31 Mart 2013 Pazar

ANKARA’NIN ATAŞEHİR’İ


29.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



İstanbul Ataşehir… Anadolu Yakası’nda, nüfusu yoğun bir ilçesi şehrin. 10 yıl öncesine kadar geniş aralıklı siteleri ve caddeleriyle İstanbul için yaşanması rahat bir yerdi. İlk yapılan siteleriyse 3-4 katlı, çevre düzenlemesi düşünülmüş, bahçe içinde evlerden oluşuyordu. Otoyola, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne (ikinci köprü), D-100 Karayolu’na bağlantıları açıktı. İlçe içi düzenli, hatta İstanbul’a göre ferahtı. Bölgenin, bir plana dayanarak oluşturulduğu belliydi. Taa ki 3-4 yıl öncesine kadar.



Ataşehir nanay!

3-4 yıl içinde başka bir yer oldu Ataşehir. Birden gökdelenler, anayol bağlantılarının kesiştiği yerlerde ardı ardına büyük alışveriş merkezleri yükselmeye başladı. O geniş aralıkların içinde boşluk kalmadı birkaç yılda. İlçe merkezinin çok uzağı sayılmaz, bir de üstüne ‘finans merkezi’ diye bir bölge oluşturuldu yakınına. Her saat trafik var artık, cehenneme döndü ilçe; şimdi ne girebiliyor, ne çıkabiliyorsunuz. Yeni yollar açılıyor, kavşaklar yapılıyor, yakınına metro geldi ama nafile; planlı Ataşehir, İstanbul’un kalanına benzedi, plan, nanay oldu.



Boğaz fiyatına kargaşa

Aynı Ankara’nın Çukurambar’ı, Eskişehir yolu gibi. “Ankara’nın Ataşehir’i” diyorum bu bölgeye. Anayola çok yakın bir hat üzerinde, yüksek binalar, büyük siteler ve dizi dizi büyük alışveriş merkezleri kurduk. Yer yokmuş gibi, bu hat üzerinde ısrar ediyor, yenilerini kurmaya da devam ediyoruz. Uçak pisti gibi geniş Eskişehir yolu, daha şimdiden çöktü. Sabah ve akşam saatlerinde, benzini-mazotu, durarak tüketiyoruz. Konutlar, işyerleri, İstanbul Boğazı’nın fiyatlarını yakaladı. Olmayan Boğaz’a, olmaması gereken bir değer yüklendi. Artık planlı bir mahallede değil, düğüm ve kargaşa içinde yaşamak pahalı!



Merkeze ‘Gordion Düğümü’

Ankara’da, 37 tane büyük alışveriş merkezi var. 5 tanesinin daha yolda olduğunu duyduk. 42 olacak sayıları. “Ankara, ne üretiyor da 42 alışveriş merkezinde tüketecek” diyeceğim ama bunun hesabı başka bir yazıya kalsın. Konya ve Eskişehir yollarına dağılacak bu 5 yeni alışveriş merkezi, görüldüğü kadarıyla ‘Ataşehirleşme’yi azdırmaya büyük katkı sağlayacak.  Aynı bölgede, her gün, dev çukurların içinden yükselen yeni temeller görüyoruz. Baş döndürücü bir hızla ilerliyor inşaatlar. Çılgınlık gibi. Çukurambar ve Eskişehir yolunda   Ankara’nın merkezine, bir ‘Gordion Düğümü’ düğümlüyoruz.



Düşünce ne?
Bu kadar genişlemeye elverişli arazisi olan bir kenti, getirip bir bölgede kördüğümle kilitleme ısrarı, bir düşünceye ya da plana dayanıyordur mutlaka. Atatürk Orman Çiftliği’ni, Ankara’nın ayağında pranga olarak görürken ucuna gülle bağlısını ayağımıza doluyorsak geçerli nedenler ve çözümler de olmalı. “Ben yaptım oldu” çıkmasın da düşünce diye!

29 Mart 2013 Cuma

DOĞRU MU AĞAÇLANDIRIYORUZ?


26.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Tek tip, asker nizamında fidanlar sıralıyoruz. Başka ağaç yetişmezmiş gibi ladin ve kızılçam ailesinden iki tür görüyorum bu nizamda. Dönümlerce arazi, aynı tür ağaçlarla kaplanıyor. Bir de buna, sanki bu ülkede yetişmiyormuş gibi, yol boylarına dizilmek üzere yurtdışından getirilen ecnebi türler ekleniyor. Bu iklimin sevdiği ağaçlar var, yollarda ve  arazilerde, aynı sıklıkta göremiyoruz bu türleri. Uzmanları, sadece Ankara’da değil, bütün ülkedeki ağaçlandırmanın bu tekdüzeliğinden şikayetçi; “Ormanın iyisi karışık orman, ağacın makbulü iklime uygun olandır” diyorlar. Uzmanı dinlese nerelerde olurdu bu ülke.



