28 Nisan 2013 Pazar

YENİ İŞ VE MARKA YOLLARI


26.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi


Ankara, iş yapmak ve marka olmak için uygun bir kent. Kendine has bir iş yapma sorumluluğu, düzeni yani terbiyesi var. Bu yüzden köklü markalar çıkarabiliyor Ankara. Biraz ağırdan alsa da yenilikçi yanıyla daha çok öne çıkıyor Ankara firmaları. Sağlam basıyorlar adımlarını. Ancak marka olan, soluğu İstanbul’da alıyor, bir daha da arkasına bakmıyor. Marka olup, Ankara’da kalanlar yok mu? Var. Var ama onlar da dünya markası olma yolunda ağır davranıyor. Yeni iş alanları ve markalara ihtiyacımız var, Ankara, bu yolu açmaya hazırlanıyor.



Ankara’dan 2 ‘süper marka’

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin ‘2012 Süper Markaları’ açıklandı. İngiltere merkezli marka değerlendirme kuruluşu Superbrands, Türk iş dünyasının önemli isimlerinden oluşan Seçici Kurul’un oyları ve araştırma şirketi Nielsen’in kamuoyu ölçümleriyle belirlenen Türkiye’nin 159 ‘Süper Markası’nı açıkladı. Önce 1089 marka belirlenmiş, bu sayı 300’e düşürülmüş ve süzgeçten geriye ‘süper’ olarak bu 159 firma kalmıştı. Çoğu büyük dünya firmalarının Türkiye temsilcilerinden oluşan markalar. Kalan Türk firmalarının arasında iki Ankara firması görebildim. Bu 159 firma arasında ASELSAN Ve Kavaklıdere Şarapları süper marka olmaya layık görülmüştü. Sadece iki firma. İkisini de gönülden kutluyoruz.



“Tufan geliyor”

2012’nin Ocak ayında Çankaya Üniversitesi Rektörü Profesör Doktor Ziya Burhanettin Güvenç, “Tufan geliyor, teknoloji tufanı” demiş, küçük ve orta ölçekli işletmeleri “kümelenin” diye uyarmıştı. Aynı dönemde Bilişim Vadisi ve teknokentler gündeme yeniden gelmeye, organize sanayi bölgeleri, üniversiteler ve teknokentlerle işbirliğinin somut adımlarını atmaya başlamıştı. Yeni teknoloji dünyayı kaplamaya başladığı zaman, borsada kayıtlı şirketlerin en az yüzde 99’unun, Amerikan borsasındaki şirketlerin en az yüzde 80’inin kapanması bekleniyor. Bugün çalıştığımız işlerin çoğu, yarın olmayacak demek bu. Adım adım o günlere doğru gidiyoruz. Değişimi görmeliyiz.



Süper marka fabrikası!

Şirket işleyişleri, iş yapma alışkanlıkları değişiyor. Şirketler, üniversiteler ve sanayi, ele ele vermek zorunda artık. Gençleri de bu geleceğe göre yetiştirmek. Tam bu noktada, organize sanayi bölgeleri ve teknokentler, çok önemli bir yere sahip olacak. Devlet ve yerel yönetimler, onların bu hazırlığına hızla yardımcı olmalı. Buralardan yeni işler ve markalar çıkacak. Hatta 2 süper şirketimiz olduğuna üzüldüğümüz günler çok geride kalacak. Çünkü bu örgütlenmeler, hızlı ve doğru adımları atarsak süper marka fabrikasına dönecek.



Ankara teknokentleri
Nasıl mı olacak? Organize sanayi bölgeleriyle ilgili yazı dizimizde ipuçlarının bir kısmını vermiştik. Yarın da teknokentlerin bu gelişmelerdeki yaşamsal önemini işleyen yazı dizimize başlıyoruz. İpuçlarının kalan kısmını, bu dizide fazlasıyla bulacaksınız. İş ve iş alemi değişiyor, 5 hafta boyunca her Cumartesi, yenisini konuşacağız.

23 Nisan 2013 Salı

SÖNMESİN IŞILDASIN 23 NİSANLAR


23.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Otobüs beklerken önümden geçiyorlar. İlkokul birinci sınıf diye tahmin ettiğim küçük kız, elinden tutmuş, pıt pıt pıt annesinin yanında okula yetişiyor. Annesi yürüyor, onun cılız bacakları koşuyor. Paltosunun altından kabarık tütü eteği taşıyor, cılız bacakların ucundaki yeni ayakkabılarıyla baştan aşağı pırıl pırıl. Son gün, kıyafetli prova var demek. Çocukluk, gençlik coşkum gelmiş, önümden geçiyor. Bayram gelmeden içimi şenlendiriyor tek kişilik özel geçit!



