28 Nisan 2018 Cumartesi

CEP TERMİNALİ BİR İHTİYAÇ


28.04.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Lüks değil ihtiyaç. 8 yıl önce de ihtiyaçtı, kendini dinletemedi vatandaş, hala ihtiyaç. Ankara Şehirlerarası Otobüs İşletmecileri ve Acenteleri Derneği Başkanı Mustafa Özbakır “Bize bu doğrultuda gelen bir talep yok.. Biz, kesinlikle cep terminali istemiyoruz..” diyor da 8 yıldır kimin talebini seslendiriyoruz biz? Ankaralı’nın neler yaşadığını örnekleriyle yansıttığımız halde daha nasıl ifade edilebilir talep?

Bu talebi size niye yapsın vatandaş, Belediye’ye yapar zaten. Bu talep önceki Belediye Başkanı’na ulaşamadı ama yeni Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna’ya ulaşmış ve kendisi bu konuda bir çalışma başlatmış ise ne talebi sorguluyorsunuz artık? Enine, boyuna büyümüş, 8 yıl öncekinden daha kalabalık 5 buçuk milyon nüfusa dayanmış şehri, ihtiyaçlara göre değil de hala kişisel kanaatlere göre mi yönlendireceğiz?

Mantıklı mı?
Mustafa Tuna, gayet makul bir çözüm öneriyor; “Cep terminallerinde sadece yolcu indirme ve bindirme olacak. Buralarda bilet satış ofisleri olmayacak. Vatandaş biletini aldıktan sonra binmek istediği yeri firmaya söyleyecek, oradan binebilecek” diyor, daha nesine direniyorsunuz bunun? Bir bekleme salonu, tuvalet... Büfesinden, taksi durağından, yakından geçen bir otobüs hattı bağlanabilir, eğer başka donatılar mümkünse vatandaş yararlanır.
AŞTİ servisleri..

O servislerin birkaçını denemiş mi acaba Ankara Şehirlerarası Otobüs İşletmecileri ve Acenteleri Derneği? Şehre girdikten sonra 1 buçuk-2 saat sürüyor çevre semtlere ulaşmanız. Bolu’dan gelseniz şehir içinde geldiğinizden daha uzun bir sürede eve ulaşıyorsunuz. Mantıklı bir durum mu bu?

İdare anlayışı tabii
Gecenin geç saatlerinde inmek zorunda kalan yolcular var. Az dinlemedik Ayaş sapağında ya da Çayyolu-Ümitköy civarında indirsin diye muavine, şoföre yalvaranları. Hastası, yaşlısı, çocuklusu var. Geleceğiniz yere dönmeye çalışmak, ne kadar yorucu ve anlamsız bir zaman kaybı. Kaldı ki AŞTİ’den kalkan belediye servislerinin masrafı da vatandaşın cebinden çıkmıyor mu zaten?

Bu başşehrin medeni olmayan ulaşım koşulları, alışkanlık haline gelmiş. Şehirliye uygun hale getirileceğine şehirliyi olana uymak zorunda bırakma alışkanlığının sonucu. Bir idare anlayışı tabii. Şehrin birçok hizmet kurumlarına da sinmiş bayat bir anlayış tarzı.

Geçtik orayı
Daha iyisi, daha kullanışlı, daha şık nasıl yapılır diye düşünmek ve çalışmak yerine, kestirip atma, ‘ben yaptım oldu’ aklının zincirleme etkisi bunlar. Ankara’nın bütün şehirleşme sistemini çökertmiş bir aklın çürük meyveleri. Bu aklın etkisini silmek zaman alacak olsa da bir yerlerden başlanacak. 8 yıldır “ihtiyaç” diyoruz, gerçekten uzak kişisel kanaat oluyor bize de Belediye Başkanı’na da verilen yanıt. Biz orayı geçtik efendiler, yeni dünyada bir ayağımız.