Bu yıl kış ne geliyor ne gidiyor. Bahar, yine de dalların ucundan uzattı başını. Ağaç dikme mevsimi geldi ama birden sıfırın altına inip, 20 derecelere çıkan sıcaklıklar, fidan dikme etkinliklerini etkiledi galiba. Bu yıl pek coşkulu değil. Daha da gecikmeden çocuklarımızı fidanlarla fidanları, toprakla buluşturma zamanı. Yağmur iyi yağdı, toprak, fidan bebekleri bekliyor.



İlki ziraat okulu

Dediğimiz gibi, sadece Ankara’nın değil ülkenin sorunu doğru ağaçlandırma. Ancak Ankara’nın, bu konuda pek bahanesi olamaz. Olmaması gerekir. Cumhuriyetin ilk okullarından biri, ziraat üzerinedir; 1930 yılında açılan Ankara Yüksek Ziraat Okulu. 1933 tarihinde Yüksek Ziraat Enstitüsü, 1948 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi açılmıştır. Pek çok üniversitemizin ziraat fakültelerine de bu okul öncülük etmiş, hatta fakültelerini kurmuştur. Bu şehirde, ‘yanlış ağaç dikimi’ diye bir şey konuşulabilir mi? Konuşuyoruz işte!



Ne tür ağaçlar

Ankara, akasyayı çok seviyor. Akasya ve huş ağaçları, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ağaçlandırma mücadelesinde, ön cephelerde yer almış. Çam türlerini sevdiği gibi iğdeyi, keçiboynuzunu, kestaneyi, akağacı, meşe türlerini de sever  Ankara. Meyve ağaçları, ağaçlandırmadan sayılmadığı için burada saymayacağız ama yeri geldiğinde onları da bu mücadeleye katmak gerekir. Meyvenin balı, biyolojik çeşitlenmeyi tatlandırabilir. Burada iğne yapraklı ağaçlar ve akasya kadar önemli bir ağacın göz ardı edilmesine şaşırıyoruz; meşe!



Cefakar meşe!

Meşe ağacı, çok cefakar bir ağaçtır. Büyük bir yangından sonra hiçbir şey olmamış gibi köklerinden nasıl onlarca uç verdiğini gözlerimle görmüşlüğüm var. Cefakar olduğu kadar cömerttir. Çam ağaçları cimridir; dibinde başka bitki yetişmesine pek izin vermez. Meşe ağacıysa hem toprağı sıkı tutar hem yaprakları gübre olur toprağı besler hem de çok dayanıklıdır sert koşullara, yangınlara bile direnir. Meşeyi, Ankara içinde neredeyse göremiyoruz. Diğer ağaçların da bir kısmı, Ankara içinde numunelik sanki. Sorulsa uzmanı anlatırdı.



Nerede ziraat mühendisleri?
Yurt dışından ağaç geliyor Ankara’ya. Onca fidanlık, ziraat fakülteleri, orman işletmeleri dururken Ankara’ya yabancı ağaçlar geliyor. Beşevler’e dikilen palmiye ve hurma ağaçlarını anımsıyorum. Eskişehir yolunda, feleği şaşıp,   kuruyan, zavallı ecnebi fidanları. Ankara’nın, ne içindeki ne çevresindeki ağaçlandırma bölgelerinde, bir uzman dokunuşu olduğunu hissetmek zor. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin, 20 binin üzerinde verdiği mezunlar, başka ülkelerde çalışmaya gitmiş galiba!

23 Mart 2013 Cumartesi

TURİZMDE HEP ACEMİLİK DÖNEMİ


22.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Turizm, işletmeyi becerirseniz, dünyanın pek çok ülkesinde ciddi bir gelir kapısı. Geçici, kısa vadeli, kafanıza göre işlerle yürümez. Böyle yürütmeye kalkarsanız cebinizdekinden de olursunuz. Ortak adımlar, uzun vadeli strateji ve planlarla yürüyen bir iştir. “Müzeyi yaptım turist gelsin.. oteli yaptım, turist gelsin”le olmaz. Bir kenti ya da turistik yöreyi değerlendirebilmek için taa turistin evinden başlatıp, yine evine dönüşüne kadar aradaki ihtiyaç zincirinin halkalarını tamamlamış olmak gerekir. Bir halkayı yapıp, ikisini boşlayarak olmaz. Olmayan halka, turist için turizmin bittiği yerdir. Ankara’nın, o kadar çok halkası eksik ki daha turizme başlama niyetinde bile kararı belli değil gibi.



Berlin’de acemilik destanı

MITT Moskova Seyahat ve Turizm Fuarı, 20-23 Mart tarihleri arasında, 20’inci kez kapılarını ziyaretçilere açtı. Ankara 15 yıl aradan sonra geçen yıl yeniden fuarlara katılmaya başlamıştı. Ankara Valiliği öncülüğünde, Ankara Kalkınma Ajansı, İl Kültür Turizm Müdürlüğü, İl Özel İdaresi, Ankara Ticaret Odası ve turizmcilerle bu fuara da katılacak. İnşallah 5-9 Mart 2013 ITB Berlin Turizm Fuarı’ndaki acemilik destanı, Moskova’da yazılmayacak.



