Yayın tarihi:15.03.2017
Milliyet - Ankara Gazetesi
“DIŞARIDAN GELENE TESLiM OLDU ANKARA”
Kültürünü
yok etmek pahasına kendimize benzetmeye çalışıyoruz başkenti. Bu, kargaşa
demek. ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu,
kargaşanın neden ve çarpıcı sonuçlarını seriyor önümüze.
Nüfusunun
3’te 1’i yani yaklaşık 1 buçuk milyonu Ankaralı olmasına karşın başkent, hızla
kimlik özelliklerini kaybediyor. Gelen, uyum sağlamak yerine, kendine uydurmaya
çalışıyor şehri. Şehircilik açısından da kültürel açıdan da bir kargaşa ortamı
demek bu. Belki de bir ülkenin başkentinde, en olmaması gereken şey. Devletin
ve yöneticilerinin göz yumduğu, ciddi bir aksaklık.
Ankara’nın
sosyolojik manzarasını ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu
hocamızla bu keskin dönüşümün simgesi, Ulus’tan sonra meydan niteliğini
kaybeden Kızılay’da ele almaya çalıştık. Yaya kaldırımında yol kesen reklam
panoları, yürüyüş güzergahında türeyen büfeler, kaldırım işgal eden kamyon ve
TIR’lar arasından kıvrılarak, güzellikten çok engel teşkil eden devasa
saksıları aşarak bitmiş Kızılay’da, bitmenin eşiğindeki kent kimliği ile
kültürünü, insan niteliğini konuştuk. Dar ufkumuza ufuklar açtı Sibel hocamız.
“Kırla ilişkisini kesmemiştir”
Ali İnandım- Sibel hocam, Cumhuriyet’ten önce
nasıl bir sosyolojik yapısı var Ankara’nın?
Sibel Kalaycıoğlu- Cumhuriyet’ten önce Ankara’nın en önemli
nitelikleri, bir ticaret alanı, esnaf merkezi ve din merkezi olmasıdır. Orta
halli ailelerin yaşadığı, bağlık, bahçelik, yeşillik, sulak bir kent. Üzümü
meşhur. Kent merkezi olarak küçük ama üretimi var; tarımsal kapasitesi büyük.
Kırı zengin, kırdan kopmamış bir kent. Başkent oluşu da tesadüfü değil, işlevi
ve kimliği ile ilgilidir. O zaman bilinen bir kimliği var; Ahiliğin başkentidir,
Ahilik, burada gelişmiştir. Ahilik; loncadır, birlik, bütünlük, fütüvvet yani
kardeşlik, destek olacağız, birbirimizi kollayacağız demektir. Bu bir kimlik
yaratıyor. Nevşehir ve Niğde civarında Hacı Bektaş Veli, Ankara’da Hacı Bayram
Veli ile bütünleşen dini bir merkez oluşuyor. Din alimleri eğitim görüyor
burada. Kimliğe katkı yapan bir konu bu, Orta Anadolu’da bu anlamda bir merkez.
Nasıl Ege’de denize bağlı farklı bir kültür varsa Orta Anadolu’da da Orta Asya
Türkmenliği’nden gelen kültür var. Bu kültürün simgesi Taceddin Dergahı, saray
hocalarını yetiştiren bir yer, üzerinde ciddi çalışılması gereken dini bir
merkezdir. Bugün boş bir bina ama Mehmet Akif 1 yıl kalıyor orada, İstiklal
Marşı’nı orada yazıyor, bunlar boşuna değil. Yani bu ortamın yaşanıldığı bir
şehir Ankara. Hamamönü’nde, Kale’de, esnaflık ve zanaatla bütünleşmiş bir
mahalle kültürü var. Bu mahallelerde orta halli, kırla ilişkisini kesmemiş bir
kentli ahali yanı sıra Ermeni, Yahudi, Rumların da yaşadığı kozmopolit bir
nüfus var. Bu kozmopolitlik içinde komşuluk, mahalle ilişkileri, kardeşlik,
zanaatkarlık ve dini felsefe beraber yaşanıyor. Bunlara ek olarak
kozmopolitlik, açık bir toplum olmayı getiriyor.