24 Nisan 2018 Salı

ILIK 23 NİSAN


24.04.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Yine bir 23 Nisan’da durakta otobüs beklerken şahsımıza özel geçit töreninin keyfini sürüyoruz. Kürşad Bey İlkokulu’nun öğrencileri, törene gidiyor. Mini minnacıklar, en temiz, en şık, boncuk boncuk gözlerle en safları.

Papyonlu takım elbisesiyle 4-5 adım önden gidiyor küçük beyim. Nineyle üç büyük arkada şen şakrak. Her sokaktan şıklığı, gösteri kostümleriyle güzellikler akıyor okula doğru. Uzun zaman sonra parlak güneşli, ılık bir 23 Nisan’ı yaşıyoruz, bir de dışımız ısınıyor. Batıkent Kardelen Mahallesi’nde, her sokaktan çocukluğumuz geliyor.

Havadan mı yoksa..
Dünyanın en güzel bayramında pencerelerden, binalardan sarkan dünyanın en anlamlı bayrağı, yırtıyor tekdüzeliği. Otobüsle geçerken Kardelen Ortaokulu’nun bahçesi tıklım tıklım, çocukların elinde başka dalgalanıyor kırmızı beyaz. Metro Kızılay’a giderken uzaktan yakından tüm okullar, pınar gözeleri gibi kaynayarak yerini belli ediyor. Hava gibi bu yıl, 23 Nisan’da ılık geçiyor sanki.

Soğuk havalar kadar bıktığımız soğuk bürokratlar önünde yapılan soğuk kutlamalardan farklı bir bayram sanki. Güneş mi bizi yanıltıyor, dünyanın en güzel bayramına yeniden hakkını vermeye mi başlıyoruz acaba? Paltolu bürokratların önünde titreyen çocuklar görmediğimiz için mi ılıyor içimiz?

Başlangıcı da anlamlı
Her yıl olduğu gibi bir gözümüz televizyonda. Kim, nerede, nasıl kutluyor, yine törenlerin ya da gösterilerin kalite ve coşkusunu teftiş görevimizi yerine getiriyoruz. Kendi çocukluğumuzla kıyaslayarak her yıl 23 Nisanlar’a değer biçiyor, memleketin gidişatını da biraz o kalite ve coşkuya göre kestirmeye çalışıyoruz. Çünkü dünyanın en güzel bayramını kutlayamamak, bir idari sorundur beceriksizlikten öte.
Fikrin çıkışı da yeni devletin doğuşuyla birleştirilmesi de yeterince anlamlıdır. 23 Nisan, Himaye-i Etfal Cemiyeti, yani Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kimsesiz çocuklara sahip çıkılması için düşündüğü bir bayramdır. 23 Nisan 1927’de genelleştirilerek, tüm çocuklara hediye edilir. 1979’da, dünya çocukları karışır çocuklarımıza. Daha güzel nasıl bir bayram icat edebilir bir millet?

Kendine gelişmiş diyenlere
Kendine ‘gelişmiş’ diyen ülkelerin silahsız masum insanları ve çocukları katletmekten rahatsızlık duymadığı bir dünyaya, daha güzel nasıl hatırlatılabilir insanlık? Bu katliamları algılama zorluğu bir türlü iyileşemeyen Birleşmiş Milletler, niye sahiplenmez 23 Nisan’ı da ‘Dünya Çocuk Günü’ ilan etmez?

Aman uzatıp gölge düşürmeyelim bu güzel güne, kendimizi bilelim biz. Soğuk bayramların ılıdığını, eski günlerdeki çocuk sıcaklığına yine kavuşmasını umalım. Her 23 Nisan çocuğuz biz, tüm içtenliğimizle arkadaşlarımızın bayramını kutlayalım.

21 Nisan 2018 Cumartesi

ANKARA’NIN KABUL SALONU: ALTINDAĞ


21.04.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Hele bu kağıda bir möhür basasan! Çabuğ, herif bekliyer!
Muhtar gecikmeden yanıtladı:
“Dur anam dur hele! O ne kağıdı? Boyacı küpü mü, her gelene basarsak bu möhür ne kadar kalır? Dur bakam! Al!.. Heç te yavaş işiz yoh, hep ecele hep ecele!”
Masanın üstüne buruşturularak bırakılan parayı alan muhtar söylendi:
“Az para versin diye kocası gelmez. Kadına ben ne diyem? Sanki bu mürekkep islampa, kalem kağıt bedava! Ne edem, insanları severem!