Berlin’deki acemiliği görünce “Yolun başındayız” demeye korkuyor insan. İstanbul ve İzmir’in kocaman yerler tuttuğu fuarda Ankara, 9 metrekarelik, arasan bulamayacağın bir yer ayarlayabilmişti kendine. Bu 9 metrekare için 78 kişi gitti Ankara’dan. 78 kişinin sadece fuar giriş ücreti, 22 bin avro (50 bin liradan fazla) tutmuştu. Ve Ankara değil, Kızılcahamam tanıtılmıştı bu tezgahta. Biz de Ankara, turizm fuarlarına katılıyor diye seviniyoruz. Acemilik olabilir ama Ankara’nın önde gelen kurumları, dilimi ısırarak söyleyeyim; böyle bir yasak savmayı kendine yakıştırmamalı.



Tanıtılamayan Ankara

26 Şubat’ta Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, kamu kurum ve kuruluşları dahil, bir ‘Turizmciler Toplantısı’ yapmıştı. İl Emniyet Müdürü ve İl Jandarma Komutanı bile katıldı bu toplantıya. Konunun ciddiyeti, herkesin konuya dahil edilmeye çalışılmasından anlaşılmalıydı ama kısa vadeli, herkesin işine geldiği tarafından tuttuğu bir toplantı oldu. Bir yasak ta burada savıldı sanki. “Ortak” diyebileceğimiz bir stratejik hedef ve planlama niyetinin kenarından geçmedi öneriler. Turizmciler, tek ses olamıyor, uzun vadeli stratejiler için gür bir ses veremiyor, zaten Valilik dışında niyeti olmayan kamu kurumları da durduk yerde başına iş almamak için bu sessizliğin suyuna gidiyordu. 20 Aralık’ta yapılan ‘2’inci Kültür Turizmi ve Fuarı Kültür Yolları ve İnanç Turizmi’ diye adı uzun etkisi olmayan toplantıya, Türkiye’den 20’ye yakın şehir katılmış ancak bir Ankara yoktu neredeyse tanıtımda. Ankara, Ankara’da bile tanıtılamıyordu. Benim beklentimse çok farklıydı.



‘Hüsran fuarları’na dönüşmeden

‘Ortak ses’ten beklediğim, öncelikler sıralaması yapmış olması ve bu sıralamanın hepsinin aynı anda değil, madde madde uygulanmasında ısrarcı olmasıydı. Yatırımlarda, önceliğin verileceği bir başlığı belirleyip (örneğin sağlık turizmi), onun desteklenmesini isteyebilirlerdi. Yani öncelikle neyin turizmini yapacağına karar vermeliydi Ankara’nın turizmcileri ve yerel yöneticileri. Hangi ilçe, hangi bölgeyse önce orayı ayağa kaldırma girişimlerinin konuşuluyor olması gerekirdi. Cümlesi tamamlanmayan toplantılar, turizmcinin kendisini bile ikna edemiyor turizme.


‘Hüsran fuarları’ düzenleyecek ya da fuarlara bu acemilikte katılacaksak yolun başında bile olmadığımızın farkında olalım bari. 1 trilyon dolara doğru yürüyen dünya turizm pazarına, ne istediğimizi, stratejimizi, planımızı oluşturup, öyle çıkalım. Çok narin ama acımasız bir sektör turizm. Herkes bildiğini okuyacaksa bugünü kurtarsanız yarın yüzünüze vururlar acemiliğinizi.

20 Mart 2013 Çarşamba

ÇANAKKALE TİCARETİ


19.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



"Gelibolu Yarımadası savaşlarında, tümenden küçük kıta ve onların komuta makamlarda subay kaybı o kadar büyüktü ki, örneğin, tabur ve alayların çoğunda savaş günlüğü yazacak subay bulunamamış veya birbirinin yerini kısa aralarla dolduran subaylar, ne kendileri bu işe başlayabilmiş ne de kendinden önce başlanan işi devam ettirebilmiştir. Çanakkale Savaşı'ndan hayatını kurtararak çıkmış subayların bir kısmı da öteki cephelerdeki savaşlarda hayatını kaybettiğinden, günümüzde, yarımadadaki bu müthiş savaşın detaylarını bilen pek az insan kalmıştır..." (1335/1919) Çanakkale Savaşı’na karargâh kurmay subayı olarak katılan Binbaşı Mehmet Nihat, bu savaş hakkında çok az eser kaleme alınmasının nedenini böyle anlatmış. 20 yıl önceki kadar zayıf değiliz ama bu savaşı hala o gün “düşman” dediğimiz ülkelerin kaynaklarından, onların bakış açısına yakın öğrenmeye devam ediyoruz. Eser olarak, sayıca üstünlükleri sürüyor.