“Felsefeyi taşımalıydık”
- Kırla ilişkisini kesmemiş derken neyi
kastediyorsunuz?
- Samanpazarı,
çok önemli simge bir mekandır; Ankara’nın çevreyle, taşrayla ilişki kurduğu,
değişim ekonomisinin olduğu, kırdan gelenin alışveriş ettiği yerdir. Ahiliğin
temsil ettiği bütün o küçük esnaf, bu bölgededir. Esnafı Samanpazarı’nda,
Kale’de ticaret yapıyor, Hamamönü’nde oturuyor, hareketli bir mahalle Hamamönü.
Ankara, bu mekanların özelliklerini, temsil ettiği felsefeyi, kimliğini
bugünlere taşımak için buraları korumalıydı belki. Buradaki yapılar, evler
çöküntü alanına dönüşüyor, sonra yeniden yapılıyor. Ulus, Ahiliğin önemli bir
merkeziydi, bugün o kimliğini kaybetti. Bu kimliğini kaybetmeden, evleriyle
ticari alanıyla ortamından koparmadan göstermeliydik gelecek nesle ya da
başkalarına.
“Yeni merkez Güvenpark olur”
- Cumhuriyet’ten sonra nasıl bir değişim
yaşadı?
- Cumhuriyet’le
beraber esnaf geri plana kayıyor, bürokratlar öne çıkıyor. Cumhuriyet’le
beraber ortaya çıkan elitler, bürokrat kesim Yenişehir’e, Sıhhiye’ye, Kızılay’a
kaymaya başlıyor. Ankara’nın kimliği, ‘memur
kenti’ne dönüşüyor. Esnaf, tüccar, Ahi, din kavramları, geriye düşüyor.
Sıhhiye’den geçen tren yolu köprüsü Ankara’yı ikiye bölüyor ve iki farklı
kimlikle kültüre bölünüyor şehir. Ulus, Hamamönü, Samanpazarı tarafında
geleneksel değerlere dayalı yaşanıyor, tren yolunun bu yanı ise yeni
seçkinlerin sanayileşmiş kent değerlerini yaşadığı yaşam alanı oluyor. Her ne
kadar tren yolunun öbür yanında Opera ve Gençlik Parkı kalsa da bu bölünmeyi
çok etkilemez. Yeni yaşam alanında merkez Güvenpark olur. Güvenpark’taki anıt
da bu yeni anlayışın, özgürlüğün, yeni cumhuriyetin, bağımsızlığın simgesidir.
Çay bahçesi, çocuk bahçesi, parkıyla orta sınıfın buluşma mekanı, sosyalleşme
alanı oluyor. Karşısında Bulvar Palas’la Meşrutiyet Caddesi arası bahçeli
lokantalar, çay bahçeleri var. Güvenpark’ın hemen arkasında bürokratlar için
yapılan Saraçoğlu Evleri var çünkü. Aynı zamanda burası, bakanlıkların olduğu
memur bölgesi.
Kızılay Güvenpark |
- Bu kadar mı önemliydi Güvenpark?
- Meydan
anonim, ortak bir yerdir. Ulus eski meydan, Kızılay yeni meydandır. Güvenpark,
bu meydanın merkeziydi. Meydanı yok ederseniz bu buluşma, dayanışma, birlikte
olma, farklı kesimlerin iletişim kurma, birbiriyle tanışma, konuşma
olanaklarını yok ediyorsunuz. Güvenpark’ın yarısı minibüslere, yarısı da polise
verilince sosyalleşme alanı olmaktan çıktı içinden geçilen bir yer oldu. Bizim
anlattığımız anlamda bir Güvenpark, meydan, merkez kalmadı.
“Kızılay, dünyanın nadir merkezlerindendir”
- Kızılay’ın önemi neydi?