‘Çocuk Bayramı’ böyle olur

İlk tören provalarının başlamasıyla içimiz kıpırdamaya başlar, 23 Nisan’la bitmez, etkisi belki bir hafta sürerdi. Çarşı, en  kalabalık gününü görür, en cıvıl cıvıl sesler o gün yankılanırdı. Güneş daha parlak, arkadaşlık daha sıcak olurdu.  Büyük, küçük herkese siner, kaynaştırırdı duyguları ılık ruhhali. Çocukların bayramı olur, ‘Çocuk Bayramı’ dediğin böyle olurdu.



Çocukları üşüten paltolu zevat

Şimdi soğuktan büzüşmüş, üşüyen çocuklar görüyorum Çocuk Bayramı’nda. Karşılarında, saatlerce soğukta beklettikten sonra paltosuyla oturan devlet büyükleri görüyorum. Çarşıda mahşeri kalabalıklar, cıvıltıların yankıları yok. Artık havalar mı daha soğuk, paltolarıyla oturan adamların içi mi, ayırt edemiyorum. Bayram değil de Bitsin de gidelim angaryası sanki; coşku soğuk, pırıltı sönük. Güneşi bile küstürmüşler diyesiyim ama dememek lazım. Güneşle küsülmez. Bütün çocukların benzi solgun, yaşam coşkusu kavruk olur yoksa.



Ne işleri olursa olsun

Bizim gördüğümüzden de daha coşkulu kutlanırmış 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Geçtiğimiz Çarşamba İsmet İnönü’nün kızı Özden İnönü Toker’le yaptığımız söyleşide, birinci elden şahidi olarak anlattı; Türkiye’nin her yanından çocuklar gelir, Ankara’nın köylerinden kasabalarından, çevre illerinden insanlar akar, şehir tam bir şenlik havasına bürünür, sabahtan akşama kadar sürermiş devlet büyükleriyle çocukların bayramlaşması. Akşam da önce fener alayı yapılır, arkasından Türkiye’nin her yanından gelen çocuklarla beraber çocuk balosuna katılırlarmış. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü için, Ne işleri olursa olsun o baloya mutlaka katılırlardı diye bastıra bastıra vurgulamıştı Özden hanım.



Tek çocuk bayramından soğutuyoruz

Şimdi çocuk olmayan, ‘resepsiyon’ denen bir toplantıyla geçiştiriliyor 23 Nisan akşamları. Ev sahibi Ankara, 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’ni başka şehirlere kaptırdı. 23 Nisan olduğunu bile anlamıyorsunuz artık 23 Nisan’ın ev sahibi başkentte. Ancak bir ‘Alışveriş Şenliği’ yapılıyor, aylar öncesinden doluyor gazete sayfaları, televizyon ekranları. Birbiriyle yarışan pahalı etkinliklerle… Dünya çocuklarının gelmek için can atmak isteyeceği bir çocuk bayramı düzenleyeceğimize, dünyanın tek çocuk bayramından çocukları soğutmak için elimizden geleni yapıyoruz.


Her 23 Nisan’da törenleri, etkinlikleri, hala çocukluğumdaki coşkuyla izliyorum. İçimdeki 23 Nisan çocuğunu soğutamıyorlar. Çünkü o bayramda hep ısınmıştı bizim içimiz. Arkadaşlarımın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı en sıcak samimiyetimle kutluyorum.

21 Nisan 2013 Pazar

DOĞRU AĞAÇLANDIRMIYORMUŞUZ


19.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



“Doğru mu Ağaçlandırıyoruz?” diye sormuştuk, işin uzmanları, kocaman bir “Hayır”la ziyaretimize geldi. Misafirlerim,  ‘Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’ydi. Her meslekten 63 uzmanın, gönüllü olarak bir araya geldiği, çevreyi sadece sevmeyen, inceleyen araştıran, mütevazı ama ciddi bir dernek. Orman mühendisi başkanı Salih Usta, arkadaşları orman mühendisi Ahmet Demirtaş ve maden mühendisi İsmail Şenel’le ülkenin de sorunu olan doğru ağaçlandırma ve yeşillendirme Ankara’da nasıl aksıyor, bir Ankara manzarası çıkardık. Köşemize sığmayacak tatsız bir manzara çıktı. Kent  içindeki kısmıyla başlayalım, gerisini zamanla getireceğiz artık.