‘Düşman’dan öğrendik

1994 yılında ‘Johnny Turk’ belgeselini yaparken çok kıvranmıştık. Kendi arşivlerimizde savaşa ilişkin eser sayısı çok azdı çünkü. Çanakkale Savaşı’nda Türk askerini ve cephedeki günlük yaşamın ayrıntılarını, Avustralya ve Anzak askerlerinin günlüklerinden öğrendik. Askerimize, aşağılamak için ‘Johhny Turk’ demişlerdi ama düşman askerinin, düşmanı öven satırlarıyla doluydu o günlükler. Kendi arşivimizse karmaşık askeri terimlerle dolu resmi rapor kıvamındaydı. Ne genci ne yaşlısı, dedelerinin o günün süper güçlerine nasıl diz çöktürdüğünü, bu satırlardan anlayamaz, öğrenemezdi. Sağolsun Anzaklar, dedelerimizi ve kahramanlıklarını, bazen kızarak bazen överek anlatmış ya da anlatmak zorunda kalmıştı. Erlerin günlükleri, neredeyse dakikaları kaydetmişti.



Gelibolu eğlence parkı!

Şimdi o Anafartalar, Gelibolu cephesi, yani şimdiki Gelibolu Tarihi Milli Parkı, kitaplarıyla olduğu kadar bölgedeki uygulamalarla bir kez daha uzaklaşmak üzere kendi çocuklarından. Bir kere bu bölgeye, artık parayla giriliyor. “Arabayla girenlere paralı” diyorlar, sanki yürüyerek gezilebilecek bir yermiş gibi. Kaç lira olduğu değil, paralı olması rahatsız edici. Müzeler de para, otoparka para, yakında manzaraya nazır tesislerin eli kulağında, gelsin paralar! “Biraz genişletiyoruz” diye duble yollar, şehitlikler çevresine otoparklar yapılıyor. Bu inşaatlar sırasında insan kemikleri çıkmaya devam ediyor. Otopark, yol konforu, bu kemikler üzerine kuruluyor. Beton ve asfalt hakimiyeti suretiyle turistin rahatlığı, en üst seviyede tutuluyor!

Gelibolu Tarihi Milli Parkı, doğal bir park ve destanı yazanların mezarından çok, eğlence parkına dönüşüyor. Bir de tarihi, rivayet ve hurafelerle çalkalayınca ticaretin cazibesi göz kamaştırıyor.



İncitme atanı!

12 Mart’ta 92’inci yaşını kutlayan İstiklal Marşımız’dan sonra dünde 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü’nün 98’incisini kutladık. Çanakkale’yi keşfetmiş ama bu sefer de böyle keşfetmişti torunları. Çok masraf yapıyor ancak Conk Bayırı’ndaki Atatürk Heykeli, dev Anzak Anıtı’nın gölgesinde kalmaya devam ediyordu. Şairleri kıskandıran satırların sahibi Mehmet Akif Ersoy söylemişti:

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

17 Mart 2013 Pazar

GEÇ SAATTE ULAŞIMA İMZA KAMPANYASI

15.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi


19 Şubat’ta ‘Ankara’da 24 Saat Ulaşım’ demiştik, kısa bir süre sonra yazımızdan habersiz bir imza kampanyası başlamış. Kampanyanın adı ‘Toplu Taşıma Sefer Saatleri Uzatılsın’. Son baktığımda EGO’ya yapılan çağrıyı 5 bin 500 kişi imzalamıştı. Kampanyayı başlatan Aydan Öz, bir üniversite öğrencisi. Beni buldu, internette http://www.change.org/EGOsaatleri sayfasındaki imza kampanyasından haberdar etti. Ben de sayfasına bakıp, şikayetçilerin, bazıları akla zarar  gerekçelerini okudum. Az bile yazmışız meğer; erken biten toplu taşıma yüzünden ne filmler çeviriyormuş Ankaralı!

Aslında 5-6 yıldır, Ankaralı’nın gündeminde daha fazla yer almaya başladı erken biten toplu taşıma seferleri. Bu talepler, kentin hareketlendiğinin göstergesidir. Erken biten seferler, hareketlenmek isteyip, hareketlenemeyen kentin, adımlarını daraltan prangaya benziyor. Büyük adımlarla koşamadığı için küçük adımların kenti olmaktan kurtulamıyor Ankara. Sabah 8, akşam 5 saatleri dışında yaşanmıyor sanki bu şehirde. 5 milyon olmuş nüfusu, 30 yıl önceki Ankara’dan farkı yok. Oysa İstanbul, 5 milyonken de 24 saat yaşıyordu.

Neden imza kampanyası?
Kampanyayı başlatan Aydan Öz, nedenini şöyle açıklamış: “Ben Ankara'da yaşayan herhangi bir gencim. Çoğumuz gibi gündüzleri vaktimi ya okulda ya da çalışarak geçiriyorum. Ben artık günün geri kalanında arkadaşlarımla görüşmek, sinemaya, tiyatroya, konsere gitmek, açık havada zaman geçirmek, yani kısacası gezmek ve bir metropolde yaşıyor olmanın tadını çıkarmak istiyorum. İstiyorum ki, güzel başkentimizin sokakları geceleri cıvıl cıvıl olsun, salonlar her türlü kültürel ve sosyal etkinlikle dolsun. İnsanlar dışarı çıkmaktan korkmasın, Ankara'nın 'gri şehir' imajını hep birlikte değiştirelim.”

