 ay kaldığımız Cumhuriyet Yurdu’nda (şimdi adı A.Ü. Milli Piyango Kız Öğrenci Evi), kendilerini hissettiriyorlardı. Bir gece sabaha kadar sohbet ettik, sohbetin sonunda tamamen kestiler ilişkiyi. Selam bile vermediler sonraki günlerde. O yurttaki örgütlenmeyi, devlet bilmiyor olamazdı.

90’lar ve Hablemitoğlu
90’lara geldik, 1980’den sonra ülkenin yeniden karıştırılma yıllarıydı. İlk yarısı, olaylar, suikastler, Güneydoğu’nun kaynaması, faili meçhuller, Irak Savaşı derken çok hareketli geçti. Toplumu karşı karşıya getirecek ve kutuplaştıracak Gazi Olayları ve Sivas Katliamı, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Eşref Bitlis suikastleri bu dönemde yapılmıştı. Ekonomik krizlerse vakayi adiyeden sayılıyordu artık. İkinci yarısında, sokaktan çok Meclis hareketliydi. 28 Şubat 1997’de ‘post-modern’ tabir edilen darbeyle sonuçlandı süreç.

Mesut Yılmaz’a 55.Hükümet’i kurma görevi verildi, Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı’ydı. Fethullah Gülen’e yakın Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı kendisine ödül vermiş, önce reddettiği ödülü, kısa bir süre sonra gidip almıştı Ecevit. Aralık 2002’de suikaste uğrayarak hayatını kaybeden Necip Hablemitoğlu da ‘Köstebek’ kitabını hazırlıyordu o yıllarda. Ölümünden 3 ay sonra 2003’de yayımlanan kitapta, polis ve asker içindeki cemaat örgütlenmesi ele alınıyordu. Devlet, okuma yazma bilmiyor olamazdı.

Bel altı siyasetle tanıştık
2000’li yıllarda sadece polis içinde değil, askeriye, yargı, yüksek bürokrasi içinde ne kadar etkili oldukları açığa çıkmaya başladı. İş camiası ve siyasetteki etkilerini, söylemeye bile gerek yoktu. Çok işadamı hatta taşra esnafı batırıldı biat etmediği için, siyasete, bel altı şantaj girdi ilk defa. Sandıkta indirilemeyen, telegöz-telekulakla indirildi. Devlet, bizimle izliyordu.

Kırılma noktası
Resmi kurumlarda artık, kendinden olmayanın gözünün yaşına bakılmıyordu. Çok kişi liyakatine rağmen iftiralarla sahte kanıtlarla yerinden edildi, meslek hayatı bitti, karı koca ayrı yerlere sürülüp, aileler dağıtıldı. 2006 yılında nereden çıktıysa Fethullah Gülen’in, Amerika’dan sınırdışı edilmesi gündeme geldi. İş tatlıya bağlandı, arkasından Ergenekon, Balyoz gibi sayısız davalar, Gezi Olayları, 17-25 Aralık operasyonları geldi. Başbakan’ı, MİT Müsteşarı’nı almaya kadar uzandı iş. Kırılma noktası, MİT Müsteşarı’ydı. Ve devlet gördü... Ya da biz devleti yeni gördük sahnede.

Aktif savunma mıydı?
Geriye, Gülen’in sınırdışı edilmesinin gündeme geldiği 2006 ve sonrasına gidip, şöyle bir değerlendirme yapsak yanlış olur mu acaba: Sonraki davalar ve olaylar, ‘aktif savunma’ mıydı?
Evet güçlüydüler, 40 yıldır örgütleniyorlardı ama topyekün devleti ele geçirecek kadar da değildi. Cemaate karşı bir hazırlık mı vardı? Aktif savunmaya karşın üzerine gelmeye devam ediyor, bu kez bilmezlikten, görmezlikten ve duymazlıktan gelmiyordu devlet.
15-16 Temmuz darbe girişimiyle sivillerden Meclis’e kadar uzanan bir dehşet tablosu serildi önümüze. Durup dururken devletin en önemli kurumlarına, halka ve siyasetçilere ateş edildi, Cumhurbaşkanı, silahla bertaraf edilmeye çalışıldı. Sınırları cetvelle çizilen iskambil kağıdı devletlerdeki gibi sığ anlayış, kaba bir şiddetle sonuç alınmak istendi. 2016 yılında dünyanın 17’ci ekonomisine sahip bir ülkede, hiçbir haklı gerekçeye dayanmadan darbe girişiminde bulunuldu, kaos yaratılmak istendi.
İntihar mıydı aslında?
Akrep, iyi saklanan, sessiz yaklaşan, tehdit hissedince derhal sokan bir hayvandır. Ancak köşeye sıkışıp, kurtulamayacağını anlayınca kendine sokar zehirli iğnesini. 15-16 Temmuz Darbesi’yle cemaat, intihar mı ediyordu aslında!