Kuruması için dikilen ağaçlar

- Öncelikle Ankara’nın, bir ağaçlandırma planı olmadığını öğrendik, hiç şaşırmadık. 1990-1994 yılları arasında    Büyükşehir Belediyesi tarafından Ankara Kentiçi Ağaçlandırma Ana Planı(AKAP) hazırlanmış ama plan uygulanamamış.

- Dikimlerde hızlı büyüme, rüzgarın hızını kesme, hava kirliliğini azaltma, gölge etme, gürültüyü önleme, ya da taban suyunu azaltma gibi öncelikli bir amaç gözetilmiyor. Hava kirliliğinin çok olduğu Kızılay çevresinde iğne yapraklı türlerin dikilmesini buna örnek gösteriyorlar.

- Toprak yapısı ve niteliği, iklim değerleri, yön ve yükseltiye uygunluğa bakan yok. Sığ bir toprak özelliği olan 50. Yıl Parkı’na Japon soforası, verimsiz ve kurak yapıdaki Ahlatlıbel-Gölbaşı yoluna çınar dikilmiş; soforalar gelişemeyip bodurlaşmış, 486 adet çınarın tümü kurumuş. Demetevler Kavşağı’nda bulunan ve Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde kurulmuş olan 'Yenimahalle Kent Ormanı 1 ve 2’inci Etap'daki kavak ağaçları kesilerek karaçam ve sedir fidanları dikilmiş. “Bitişiğinden akan Ankara Çayı ile İstanbul yolu arasında kalan arazinin toprak yapısı göz önünde bulundurulduğunda tür seçiminin isabetsizliği daha iyi anlaşı lacak” diyorlar.



Yerlisi dururken ithal ağaç

- Son yıllarda batı çınarı, ıhlamur, saplı meşe, gürgen, yalancı akasya, üvez, gibi türlerden ağaçlar, yurt dışından getirilerek çeşitli bulvar ve caddelere dikiliyor. “Bu uygulama, bilimsel, teknik, ekonomik ve politik olarak yanlış” diyor uzmanlarımız. Dikilen ağaçlarda kuruma oranları çok yüksekmiş: Turan Güneş Bulvarı’ndaki meşelerde kuruma oranı yüzde 60. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndaki servilerin yüzde  35’i, Atatürk Bulvarı’ndaki ıhlamurların yüzde 50’si, Ahlatlıbel’deki çınarların yüzde 80’i kurumuş. Bu oranın gelecek yıllarda daha da artması bekleniyor çünkü ‘ithal ağaçlar’ın hangi hastalık ve zaralıları getirdiği ya da  Ankara’ da hangi hastalıklardan zarar görebileceği araştırılmamış. “İthal ağaçlar tam garantili” biçimindeki açıklamaları, “bilim ve akıl dışı açıklamalar” diye tanımlıyor mühendislerimiz.

- Dikim yerinde bulunan elektrik, su, doğalgaz, atıksu borusu, metro gibi alt yapı donatıları hesaba katılmıyor. Atatürk Bulvarı ve Dögol Bulvarı orta refüjlerine ıhlamur ve gürgen,  Celal Bayar Bulvarı üzerinde, altından doğal gaz hattı geçtiğini belirten işaretler olduğu halde bu alana süs elmaları, yine Dögol Bulvarı’nda, altından metro hattı ve metronun havalandırma bacası bulunan yerlere gürgen ağaçları dikilmiş. 5-10 yıl sonra ya ağaçlar kuruyacak ya da metro hattına zarar verecek bu ağaçlar. Ayrıca gürgen, Karadeniz iklimine uygun bir ağaç.



Uzmanı boşa yetiştiriyoruz
Başkent’e öncelikle Türkiye’de ve bölgede doğal olarak yetişen ağaç ve ağaççıklar dikilmeli. Paramıza da ağaçlara da yazık” diyor mühendislerimiz. Ankara içinde sokak sokak,  çevresinde bölge bölge dolaşıp, raporlar hazırlıyorlar. Kurumların, kendi bünyesindeki uzmanlardan bile yararlanmadığından şikayetçiler. Diyoruz ya hep; “Bu memleket uzmanını dinlese kim bilir nerelerde olurdu” diye.

17 Nisan 2013 Çarşamba

TREN GELİYOR!