Gece Ankara
Bakın gece erken biten seferler yüzünden geç kalan Ankaralılar ne filmler çeviriyor:
Bütün işler dediğimiz gibi sabah 8’de başlayıp, akşam 5’te bitmiyor. 24 saat çalışan işyerleri ve bunların 3 vardiya çalışan elemanları var. Bazısında firmalar, eğer gece 11’deyse son araç, erken göndermek zorunda kalıyor çalışanını. Çalışan da ucu ucuna son sefere yetişmeye çalışıyor. Akşam erken gidiyor, sabah geç gelebiliyorlar.
Üniversiteler, artık bizim zamanımızdaki gibi akşam 6 deyince kapanmıyor, gece de yaşamaya devam ediyor. İkinci öğretim okuyanlar var. Merkezden uzak okullarda okuyanlar, çok şikayetçi.
Hastanelerde, yüzlerce hasta yakını var geceye hapsolan. Hastane kapıları, Kızılay’dan kalabalıktır geceleri.
Taksicilerin, zorunlu misafirliklerin, yürümek zorunda kalanların şehriymiş Ankara.

Geç kalanın çektiği
İşinden, okulundan yetişemeyince AŞTİ’nin banklarında sabahlayanlar mı istersiniz..
Sinemaya, tiyatroya, misafirliğe çıkıp, geç kalınca arkadaşında, akrabasında utana utana zorunlu misafirlik edenler mi istersiniz..
Kaçınca otobüs, Kızılay’dan Etlik’e, kimbilir daha nerelere yürüyenler mi istersiniz..
Mesaiye kalıp, mesai ücretini taksiye takdim edenler mi istersiniz..
“Müzisyenim” deyip, kazandığının yarısını her gece haraç gibi taksiye sayanlar mı istersiniz..
4 günlük yemek parasını, taksiye boşaltan öğrenci cüzdanları mı istersiniz..
“Dayanışma ve yardımlaşmanın bittiği bir toplumda, hastaneye gitmenin tek yolu taksi olmamalı” diye derin iç çekenler mi istersiniz..
Bırakın otobüsü, metroyu, daha duraklara ulaşamayanlar mı istersiniz.. 

Ne filmler ne filmler… Ağzım açık kaldı imza kampanyası için dert yananları okuyunca. Daha neler var buraya sığmayan. Ankara, artık geceleri de yaşamak istiyor ama göründüğü kadarıyla işin etkinlik ve eğlence kısmı kadar mecburiyetler de ciddi biçimde öne çıkmaya başlamış. Önemli başlıklar var bu taleplerin arasında, bizim gibi, yetkililer de ciddiye alır inşallah.

13 Mart 2013 Çarşamba

ÇARŞI YANGINLARI


12.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Çarşıları yanıyor Ankara’nın. Yanarken bazısının malını, bazısının ciğerini yakıyor. Bazılarının da ocağını, ateş söndürüyor. Dosyanın kapağını çeviriyorsunuz hep ihmallerle dolu satırlar. Hiç ders alınmıyor, bir başka çarşı, aynı ihmallerle küllere karışıyor. ‘Elektrik kontağı’ diye biri var, bütün suçu ona yıkıp, sıyrılıyoruz işin içinden!



Modern Çarşı yangını

24 Aralık 2003’te Modern Çarşı yanmıştı. 320 işyeri, yarım saatte cayır cayır yandı, kül oldu. Dükkanlar dışında yanan nakit para ve senetler 400 bin (milyar) lira civarındaydı. Toplam zararın 30 milyonu (trilyon) geçtiği tahmin ediliyordu. 15 gün süren elektrik arızası giderilmediği için, esnaflardan biri, jeneratörüne mazot koyarken çarşıyı yaktı. Kimi esnafı kimi de elektrik idaresini suçladı. Belki 500 lira belki 5 bin liralık ihmal, milyonları yaktı, ocakları yıktı.



Çarşı da pek masum değildi: İlk projede 100 olarak görünen dükkân sayısı, 320'ye çıkarılmış, dükkânların genişletilmesi için ortadaki kolonlar kesilmişti. Havalandırma boşlukları, depoya çevrilmiş, yangın merdiveni boşlukları, kapatılarak kiraya verilmişti. Yanıcı, patlayıcı maddeler satılan  çarşının yangın tüpleri boş, yangın muslukları kapalıydı. Ayrıca bu yangında, Ankara İtfaiyesi’nin, kimyasal nitelikteki yangınlara karşı gerekli donanıma sahip olmadığı ortaya çıkmıştı. Yangın, davul zurna çala çala, sirenler öttürte öttüre gelmiş de kimse duymak istememişti.