- Kızılay
çok önemli; Ulus-Çankaya, Maltepe-Cebeci hattının ortasıdır. Maltepe ve
Cebeci’de yaşayan orta sınıfla siyasi, bürokrat sınıfın birleştirildiği
noktadır. Bu anlamda dünyanın nadir merkezlerindendir. Aynı zamanda kentsel
hareketler, önemli eylemler, şenliklerin yapıldığı merkezdir. Meydan kamusal
alan sağlar ki bu, demokrasinin temelidir. Tandoğan’a ya da başka yere
yollarsanız bu etkinlikleri, Kızılay’daki bu etki ve sosyalleşmeyi
sağlayamıyorsunuz. Kızılay, simge ve tarihsel olarak bu sosyalleşmeye en uygun
yer çünkü. Metronun gelişi, Batıkent’le Eryaman’a bağlanması da genç 3’üncü
kuşak orta sınıfın oturduğu mekanları bağlar Kızılay’a. Sosyalleşmeyi merkeze,
Kızılay’a çekiyor yani. Sincan’a çok geç gitti, işçi sınıfı var orada. Şimdi
Ulus gibi kamusallığını ve özelliklerini kaybediyor. Yaya ve araçların transit
geçtiği, durup eğlenmediği bir yer halini aldı, meydan değil artık.
Kamusallığını yitiren bir alan ki Ankara’nın şehirleşmesinde çok önemli bir
yeri vardır.
Başkentin en önemli kamusal alanı Kızılay, meydan olma özelliğini kaybetti. Şimdi gelip geçilen bir yer. |
“AVM’lere itiyorlar”
- Başka kamusal alanları var mı Ankara’nın?
- Tunalı
özellikle gençler için yeni bir kamusal alandı, birkaç kafe dışında artık
gençleri itiyor. 7.Cadde, siyasi, kültürel, sosyal, hepsini taşıyabilen bir
kamusal alan olamıyor ama bir tüketim mekanı olarak cazibesini koruyor, öğrenci
kesimine sesleniyor. Kızılay’ın o haliyle kıyas götürmez tabii.
- Kamusal alanları kaybolan vatandaş ne
yapıyor?
- Orta
sınıf kamusallaşma alanı kalmayınca ne yapacak, nereye gidecek, nerede zaman
geçirecek? Saat 7-8 gibi sokaklar boşalıyor. Büyük alışveriş merkezlerine (AVM)
gidiyorlar. Orta sınıfını, gençleri koruyamıyor, kamusallığını kaybetmiş, bir
araya gelme şansını kaybetmiş insanları evlere, AVM’lere itiyorlar. Oysa
meydan, kültürel aktarımın olduğu etkinliklerle şehrin şekillendirildiği
yerdir. Ayrıca pavyon kültürü bayağı cesaret bulmuş durumda. Ne zaman çıktı, ne
zaman bu kadar yaygınlaştı araştırmak lazım. Göçle ilgili herhalde.
Güvenpark 1940.. |
Ve Güvenpark'ta hanımlar.. |
“Eğitimi yüksek ama geliri düşük”
- Eğitim açısından nasıl bir başkentimiz var?
- Ankara,
Cumhuriyet öncesinden beri eğitimli bir kentti. Eğitimi çok yüksek bir kitle
yaşıyor. İkincisi; kültür ve sanat faaliyetlerinin nitelikleri çok yüksek.
İstanbul’da kültürel faaliyetler çok farklı, daha küresel ve medyatik.