 16.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ağırdan alıyor ama geliyor galiba. Ya Ankaralılar neyin geldiğini pek iyi anlayamadı ya da neyin geldiği onlara pek iyi anlatılamadı. Ankara sanayicileri, ülke ve Ankara için çok önemli bir adımın atılmasına öncülük etti, hükümet buna karşılık verdi ancak kamuoyunda, bu adımın önemine yakışır ilgiyi gördüğünü söyleyemeyeceğim. “Ankaralı, yılgın” diyorum ya; yanıtlanmayan şikayetten, olmayan vaatlerden bıktığı için, gözüyle görmeden inanmıyor, heyecanlanmıyor. Bir adım geride duruyor her şeye karşı. Bazen hevesi kıracak kadar geriye çekiliyor.



Geleceğe kapı aralayan temel

Ankara’ya tren geliyor, trenin fabrikası geliyor. 4 gün önce Sincan ASO 1 Organize Sanayi Bölgesi’nde, metro araçları üretim tesisinin temeli atıldı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Çin Büyükelçisi’ni, metro araçlarını üretecek Çinli CSR ve Türk ortağı MNG firmalarının yetkililerini, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i ve Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir’i yanına aldı, açılışı yaptı. Bakan Yıldırım, açmakla kalmadı, erken bitmesi için herkesin önünde uzun süren bir pazarlığa da girdi firma yetkilileriyle. Zaten üretici firmadan 1 yıldır ses seda çıkmıyordu, kaybedilen zamanın bir kısmını kazanmak için 6 ayda fabrikayı bitirme ve üretime geçme sözü aldı. 1 yıllık sessizliğin ardından, son birkaç haftaya sığdırılmış perde arkası zorlu bir pazarlık, nihayet sonuçlanmış, Ankara ve ülke açısından çok önemli ve stratejik bir yatırım, bu temelle geleceğe bir kapı daha aralamış oldu.



10 yılda 75 milyar dolar

Geleceğin kapılarından çünkü önümüzdeki 10 yılda sadece Türkiye’nin metro araçları ihtiyacı için 75 milyar dolar yani yaklaşık 130 milyar (katrilyon) lira harcama yapmak zorunda kalacağız. Daha önce 40 milyar dolar olarak tahmin ediliyordu ama güncel rakam 75 milyar dolara çıkmış. Kendi trenlerimizi yapamadığımız için bu para doğrudan dışarı gidecek demekti. Bu arada 20 yıl içinde, tüm dünyada raylı sistem ve araç ihtiyacı 1 trilyon dolar olarak hesaplanıyordu. Belki o rakam da güncellendiğinde artacak. Sözün özü; raylı sistem ve araç sanayisinin geleceği çok parlak. İşte bu yüzden geleceğin kapılarından birini aralamış olduk. Sonuna erdiririz inşallah.



51’den 30’a düştük

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, metro araçlarının üretimine yüzde 51 yerli olması koşulu getirmiş, ihale bu koşullarda yapılmıştı. Temel atılırken bu koşulların  hemen sağlanamayacağını üzülerek öğrendik. “Önce yüzde 30 olur, sonra yüzde 51, daha sonra belki yüzde 70’e, 80’e çıkar” dedi Bakan Binali Yıldırım. Üstelik "Kurulacak fabrikanın 324 aracı yapıp yetiştirmesi mümkün değil. Metroyu bu yıl sonu açacağımız için ilk partiyi Çin’den getirecekler” diye ekledi. Ankaralı, bir adım geri durup, bekler bu durumda; “Yüzde 51’de fire verdik, bu yatırımın akıbeti ne olacak, zamanında yetişecek mi, yüzde 70,80 yerli üretimleri görebilecek miyiz? soruları yankılanırken kafasında.


Bu yatırım ülke için çok, Ankara için çok çok önemli. Bursa için de Eskişehir için de Konya için de Kayseri için de çok önemli. Daha yeni iller, ilçeler eklenecek bu listeye. Raylı ulaşımda makus talihimizin kırılma noktası, dünya çapında bir girişim olacak. Çocuklarımıza gelecek vaadi... Bu temel, inşallah  trenin gelmesine atılmıştır. Durdu bir adım geri, bekliyor Ankaralı. Ve onlarla beraber bütün komşuları...

16 Nisan 2013 Salı

İŞ ÇOK NİYE HABERİMİZ YOK?


12.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



İşsizler “İş yok”, sanayiciler, “İş çok, eleman açığımız da çok“ diye şikayetçi. Bir de “İşsiz değil, iş beğenmeyen çok” diyenler var. İşte plansız gelişmenin, eciş bücüş meyvesi duruyor önümüzde; gençleri ihtiyaca göre yetiştirmeyen, işi, ihtiyacı olanla buluşturamayan bir garabet. Uzaya gidecek olsak “Benzin koyacak adam bulamadık” diye yerde kalacak feza vasıtası. Devrim Arabaları’nda olduğu gibi; benzini yok diye araba imalatından vazgeçmiştik!