Çıkrıkçılar Yokuşu yangını

22 Şubat 2012’de Ulus Anafartalar Caddesi’ndeki tarihi Çıkrıkçılar Yokuşu’ndan geldi bu kez yangın çığlığı. ‘Elektrik kontağı’ denen kundakçı, 10 işyerini yaktı, 20 milyonluk zarar verdi, 100’e yakın çalışanı işsiz bıraktı. İşyerlerinin bulunduğu sokağın dar olması nedeniyle yangına müdahalede güçlük yaşandı, ‘elektrik kontağı’ denen zalim, bu kez de amacına ulaşmış oldu.


Yunus Emre Çarşısı yangını ve…

En son 6 Mart 2013’te, Altındağ’da, Yunus Emre Halk Çarşısı'nın çevresinde inledi itfaiye sirenleri. 685 işyeri, alevlerini gözümüze soka soka 4 saat boyunca yandı. Zararı bilmiyoruz, hala açıklanamadı. Ancak dile kolay, 685 kişiyi aileleriyle düşünseniz, neredeyse bir stadyum dolusu insan demek. 4 saatte 685 ekmek kapısını, tanıdık bir felaket mühürledi. Bir gün önce işyerlerinden çıkmaları istenmiş, bir gün sonra yangın çıktı. “Sabotaj mı?” dedikoduları uzamadan  fail belli oldu. Tanıdık biri; ‘elektrik kontağı’ denen, uslanmaz ateşperver.


Aynı ihmaller, aynı vurdumduymazlık, aynı teselli; “Yaralar sarılacak!” Her defasında onlarca yüzlerce mağdur, binlerce milyonlarca lira zarar. Kentin göbeğinde, mangal çırası gibi çatır çatır çarşılar yanıyor ancak bir kez de Yunus Emre Halk Çarşısı’nda görüyoruz ki bu çarşılar, denetlenmiyor. Altyapısı yetersiz ya da kafasına göre kurulan, değiştirilen çarşılar, Allah’a emanet. “Yaralar sarılacak” da yara açılması normalmiş gibi önlem almaya gerek duyulmuyor. Ayrıca bu 3 çarşıda, yaranın falan sarıldığını da görmek nasip olmadı henüz. Önlem alınmamışsa ruhsat vermez ya da sık sık denetlersiniz, çarşılar da bu kadar kolay yanmaz. Esnaf almıyor, yöneticiler almıyor sorumluluğu, batsın yerin dibine bu elektrik kontağı!

9 Mart 2013 Cumartesi

SANAYİCİLER İŞ KAPILARINI SIKI ZORLUYOR


08.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



“Memur kenti” diye dillere pelesenk olmuş, ağzımızdan düşmüyor ama Ankara, kararlı adımlarla sıyrılıyor bu solmuş kıyafetten. Devletin başkentine, nitelikli kadroların kabiliyetine daha yakışır adımlar atılıyor günden güne. Son 2-3 yılki gelişmelerle gri, soluk takımını, askıya kaldırıyor sanki şehir. Günlük yaşamda, yapılan ve yapılması düşünülen projelerde, her türlü turizme açılma isteğinde, dünya çapında bir bilişim ve sanayi merkezi olma niyetinde, girişimlerinde, yatırımlarında, memurluktan başka marifetlerini de değerlendirme azminde görünüyor Ankara. Değişimin hızını kavrayamayan, ‘memur kenti’nde yaşayanlarsa hala çoğunlukta.



Büyük işlere talipler

Değişim, önce organize sanayi bölgelerinden, teknokentlerden giriş yaptı Ankara’ya. Üniversitelerle başlatılan işbirliği, sanayicilerin kendine olan güvenini artırdı. Teknolojik firmaların sayısı her geçen gün artıyor. Unu, şekeri, yağı bir araya getirme çabaları, helvaya dönüşmek üzere. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın büyük işlerine talipler artık. İşsizlik gazelini söyleyip, dinlemiyorlar, iş kapılarını zorluyorlar. ‘Savunma ve Havacılıkta Endüstriyel İşbirliği Organizasyonu’nu, Ankara’ya getirdiler en son. Daha geçen yıl Meksika’da tanıştıkları organizasyonu, bu yıl Ankara’da ağırladılar.



Tesadüfi değil

Bu tesadüfi bir tanışma ya da buluşma değil. Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, bunun altını şöyle çizdi: Ankara, savunma sanayi ile 1900’lü yılların başından bu yana tanışık. Kurtuluş Savaşı’nın mühimmatları burada üretildi. Türkiye’nin ilk uçak fabrikası da Ankara’da kuruldu. Bu tarz çalışmaların Ankara’da olması, tesadüf değil. Özetle;  “Ankara’nın altyapısı var, sahip çıkmak, ileri götürmek gerekiyordu” diyor bu cümleler.



Ankara, Türkiye’nin en rekabetçi ili seçildi. 6 tane çok etkin teknoparkı, 16 üniversitesi var. Makine imalatı, taşıt araçları, traktör, beyaz eşya, ofis mobilyaları gibi birçok alanda lider. Barındırdığı teknik birikim, üretim olanakları ve nitelikli kadrolarla savunma sanayisini de Bilişim Vadisi’ni de hak eden bir il. “Ankara, en yenilikçi ve yüksek teknolojili yatırımların da merkezi” diyen Özdebir, ekliyor “Yazılım alanında da çok başarılı işlere imza attı Ankara.  Teknoparklarımız, dünya çapında çalışmalara imza atıyor. 8 organize sanayi bölgesiyle çevreyle barışık, gelişmeye açık bir yapı oluşuyor. Bütün bu çalışmalar, Ankara’nın sanayisini ve savunma sanayini destekleyen itici güçlerdir.”