Ankara’da ise daha yerel ve derin bir kültürel anlayış var. Ankara’da tiyatro oyunları sezon başlar
başlamaz doluyor. Çocukluktan başlarlar tiyatroya götürmeye. Her kente nasip
olmaz bu nitelikler. Kadın erkek eğitimi açısından kadın eğitimi en yüksek
kent. Aileler de yerli halk da bu konuda oldum olası bilinçli, okumaya
yönlendiriyorlar çocuklarını. Şimdi Türkiye’de kız çocuk okusun mu okumasın mı
tartışmasına geldik nasıl olduysa. Yerli halkın, geçmişten gelen böyle güzel
bir geleneği vardır. TÜBİTAK proje desteği ile Ankara’nın Çankaya, Etimesgut,
Altındağ, Mamak, Keçiören gibi 5 merkez ilçesinde sosyo ekonomik durum haritası
çıkardık. Gelir ve eğitim seviyesi haritalarını üst üste koyunca şöyle bir
sonuç çıktı; eğitim yüksek ama geliri düşük. Eğitimin karşılığını alamıyor
şehir. Bu nedenle bir anlamda sosyo ekonomik açıdan bir dereceye kadar homojen
bir kent ancak öte yandan bu bir göç nedeni; İstanbul’a, yurt dışına gidiyor
eğitimine karşılık bulamayan genç.
- Bu kadar nitelikli bir kentten göç ettirmek
de marifet olmalı.
- Ankara,
sanayide belki öne çıkabilen bir şehir değil ama bir bilişim, savunma ve
havacılık sanayisi merkezi, bilişim teknolojilerinde çok önemli bir rolü var.
Kadın istihdamının çok yüksek olduğu kentlerden biri ve bunlar geçici değil
düzenli işler. Yani eğitimli kadın sayısı yüksek bu anlamda. Kendi kendine
geliştirdiği bir OSTİM’i, küçük imalat sanayisi var mesela. Kendi bünyesinde
doğurduğu bir yerdir. Şehir asosyal olunca buralarda çalışarak yüksek gelir
elde edebilecek bile olsa yine de şehir dışına gidiyor genç.
Sibel Kalaycıoğlu |
“Alevi-Sünni farklılaşması belirgindir”
- Göç tablosu nasıl Ankara’nın?
- Başkent,
1950’lere kadar durağan bir kent, devlet eliyle kapitalizmin uygulandığı, kıra
kaynak aktarılan bir merkezdir. Sümerbank’ın ürettiği düşük maliyetli ürünler,
kıra çok önemli bir destektir. İller Bankası kalkındırma, Etibank madenlerin
değerlendirilmesi açısından önemli. 1960’lardan itibaren kent, önce mevsimlik
göç almaya başlıyor. Kendi yakın çevresinden Çorum, Yozgat, Sivas, Kırşehir,
Çankırı gibi illerden, Kızılcahamam, Bala, Haymana gibi ilçelerinden göç
alıyor. Karadeniz ve Doğu’dan göç almaz mesela. Kastamonu yakınındadır ama
oradan göç almaz. Doğu’dan gelen de doğrudan İstanbul’a, İzmir’e gider. Yani
Ankara’ya göç, Orta Anadolu bölgesinden gelir en çok.
- Göçün kentte yarattığı etkiler nedir?
- 1970’lerde
mevsimlik göç yerine yerleşik göç başlıyor. Hıdırlıktepe, Çinçin’deki
gecekondulaşma, Mamak, Dikmen, Seyranbağları gibi semtlere yayılmaya başlıyor.
İlk gecekondularla göçülen ilin özelliklerine bağlı olarak Alevi-Sünni
kimlikleri farklılaşması oluşur Ankara’nın. Bu farklı kimlik grupları, aynı
mahallede sokaklar olarak ya da aşağı mahalle yukarı mahalle olarak ayrışarak
yerleşiyorlar. 1970’ler göçünün en önemli özelliği budur. Sonradan anlaşıldıki
1980 öncesi sağ-sol çatışması da daha çok bu özelliği yansıtırmış. Çok baskın
ve belirgindir bu kimlik özelliği. Neredeyse yüzde 50-yüzde 50 diyebiliriz.
Çatışmıyorlar ama dayanışmıyorlar da. Bütün gecekondu alanlarında çalıştım, bir
anlamda sırtlarını dönerek yaşıyorlar. İstanbul’da da çalıştık, orada öyle
değildi. Ankara’da yaşam alanı geniş, çatışma az oluyor. İstanbul’da alan dar,
sıkışık nizam olduğu için çatışma artıyor. Ankara’da, siyasi radikal eylemlere
girişilmiyor. Tüm insan ilişkileri, mekanda yansır. Mekan da insan ilişkilerini
şekillendirir. Ankara, geniş gecekondu yerleşimleriyle daha şanslı. İlk
gecekonduların bahçeleri, çardakları, su kuyuları var. Ama İstanbul’daki sıkışık
nizam gecekondu yerleşimi, gerginlik yaratıyor.