Adam mı bitti?

İşe uygun nitelikli eleman yetiştirme ve işi, o elemanlarla buluşturma sorunu yaşıyoruz uzun süredir. Bütün ülke sanayisi, nitelikli ara elaman ihtiyacıyla inliyor ama biz, hala el yordamıyla iş yapma, iş bulma çağından çıkamadık. Eller cepte kaldırımları arşınlayan gençleri ve işsizleri, neredeyse ortaokuldan başlayan planlı bir düzene dahil edemedik. Lise yıllarını boşa harcatıp, üniversitede bile değil, sınav yollarında telef ediyoruz bir nesli. İş var mı, var. Adam mı bitti memlekette de çalışacak eleman peşine düştük? Çünkü önlemler, doğru bir zamanlamayla yönlendirecek biçimde alınmamış. Yangın söndükten sonra hortum elde, geziyoruz koca ülkeyle dalga geçer gibi.



Okulla da işle de buluşturamıyoruz

Daha önce de defalarca okudunuz bu köşede; “Gençler zamanında bilgilendirilip, yönlendirilmiyor. Vasıfsız işsizlere, vasıf kazandırılmıyor” diye. Devletin meslek okulları, bayat bilgi ve yöntemlerden vazgeçmiyor, eğitimi, sanayi ve ticaretle örtüşemiyor bir türlü. Oysa bütün organize sanayi bölgelerimiz, ticaret odamız, kurslar veriyor, yetişeni, hemen işe alıyor. Şimdi hem meslek lisesi hem meslek yüksekokulları açma yolunda yarışıyorlar. Ancak çok üzücü; bu kurslar ve okullara, istenen talep gelmiyor nedense. Bu arada devletin meslek okulları, güncellikten uzak, ağırdan almaya devam ediyor.



Bilgilendiremiyor, duyuramıyoruz

Baştan beri çok ciddi bir bilgilendirme ve duyurma eksikliği yaşandığı açık. Meslek okulları ve kurslarla ilgili duyurular, çok dar bir çerçeve içinde kalıyor. 3-5 başvuru olunca oda başkanları şikayet ediyor; “iyi maaşlı iş garantili kurslarımıza başvurulmuyor, iş beğenmiyorlar” diye. 2 yıldır edindiğim izlenim, iş beğenmeyenler bir yana; bu okullar ve kursların zamanında ve iyi duyurulmadığı yönünde. Zamanında derken; bir kere lise öncesinde bu seçenekleri bilmeli gençler. İyi duyurulmalı derken; meslek odalarının ya da ilgili kurumların, internet köşelerini aşmalı duyurular. İhtiyacı olan bölgeler ve okullarda tanıtılmalı.



Meslek seçimine doğru destek

İş ve İşçi Bulma Kurumu İŞKUR, ‘Meslek Seçimine Destek’ dergisi dağıtmış. Çok güzel, tam da dediğimiz uygulama. Ama  kime dağıtmış? Atatürk Kız Teknik ve Meslek Lisesi öğrencilerine. Zaten bir mesleğin ucundan tutmaya başlamış gençlere. Ona da ihtiyaç var ancak hedefi tutturamamış, ortadan bir yerden başlamış gibi olmuş. Hedef, çocukların ve ailelerinin liseden önce bilgilendirilmesi, kahve köşelerinde pinekleyen gençleriyse orada ya da kendi sokağında  bilgilendirmek olmalıydı. İnternet sayfasında, ilgili biri olarak benim bile zor bulduğum sayfayı, o kurumdan habersiz gençlerin ve işsizlerin bulmasını bekleyip, sonra da “iş beğenmiyorlar” diyemezsiniz.



Daha birinci adımı atamamış, duyurmayı becerememişiz işle ve okullarla buluşturmak için. Benim işten, okuldan, senin benden haberin yok, şikayet ediyoruz karşılıklı. Ankara sanayisi ve ticaretinin, ilk anda acilen 35 bin kişiye ihtiyacı var. Şikayetle eğleşmeyelim de bir plan yapıp, önce doğru duyuru yaparak önlem alalım isterseniz.

12 Nisan 2013 Cuma

ŞEHİRCİLİK DERSLERİ


09.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından bal damlıyor adeta. Erdoğan, "Bizim metropollerimiz (Büyükşehir) vardı ama o metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole, yani ölü şehirlere dönüştü. Eskiden yeşilin içine, yeşille uyumlu yapılar inşa edilirken şimdi artık saksılarda çiçekler yetiştiriliyor" diyor.


