30 Ağustos 2014 Cumartesi

SİHİRLİ TOPAÇ



26.08.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Biz, çocuklarımız için, çocuklarımız, gelecek için bilmeli sihirli topacı. “Bilmek” diyoruz çünkü sadece görülmüyor bu topaç, müthiş bir hikayesi var, onu da dinlemek gerekiyor.

Hikayesini dinlemeden de satılmıyor.

Dinledikten sonra çocuklar topaçcı amcaya sarılmak isteğine, büyükler, gözyaşlarının isyanına engel olamıyor. Katı yüreklerin, kahveye damlatılan süt gibi koyusunu, acısını alan bir hikaye. Üzeri renk renk 10 santimlik bir topaca, belki ömür boyu alınamayacak bir ders sığıyor.



Amerika’yla Kıbrıs’tan gelen çocuklar
Birgün bu topaçlardan biri, Amerika’da bir çocuğa hikayesiyle hediye gitmiş. Çocuk, Türkiye’ye gelmek için ailesinin başının etini yiyerek Samanpazarı’ndaki Pirinç Sokak’a kadar gelmiş fakat o gün İstanbul’da olduğu için topaçcı amcayla görüşememiş. Ağlamış!..

Bir başka topaç, hikayesiyle Kıbrıs’a gitmiş, Kıbrıslı çocuğumuz, Pirinç Sokak’ın sonundaki Ahiler Antikacılar ve El Sanatları Çarşısı’nda Elif ismindeki dükkanı ve topaçcı amcayı  bulmuş, bu kez hasretle sarılmışlar birbirine!

Başka Kıbrıslı çocuklar gibi her yerden başka çocuklar, o dükkana gelmeye can atıyor.

Topacın, dantel gibi işlenmiş hikayesinin ayrıntılarına girmeyeceğiz ama bir fikir vermek istiyoruz. Verdiğimiz fikirle konuyu kavradığını sanan, hata etmiş olur. O ayrıntılarla sihirleniyor çünkü topaç.

"Dikkat! Bazı topaçlar büyülüdür. Sorumluluk kabu edilmez, bilincinizde değişikliğe yol açabilir"
İnsanlık aynası gibi
Dediğimiz gibi 10 santimlik ama armut biçimli olanlardan  değil, elips biçiminde olanlardan sihirli topacımız. Çeşit çeşit renkler, çeşit çeşit biçimler var üzerinde. Aynı bizim gibi, toplum gibi ya da örneğin bir okul sınıfı gibi. Kaç kişi varsa o kadar farklı kişilik, o kadar farklı düşünce, o kadar farklı inanç var içinde. Kimse tıpatıp aynı değil. Herkes farklı, önce çeşitliliğin ahengi, gözü ve aklı alıyor.

Rengarenk topacı yere koyuyor, çektiğimiz gibi ipini, döndürmeye başlıyoruz. Dönmesiyle biçimler tek bir biçim, renkler tek bir renk oluveriyor. Farklar kayboluyor. Öz renk ve biçim kalıyor geriye, ‘bir’ oluyorlar.

İnsanların da olabileceği gibi; kökenimiz ne olsa, ne düşünsek, neye inansak da eninde sonunda insanız işte.


Dönmez, sema eder

Ayrıca topaç, gelişigüzel dönmüyor, sema ediyor. “Sema, güzel dönüştür, terbiyesi vardır. İçi güzel insanlar, sema edebilir. Herkese çatan, laf yetiştiren, kesik kesik düzensiz, kötü döner” diyor topaçcı amca. 

Özürlü topaç
Yine bir gün, başlarında öğretmenleriyle ilkokul çocukları geliyor çarşıya. Üzerine atlıyorlar ancak topaç alamıyorlar çünkü gezi ekibine alışveriş yasakmış. Ama hikayeyi dinliyorlar. Ayrılırken bir kız çocuğu dönüyor ve “Sizi öpebilir miyim?” diyor. Aksayarak topaçcının yanına geliyor, sarılıyorlar. “Hasretle kaç dakika, kaç gün kucaklaştık acaba?” diyor topaçcı. Yine aksayarak arkadaşlarına katılıyor, ayrılıyorlar çarşıdan.

O duyguyla tezgahına geri dönen topaçcı, topaçlardan birini ucundan kesiveriyor. Anlatırken hala gözleri ıslanıyor. “Bu topaç, o kızı bekliyor, kimseye satmıyorum” diyor. “Belki onun gibi gönlüyle dinleyen bir çocuğa...

Özürlü topacın, özrü güce dönüştüren bir püf noktası daha var ki onu topaçcı amcaya saklıyoruz. Boğazımızda takılmış, yutkunamadığımız olmayan bir yığın, “Neye nasıl bakarsan o da sana öyle bakar. Güzel bakarsanız güzel görürsünüz” sözleri kafatasımızın çeperlerine çarpa çarpa içinde dönüyor.