Kendine güvenli adımlar

İşte şimdi uluslar arası, büyük çaplı sanayi kapılarını, daha kendine güvenerek zorluyor Ankaralı sanayiciler. Yeni iş olanaklarına açılan kapılar bunlar. 2 yıl önce metronun yüzde 51’ine talipken bugün hepsine talipler. Sadece 2 yılda ciddi bir yol aldılar. Gemiyi lafla değil, işle yürütüyor, meslek okullarından üniversitelerle işbirliğine, çıraklık okullarından iş garantili meslek kurslarına kadar planlıyorlar.



Fuarımızı geri isteriz!
Büyük bir havacılık firmasının yöneticisi, “Türkiye, Avrupa ve Orta Doğu arasında, stratejik bir köprü görevini üstlenmiştir” cümlesini kuruyor toplantıda konuşurken. Gecikmiş yatırımlar ve teknolojik birikim için kendimizi toparlama günleri. Ankaralı sanayiciler ve bilişimciler, bu yolda kendilerine yakışanı yapıyor, hedeflerine kararlı adımlarla ilerliyor.  Savunma Sanayisi Fuarı’nı da İstanbul’dan alıp, evine geri getirecekler inşallah!

7 Mart 2013 Perşembe

STADI NEREYE YAPALIM?


05.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Öncelikle şunu saptamak lazım; 5 milyonluk Ankara’nın, 2013 yılında, hala uluslararası ölçülere uygun bir stadyumu yok. Şimdiye kadar büyük bir stadyuma layık görülmemiş başkent. Yıllardır resmi, özel, bir sürü futbol okulu olan kent, 3-5 bin kişilik sahalara tıkılmış. Statlar, sadece futbol için değil tabii; atletizm sporunun pek çok dalı da bu sahalarda yapılabiliyor. Ayrıca izliyorsunuz; dünyanın en büyük, görkemli gösterileri için de statlar kullanılıyor. “Niye yapılmamış?” diye sorsak Ankara’nın ihmal edilmişliği bir kez daha yüzümüze vurulacak, yine efkar basacak durduk yerde. Az efkarlı, yapılacağı konuşalım en iyisi.



Yeni stadyumun yeri
Aralık ayının sonlarında Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, 19 Mayıs Stadı'nın yıkılarak aynı yere yeni bir stat yapılmasından vazgeçildiğini açıklamıştı. Yeni stadı, Eskişehir Yolu'nda inşa etmeyi düşündüklerini söylemişti. Hatta Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’le Zırhlı Birlikler’in karşısındaki arazide incelemelerde bulunmuşlardı. Çayyolu metrosunun bitişiyle ulaşım da kolaylaşmış olacaktı. Bu proje açıklandığından beri, değişik kesimlerden kısık sesli itirazlar duyuyordum stadın yeriyle ilgili. En son Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav’ın çıkışıyla kısık sesler, yüksek bir tondan dillendirilmiş oldu.

Cavcav’dan erken uyarı
Cavcav, “Ben futbolu 19 Mayıs’ın toprak dış sahalarında top oynayarak, tribünlerinde maç seyrederek sevdim. Zaten seyirci sorunumuz var. Söylendiği gibi stadyum, şehrin merkezinden 30 kilometre uzağa yapılırsa İstanbul’daki Olimpiyat Stadı’nda olduğu gibi, insan sesi değil rüzgar sesi duyulur” dedi ve ekledi; “19 Mayıs Stadı’nın yakında hem metro hem gar hem de alışveriş merkezleri var. Ayrıca yeni stadyum bitmeden 19 Mayıs yıkılmamalı”. İlhan Cavcav, konuya futbol açısından yaklaşmış ama söylediğinin çoğu, atletizm sporu ya da büyük gösteriler için de geçerlidir.

Stadyumlar ne için?
Stadyumlar, geniş kitlelerin ortak bir etkinlik çevresinde bir araya geldiği ortamlar. Toplumsallaşmaya, büyük katkısı olan mekanlardır. Rakibinizle bir arada, karşıtınızla yaşamayı öğrenirsiniz. O yüzden böyle mekanlar, herkese eşit mesafe sayılacak şehrin merkezinde yer alır. Çarşı nasıl merkezde olursa, büyük toplulukları bir araya getirecek böyle mekanlar da merkezde olur. Bunun bilincinde olan dünya ülkelerinde, böyle uygulanıyor.