"Bazen arkadaşlarımız diyor ki ‘derenin yatağını şöyle biraz kaydıralım, biraz değiştirelim'. Yapma! Er veya geç o dere, yatağını bulur. Derenin hakkı vardır. Hakkını alır, o zaman bedeli ağır olur. Canlar gider, cananlar gider. Buradan 3-5 kazanacağız diye bu yataklarla oynamayalım diyor.


Medeniyet tasavvuru olmayan, geçmişten beslenip geleceği inşa etmek yerine, köksüzlükten beslenip açlıkla, hırsla, tamahla betonlar dikenler yüzünden bizim neslimiz gerçekten viran bir miras devraldı diyor.

Denizlerimizi tehdit etmemeliyiz, sahillerimizi tehdit etmemeliyiz" diyor.

"Şuradan daha fazla rant elde edelim. Onun için emsali 1,5 değil, 3'e çıkaralım! Allah aşkına bu mantıktan vazgeçin. 3'e zorlayacağımız yer asla olmamalıdır. Plan notlarıyla oynamak suretiyle eğer siz bunu 7'ye, 6'ya çıkarıyorsanız tarih de millet de sizi affetmez. Şu anda emsallerle oynayan belediyeler var. Şehirlerimiz mahvoldu, gasp edildi. Adeta işgal altında" diyor.


“Biz kültürümüzün de derinliklerinden gelmek üzere estetiğe önem vermeliyiz. Fevkalade bir hal olmadıkça bu tür yapılanmalarda gökdelenler dikilmemeli. ..insanoğlu toprağa yakın yaşamalı. Biz, çocuklarımızın rahat rahat inip çıkabileceği konutlar inşa etmeliyiz" diyor. Derslerin devamını bekliyoruz.



Gelişigüzel şehirleşmenin sınırı

Başbakan Erdoğan’ın şikayet ettiği konulardan şikayetçi olanlara, enayi gözüyle bakılıyordu. Şimdi akıllıların bizi getirdiği noktayı tartışıyoruz. Bütün şehirleri ama öncelikle Büyükşehirleri vuran gelişigüzel, kafasına göre şehirleşmenin sınırına dayandık demek. Dayanmadan önce önlem alabilseydik keşke. Sadece yasaları, planları uygulasak yetecekti ama bir kez delinince herkes delmeye kalktı, yasa, plan, delik deşik oldu. Rant çarkı, koca koca şehirlere, hayatı zehir etti.



27 Temmuz 2012’de “Nasihat Dinlemeyenin İlacı Musibet” demiştik İstanbul’daki inşaat ve gökdelen çılgınlığı için. “4 ay önce yokken bir buğday tanesinin, başağa dönmesine denk sürede bir kasabayı barındıracak gökdelenler yükselmiş” demiştik. “İstanbul’a iyi bakıyoruz. İyi bakıyoruz ki Ankara, hangi hatalara düşmemeli, ders çıkarmaya çalışıyoruz” demiştik. Bu arada hiçbir ders alındığına falan şahit olmadık.


Plansızlığın başşehirleri

Aksine gökdelenleşmek, dar bir bölgeye onları sığdırmak için Hava Mania Hattı’nın kaldırılmasını bekliyorduk dört gözle.  Gökdelenden güneş değmeyen New York sokaklarına özenip, Manhattan semtini seçiyorduk örnek olarak. Bildiğimizi okumaya devam ediyorduk, bu kez Mart’ın sonunda, ‘Ankara’nın Ataşehir’i” diye Çukurambar ve Eskişehir yolundaki yoğun ve yüksek yapılaşmaya dikkat çekmeye çalıştık. Trafiğin “Gordion Düğümü”nü düğümlüyorduk bölgeye. Plansızlığın başşehirlerini yarıştırıyorduk sanki ülkede.


Şimdi dinlerlerse eğer Başbakan Recep Tayyip Erdoğan anlatmaya çalışıyor. Bu arada Başbakan uyarırken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü, emsal artışlarına onay vermeye devam ediyor. Rant, babasını tanımıyor gözü dönünce.

7 Nisan 2013 Pazar

AOÇ’NİN ALTIN ÇAĞI!