Kim bu topaçcı amca?
O topaçcı amca Haluk Zeki Sineklioğlu. 

Beştepe’de atölyesi var ama Cumartesi-Pazar, çocuklar için Pirinç Sokak’taki dükkana geliyor. Çarşının koridorunda, herkesin içinde topaçlar yapıyor. Dükkanında, hikayesini dinlemeyene topaç satılmıyor. Hikayesiz alınanın sihri olmuyor  o yüzden. Dokunanın yüreğindeki seması bittiğinde, güzel dönüşün sihriyle çarşı, çıkışta ‘iyilikler ile güzellikler’ dünyasına açılıyor.
--------------------------------------------------------------------

Ankara Alışveriş Festivali kapsamında 30 Ağustos saat 15:00’de ‘Topaçcıyla Hayata Dair’ sohbeti olacak, 6 Eylül saat 15:00’de ‘Büyülü Topaç Öyküsü’ anlatılacak dükkanda. Zaten her haftasonu gidebilirsiniz, bunlar Festival için hazırlanmış etkinlikler sadece.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

GENÇLERİ HIZLA YUTAN GİRDAP



22.08.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi


Gece Ulus’tan Keçiören’e gidene kadar 7 ışıkta karşılaştık. ‘Ağabey 1 liran var mı? 1 lira ya, fazla bir şey istemiyorum’ diye ısrar ediyorlar. Eli yüzü, üstü başı düzgün çocuklar, niye dileniyorlar anlamadık önce” diyor tanıdığımız. Sadece kendi güzergahı üzerinde, 7 trafik ışığında karşılaştığı gençleri anlatıyor büyük bir üzüntüyle.



4 liraysa tamam



Niyeymiş?

4 lira... Fazlası için uğraşmıyorlarmış bile. 4 liraya tamamlayınca ‘bonzai’ alıyorlarmış çünkü.



Kiminle konuşsak bonzai kullanımının yaygınlığı, ağzımızı açık bırakıyor. Özellikle gençlerle. Hele ki liseliler, hayret etmemize hayret ediyor. Bir de hayret etmemize hayret etmelerine hayret ediyoruz.



Duyduklarımız, bir tsunaminin vurmadan önceki sessizliği içinden gelen ilk dalga seslerine benziyor. 2 ay içinde öğrendiklerimizle daha iyi kavrıyoruz içinde bulunduğumuz felaketin ciddiyetini. Önlem almazsak dev dalganın girdabında boğulacağız.



Ürkütücü rakamlar



Ankara’da 1 Temmuz 11 Ağustos tarihleri arasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosuna, uyuşturucu madde kullanımıyla ilgili 500 suç dosyası gelmiş. Bonzai birinci sırada. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göreyse bonzai kullanımı, 11 yaşın altına düşmüş.



Yeni taktik; şimdi de Smoke, Jamaikan, Gold, Spice ve Sence diye adını değiştirerek satmaya başlamışlar bonzaiyi.



Bonzaiden ölümlerin sıklaştığı günlerde bir kötü haber de  Ankara’dan geldi; Gazi Üniversitesi Bağımlılık Ünitesi (AMATEM) kapatıldı.



Kartopu çığa dönüyor



Kartopunun çığa dönüşmesi gibi oransız bir büyümeyle yaygınlaşıyor bonzai kullanımı. Yumuşak karnından, gençlerden, TÜİK verilerine bakılırsa artık çocuklardan yakalıyor toplumu. 2 liraya çekip alıyorlar onları aramızdan.



Çürük bir temelin üzerinde yükselemeyeceğimize, niye izliyoruz gidişatı?

Yaklaşık 4-5 yıldır gençler arasında yaygın olduğu söylenen ve çok kısa sürede alışkanlık yarattığı bilinen bonzainin, nasıl oldu da önü alınamadı?

Çocuklar, aileler nasıl oldu da uyarılmadı?

Milyonlarca lira harcanarak sigaranın kötülüğünü anlatan kampanyaların bir kısmı, niye bonzaiye ayrılmadı?

Bu kadar kısa sürede nasıl bu duruma geldik, 5-6 yıl nasıl seyrettik gençlerin girdaba kapılıp, yutuluşunu?



Bu hızda grip yayılsa seferberlik ilan ediyor devletler, nasıl çocuklarımızın okul yerine bir bir mezarlıkları doldurmasına kayıtsız kalıyor olabiliriz acaba?


Devletin üstünde siyaset fırtınası dinmiyor ama boşa çıkmasın çabalar? Çünkü altımızı boşaltıyorlar.