“Üçüncü kuşak radikalleşiyor”
- Günümüzdeki durum ne?
- Üçüncü
kuşak göçmen dönemindeyiz şimdi. Birinci kuşak; eğitimi düşük ama bir biçimde
devlet dairesinde ya da şirkette iş bulmuş ve oradan emekli olmuştur. İkinci
kuşak; 1980 sonrası kentte büyümüş, eğitimi yüksek ama babası kadar şanslı
olamamış iş alanında. İşlerin, özellikle devlet işlerinin daraldığı bir döneme
denk gelmişlerdir. Babalarından daha yoksul bir kuşak. Üçüncü kuşak; 1990
sonrası doğumlular. Bunların eğitimleri daha yüksek ama neoliberalizmin
(küresel ekonomicilik) getirdiği sistem sonucu daha da işsiz bir kuşak. İkinci
kuşakta Alevi-Sünni ayrışması, şehir ayrışması olarak gösteriyor kendini;
diyelim Batıkent-Sincan olarak ayrışıyorlar. Kimliklere dayalı mekansal
ayrışmayla siyasi ayrışma ve radikalleşme başlıyor. Üçüncü kuşakta İstanbul’a
göre daha sakin ama siyasi keskinleşme oluşuyor bir yandan. Üçüncü kuşak,
kültürel altyapıyı daha aşağı çeken bir nesil. Şimdi kötü kentleşmeyle birleştirin
bu resmi; çirkin yapılar, altüst geçitlerle kullanılamayan, kamusal alanı
olmayan, yeşili sınırlı bir şehir. Ve bu kuşağın artık bir nüfus olduğunu
düşünün.
Suriye ve Iraklılar, aramıza karışmıyor |
“Suriyeliler, Iraklılar kimliği değiştirecek”
Dahası
yeni göçmenlerimiz var; Suriye ve Iraklılar. Ankara profilini tamamen
değiştiren bir göç bu. Çünkü kendi içine kapalı bir yaşam biçimi ve alanı
oluşturuyor, yerli halktan tamamen kopuk bir yaşam sürüyorlar. Altındağ,
Gülveren civarındalar ve şehrin kimliğini değiştirecek bir göç bu. Eskinin dayanışmacılığını,
Ahiliği unutuyoruz artık. Dışarıdan gelene teslim oldu Ankara, İzmir gibi içine
alıp yoğurmuyor, Ankaralı yapamıyor.
“Kentsel dönüşüm gerilim yaratıyor”
- Yöneticiler farkında değil mi bunların?
- Devlet
seçkinleri, yöneticiler, siyasi elitlerin sokakla halkla ilişki kuramamasının
da bunda etkisi var. Kentin kimliği ve kültürünü koruyamayışında, teslim
edilişinde, katkıları var. Örneğin kentsel dönüşüm, bir sürü kişiyi hak
mahrumiyetiyle karşı karşıya bırakarak büyük gerilim yarattığı gibi, mahalle
kültürüyle dayanışmanın kaybolmasına sebep oluyor. Vatandaş 3 nesil orada
yaşamış, tapu vermişsiniz. Kentsel dönüşümle hem evinden oluyor hem borçlanıyor
hem de komşularından, akrabalarından ayrı düşüyor. Zaten yoksul birini,
yerinden ettiğiniz gibi bir de toplumsal bir kayıp yaşatıyorsunuz. Bazı
uygulamalara, toplumsal sonuçlarını değerlendirmeden giriyor, sonra kendi
kendimize o sonuçlarla boğuşuyoruz. Bu toplumsal konuları, pek önemsemiyor
herhalde yöneticiler.