05.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Altın çağını yaşıyor Atatürk Orman Çiftliği. Şantiye oldu, nereye kafanızı çevirseniz inşaat var. ‘Dozer Kamyon Çiftliği’ diye değişir yakında adı. Her şey bir yolla başladı, aldı başını gidiyor frensiz. “Masum bir Çiftlik Kavşağı” diye giren  inşaat virüsü, alabildiğine sardı her yanı. Ancak doymuyor inşaat tanrısı; oradan 50 dönüm, buradan 200 hektar, bünyeyi tamamen sarmak istiyor. Komşumuzun komşusu, bahçesindeki 6-7 mertekarelik toprağa, ağaç dikeceğine, çiçek dikeceğine beton dökmüştü. 3 tane şemsiye aldı sonra yaz sıcağında oturabilmek için. Sonra gündüz oturmaktan vazgeçti bahçesinde. Yenmiyor, oksijen salmıyor ama bazısı beton seviyor, asfalt seviyor. Sevmeyene, yasayla yönetmelikle zorla sevdiriliyor. Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ), betonlaşma ve asfaltlaşma da altın çağını yaşıyor.



Amacından sapmış işler

Evvelki gün geçtim yine yanından. Anadolu Bulvarı’ndan Çiftlik Kavşağı’na doğru dozerler, kamyonlar yayılmış araziye. Düzlemişler ne varsa. Bazı işler, hiçbir zaman bu kadar hızlı yapılmadı Ankara’da. Arkamızı dönüyoruz yol yapılmış, dönüyoruz başbakanlık yapılmış, dönüyoruz otoban yapılmış. Bu arada Çiftlik Bulvarı, tüm heybetiyle arazinin içinden geliyor. ‘Çiftlik Otobanı’ denmeli, bulvar, kifayetsiz kalıyor heybetini temsilde. Durmadan “Çiftliğe bir şey olduğu yok”  diye haberler okuyor, demeçler dinliyoruz ama başkalarına tahsis edilmesi, Çiftlik arazisini, Çiftliğin olmaktan çıkarmıyor ki. Amacı dışında kullanılırken izliyoruz işte hep beraber. Hem de geri dönülmez biçimde amacından sapmış tasarruflar çoğu. Ağaçlar kesildi, beton, asfalt döküldü. Daha ne olsun amacından sapabilmesi için?



Bir hafta olacak, Başbakanlık Hizmet Binası'nın, AOÇ arazisi üzerine yapılmasına yönelik kararın iptali istemiyle açılan dava için bilirkişi heyeti, Çiftlik’te inceleme yaptı. Yaklaşık 2 saat süren geziden sonra Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Tezcan Karakuş Candan, "Kesilmiş ağaçların kökleri, beton dökülen kökler, yıkılan ağaçlar, insanı hüzünlendiriyor. Yüreğim sızladı" diye açıklama yaptı. Hergün yüreği sızlatan yeni bir haber çıkıyor artık Çiftlikle ilgili.



Yürek sızlatan haberler

AOÇ içerisinde 213 dönümlük Hayvanat Bahçesi, geçtiğimiz yaz, Belediye Meclisi’nin olağanüstü toplantısında, 10 kat artırılarak yaklaşık 200 hektara yükletildi. Net olarak 2 milyon 130 bin metrekareye. Ancak Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bunun da genişletilmesi için geçtiğimiz günlerde yeniden başvurdu Belediye Meclisi’ne. Bu kadar büyüyecekse Çiftliğe girişi kapatıp, hayvanları içeri salsak daha iyi korunmaz mıydı arazi?



Derken arkasından Ankara Büyükşehir Belediyesi, Belediye Meclisi’nde okunmadan doğrudan İmar ve Bayındırlık Komisyonu'na gönderilen başkanlık yazısıyla AOÇ Hayvanat Bahçesi içinde daha önce arıtma tesisi için ayrılan alanın, "tesisin konumu ve büyüklüğü yetersiz olduğu" gerekçesi ile büyütülmesini istedi. Gerekçe; AOÇ Hayvanat Bahçesi içinden geçen Ankara Çayı'nın, temiz ve kullanılabilir şekilde akıtılabilmesi. Arıtma tesisinin büyüklüğü 18 dönümden 50 dönüme çıkarılsın isteniyor. Yani 32 dönüm AOÇ arazisi daha betonlaşacak.



Daha ne olması gerekiyor?
Kavşaklar, Başbakanlık inşaatı, ‘otoban’, milletvekilleri için yapılması düşünülen dinlenme tesisleri ve daha önce tahsis edilmiş arazileri de ekleyerek düşünelim şimdi. Ne kalıyor geriye? “Çiftliğe bir şey olduğu yok” diyenlerin rahatlığına duyduğumuz hayranlıkla soralım: “Bir şey oldu” diyebilmek için Atatürk Orman Çiftliği’ne daha ne yapılması gerekiyor?