Altındağ... Cumhuriyet’in kuruluşundan son 30 yıla kadar Ankara’ya gelenlerin, bekleme, kabul salonuydu. İlk gelen mutlaka ya Atıfbey Mahallesi ya Yenidoğan ya da Gülveren’de bir otururdu. Hacıbayram-Dışkapı arasındaki İsmetpaşa Mahallesi’nde bile cesaret edemezlerdi oturmaya. Telsizler, Hıdırlıktepe, Siteler ile Gülveren arasında Çinçin Mahallesi.

Küsmediler
Başkente gelen, önce hesaplı oluşundan bu civarda oturur, şehre alışan başka semtlere çıkar, alışamayan içinde kısılıp kalırdı ne şehri ne taşrayı hakkıyla yaşayamadan. Çok başarılı insan da çıkarmış, bakanlık seviyesinde yüksek bürokratlar yetiştirmiş, ünlülere ev sahipliği yapmıştı ama başkentin ortasında bekleme, kabul salonu olmaktan kurtulup, şehre kaynayamadı semt. 3-4 yıldır da ‘kentsel dönüşüm’ hakkından geliyor.

Konut ihtiyacından türeyen gecekonduların ülke çapında başkentiydi Altındağ. Eski Ankara’nın karşısına, Hatip Çayı ötesine dizildiler hem kenar hem göz önünde bir yere. Önce orada varoldu, sonra şehre kaynadı misafirler. Kendince bir yaşam tarzı oluşturdu, tüm olumsuzluklara, sahipsizliğe karşın küsmediler başkente. Son 30 yıla kadar...

Keşanlı Ali’den sonra
Bizim çocuklarımız, bizim geleceğimiz değil mi?” diyordu ‘Altındağ, Hüznün Coşkusu’ kitabında Yaşar Seyman. Kendi de Erzincan’dan göçmüş, Çalışkanlar Mahallesi’nin “..Ne edem, insanları severem!” diyen muhtarı Binali Atik’in, babasına yardımcı kızı. İliklerine kadar Altındağ’ı yaşamış, zihnine kazımış, keskin gözlemlerini nefis söz ve tanımlamalarla kitabında paylaşmıştı.

Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’na ilham veren Altındağ’ın, gerçek destanını da kadınlarından aşklarına, kabadayılarından kulüpçülerine, mapuslarından bağrı yanık anaları, eşlerine, düğünlerinden tiyatrosuna, gecekondularından şehirleşmesine, Yaşar hanım kaydetmişti. Şimdi geriye eser kalmayan bir dönemiydi Ankara’nın.
Yaşar Seyman

Yeni Altındağlar yapabilecek mi?
1986’da ilk basımı yapılan ödüllü, Devlet Tiyatroları’nda oyunlaştırılarak sergilenen kitabın, Ekim 2017’de yeni baskısı yapıldı. Yaşanmışlığı ve samimiyeti layıkıyla hissettiren, arşiv değeri yüksek bir kaynak. 1990’larda, 2000’lerde ziyaret etmeye devam ediyor, “.. değişen hiçbir şey olmamış, yine hüzün..” diyordu Seyman.

Semtin soluşu ve yok oluşu da var kitapta. İnsanları seven yöneticileri olmayınca solmuş, kentsel dönüşümün dişleri kolay ezmiş Altındağ’ı. Semti işlevini, Ankara, bekleme salonunu, kabul semtini kaybediyor. Dertlerin temeline hiçbir zaman inilmeden her biri bir yana dağıtılmış Altındağlılar’la başkent, yeniden oluşturuluyor. Yeni Altındağlar, bu işlevi yerine getirebilecek, kendi destanlarını oluşturacak insani dokuya sahip olacak mı bakalım?