Bakın Ankaraspor, Esenboğa yolundaki tesislerine seyirci taşımak için ne kadar zorlanmıştı. Büyükşehir Belediyesi’nin desteği olmasa bozkır dikenlerine, armut ağaçlarına oynayacaklardı maçları. Büyük paralar harcanarak yapılması değil, insanlara yakınlığı önemliymiş meğer böyle tesislerin. Ders almalıydık bu örnekten ve İstanbul’daki Olimpiyat Stadı’ndan. Dünya’nın en görkemli stadyumları, hem merkezdedir hem de o büyük kalabalığı hızla merkeze getirip, yine oradan hızla tahliye edecek biçimde tasarlanmıştır. Amaç, merkezde buluşmaktır.

Kimin merkezi
Bilimsel ve toplumsal göstergeler, stadyumların, büyük alışveriş merkezlerinden farklı bir amacı ve işlevi olduğunu söylüyor. Beğendiğimiz yer, merkeze düşmeyecekse gidebilenlerin merkezi olacak demektir.

2 Mart 2013 Cumartesi

ANKARA TURİZMİ İÇİN TOPLANDILAR


01.03.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Haydi hayırlısı. Ankara’nın, elle tutulur bir turizmi olmasını dört gözle bekliyoruz. Hem yerel yöneticilerimizden hem de turizmcilerden, artan bir işbirliğiyle bu kapıyı açmalarını bekliyoruz. Tarihi ve kültürel değerlerin, kongre, fuar, sağlık ve eğitim turizmciliğiyle uyumlu yapılanmasını ve oluşumunu bekliyoruz. Gelişigüzel değil, planlı ve uyumlu. Yokolmaya yüz tutmuş ya da göz önünde görünmeyen değerleri, görüneceği bir vitrine koymak gerekiyor. Ankara’yı, yepyeni bir iş alanı ve gelir kapısına, artık açmak gerekiyor.



İkinci toplantı

Ankara Valisi Aladdin Yüksel, 26 Şubat günü, 2. Ankara Turizm Toplantısında turizmcileri, ikinci kez bir araya getirdi. Birinci toplantının bir faydası oldu mu, bu yönde bir yol alındı mı ya turizmcilerin yol almaya niyetleri var mı, pek belirgin değil henüz. Ortak bir iddialarının olduğu işaretini vermiyor elimizdeki resim. Çoğunun kongre ve fuar turizmciliğine, biraz da kaplıca turizmine odaklandığı uzaktan  anlaşılıyor ama düşünsel bütünlük, etkin bir işbirliği sağlanamamış gibi. Turizmi, her şeyiyle bütün bir proje olarak değil, herkes filin tutuğu yerinden anlamaya çalışıyor sanki.



Üzen rakamlar

Dev bir endüstri dalı artık turizm. Dünya Turizm Örgütü, dünyanın her yanında dolaşan turist sayısının 1 milyar kişiyi bulduğunu açıkladı. Turizmde dönen para 855 milyar dolara çıkmış. Türk parasına çevirince kafa beyin bırakmayan bir rakamlar dizisi! 2012’de koca Türkiye’ye, 1 milyar kişinin 32 milyonu gelmiş. Bu da koca Türkiye’nin, hala bir Paris’in yarısı olmadığını gösteriyor. Ankara’ya, 2012 yılında gelen turist sayısı ise 344 bin. Bunların da bir kısmı, bir ülkeden başkasına giderken geçici giriş yapanlar.



Yeni turizm ve turist tutumları

Bu arada dünya turizminde, hedef ve tavır değişiklikleri  oluyor. Dünya turizmcileri, yeni bir soru bulmuş, yanıtını arıyor; “Turizmin geleceği mi, geleceğin turizmi mi?” Günümüz turist davranışlarındaki değişiklikleri saptamış, geleceğin turizmini oluşturmaya çalışıyorlar. Örneğin; kısa süreli ama daha sık seyahat eden bir turist tipi öne çıkmaya başlamış.  Sosyal medyadan daha çok etkileniyormuş. Son anda karar verenler artmış. Hatta havaalanı, gar ya da otobüs terminalinde karar verenler var. Yerel kültürü ve mahalli yemekleri merak ediyor, özgünlüğünü koruyan yerleri tercih ediyorlar. Gittiği ülkede, ülkenin içindeki yerel turlara daha çok katılır olmuşlar. Müzeleri dolaştığı gibi sanat galerilerini de dolaşmaya başlamışlar. Bir de deniz-kum, tarih-kültür turizminden, çok öteye gitti tabii turist beklentileri. Yeni beklentiler içinde doğa ve özgünlük, iyice  belirginleşiyor.



2 günü bulamadık
Ankara’daysa bir turizm temeli oluşturma aşamasındayız henüz. Başkent’te, ortalama konaklama süresi 1 buçuk günü geçemedi. Turizmcilerin ölçüsüne göre en az 2 gün kalmalı turizm var diyebilmek için. Zaman kazanmak ve dünya turizmine hızlı uyum sağlamak için ortak bir hedefe, ortak bir iddiayla işbirliği içinde yürümek şart. Ancak ben hala çoğumuzun, fili tuttuğu yerinden anlamaya çalıştığı hissi ve izleniminden nedense kurtulamıyorum.