5 Nisan 2013 Cuma

ÇİNLİ FİRMADAN SES YOK


02.04.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Zaman daralıyor. Ankara metrosunun Sincan, Çayyolu ve Keçiören hatlarında inşaat çalışmaları hızla devam ediyor. Keçiören hattı biraz gecikecek galiba ama Sincan ve Çayyolu hatları, Mart 2014 yerel seçimleri öncesine büyük ihtimal yetişecek. 19 yıllık bitmeyen hikayenin sonunu görmek, inşallah nasip olacak. Ancak zaman, metro inşaatında daralmıyor, rayların üzerinde gezecek tren ihalesinde daralıyor. İhaleyi alan Çinli CSR firmasına da değil, yerli sanayiciye, Ankara sanayisine daralıyor zaman. 1 yıl önce bitmiş ihale, 1 yıldır ses seda çıkmadan zamanı daralttı. Bitmeyen hikayelerden, sessiz sedasız işlerden bıktık, yağmur geç yağsa içimiz daralıyor artık.



Şartname elde kaldı

Metro, Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na devredilince, Bakan Binali Yıldırım da “2 yıla bitecek” müjdesini verince sevindik. İngilizler metronun 150’inci yılını kutlarken biz, çeyrek metronun tamamlaması için 19’uncu yılı deviriyorduk, nasıl sevinmeyelim. Bir güzellik daha yaptı Bakanlık; yüzde 51 yerli katkıyla yapılma koşulu getirdi. Buna trenler de dahildi. Bu şartnamenin çıkmasında Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Kümelenmesi’nin (ARUS) çok emeği geçti. Kendine ve sanayicilerine güvenen yerli bir oluşum olarak bizi gururlandırdılar. Şart geldi, ihale bu şartla yapıldı, ne var ki metro bitecek, 1 yıldır trenlerde yaprak kımıldamadı. ARUS ve yerli sanayiciler yaptığı hazırlıkla kalakaldı. Elde şartname, bakakaldı.



Firmanın dediğiyle yaptığı

Çinli CSR firması, 324 aracın yapım işini, 391 milyon 230 bin dolarla en düşük teklifi vererek kazanmıştı. İlk 15 vagonu 20 ay içinde teslim etmeyi, kalan vagonları en geç 39 ayda Türkiye’ye göndermeyi taahhüt etti. Bir yıldır ses yok, yerli  üreticiden, bir vida talebi bile olmadı henüz. “Nereye kayboldun?” diye soran da yok. Bu arada bir de Türk firmasıymış gibi paravan şirket kurma girişimi oldu herhalde, ARUS ve Ankaralı sanayiciler, Çinli firmayı uyarma gereği duydu.



Hepsine talibiz

Ankara Sanayi Odası’nın(ASO) Başkan Nurettin Özdebir, 16 Mart’ta ASO 1 Organize Sanayi Bölgesi’ni incelediğimiz yazıda konuya değinmiş, “Yapamayacaklarsa çekilsinler, biz artık yüzde 100’üne talibiz” demişti. Geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran gündeme getirdi konuyu. “Yerli sanayi ve ulusal ekonomi için önemli bir kazanım sağlanacaktı. Bir firmanın şartnameye uymaması durumunda teminatı yanar ve bu firma ihalelerden men edilir. Yüzde 51 şartına uymayan Çinli firma, bu yolla Türkiye’den haksız kazanç elde ederken Türk firmalarının hakkı ne olacak?” diye sordu. Ülke çıkarı açısından gündemde kalması gereken bir konu. Çünkü…



Trilyon dolarlık pazara susuyoruz
Bu proje, raylı ulaşım sistemlerinde yerli üretim ve Türk sanayicileri için bir milat olacak. O yüzden çok önemli.  Zaten yeterince geç kaldığımız bir alanda, ilk ve büyük adımı atacağız bu projeyle. “2023 hedeflerine göre Türkiye’de, 10 bin adet daha raylı sistem aracı gerekecek ve onun da maliyeti 40 milyar lirayı bulacak” demiştik daha önce. Ayrıca 20 yıl içinde, dünya çapında raylı sistem ve araç ihtiyacının, 1 trilyon dolar olarak hesaplandığını da söylemiştik. Çinli firmadan ses çıkmıyor da projenin artık yüzde 100’üne talip sanayicilerimiz varken biz neyi bekliyor da susuyoruz, hayret!