22 Ağustos 2014 Cuma

YANIYOR SÖKÜLÜYOR DEVRİLİYOR AĞAÇLAR



19.08.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Son sıcaklarda yanından geçiyorduk. “Bu trafiğe, bu kalabalığa, bu sıcakta iyi yangın çıkmıyor” diye geçti içimizden. Atatürk Orman Çiftliği’nde yeni yapılan Başbakanlık binasından gözünü alamıyor insan, her geçişimizde içimiz burkularak bakmaktan alamıyoruz kendimizi.



Çiftlik daha çok yanar

Pazar öğlen gibi binanın yakınındaki ormanlık alanda yangın çıktı. Çok sayıda ağaç, bir saat boyunca yandı. Nedeni belirlenememiş yangın için hemen “Sabotaj ihtimali” diyenler oldu. Gazetecilerin burnunu sokamadığı yere, sabotajcı girebiliyormuş demek.



Birkaç gün önce olduğu gibi; niye içimizde bu orman daha çok yanacakmış gibi bir his var acaba?



Karanlıkların Kepçeleri

Açın öbür sayfayı, GİMAT’a gidiyoruz. Bir kooperatifin inşaat yapacağım diye hedef alarak insan vurmayı göze aldığı, silah çekilen Devlet Tiyatroları İrfan Şahinbaş Sahnesi’ne. Cumartesi akşamından Pazar sabahına kadar ağaç sökmüşler. Daha önce de mahkeme, yasa tanımadan 100’e yakın ağaç söken karanlık seven kepçeler, geceye saklanıp, 20 tanesini daha kökünden sökmüş sabah kadar. Olanları izlemekle yetindiği için polisin refakatinde, çok şükür ‘güvenle’ gerçekleştirilmiş işlem.



İnsana değer vermeyen, yasayı tanımayan, tabii ki ağacı hiç tanımaz. Ağaçla ahşap arasındaki fark, bu bilince sahip olmakla kendini belli eder. 50-60 yaşındaki o ağaçları satın almaya kalksa kooperatifinden pahalıya gelirdi belki. Tiyatro sahnesinden kalanda, bundan sonra kaba kuvvetle yasa çiğneme oyunu ‘Karanlıkların Kepçeleri’ sahneleniyor artık.



Çayyolu’nda çınar devirmek

Açıyoruz yine sayfayı, Çayyolu’nda bir sitedeyiz şimdi de. Site yöneticileri, hırsız girer diye evhama kapılmış, devirmişler çınar ağacını. O kadar adam, budamayı akıl edememiş.



Çam devirmek’ diye bir deyimimiz vardır, ahşap tabiatlı insanların pot kırdığı, eski tabirle affedersiniz ‘halt ettiği’ durumlar için kullanılır, burada çınar şeklinde uygulamasını görmüş oluyoruz deyimin.


Bu üç haber de aynı gün Ankara gazetelerinde çıkmış haberler. Onları kazara okuyan gençler ve çocukları düşündük bir an. “Ağacı sev, yeşili koru” falan ne biçim boş laf gelir onlara. Üstelik baksanıza yasa, mahkeme kararları denen şeyler, çiğnenebilen şeylermiş. Yak, sök, devir!.. Şimdiden geleceğin en hızlı rantçılarını görüyor, sevinçten gözleri doluyor insanın!

ALIŞVERİŞ ŞENLİĞİ YAKLAŞIRKEN



15.08.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara doğru bir şey yaptı, Soma maden faciası dolayısıyla Alışveriş Festivali’ni 29 Ağustos’a erteledi. İstanbul ertelemedi, Haziran ayında 3 hafta işine baktı. 10 milyar (katrilyon) 200 milyon (trilyon) liralık ciro yapmışlar. Geçen yıla göre yüzde 25’e yakın artış sağlanmış.



İstanbul kurumsallaştırıyor

Böyle işleri iyi beceriyor İstanbul. İyi örgütleniyor, doğru düzenlemeler yapıyorlar. Büyük etkinliklerde, güçlü kamu ve özel kurumları arkalarına alıyor, bütün İstanbul’u, ülkeyi ve yurtdışını kapsayacak çalışmalar yapıyorlar. İşin tanıtımını da iyi beceriyorlar. Gelişigüzelliğe bırakmıyor, dar bir çevrede döndürmüyorlar işi, kurumsallaştırıyorlar. Bu sayede yaptıkları festivaller ya da etkinlikler, gelenekselleşiyor.



Sadece alışveriş değil

İstanbul Alışveriş Festivali’ni de yine böyle çalışarak oturttular. Kentin alışveriş noktalarını hareketlendirdi, amacına uygun gerçek indirimler uyguladılar. Her yıl artan ciroları, ispatıdır.



Bir de unutmamak lazım; İstanbul, alışveriş yaptıktan sonra da zaman geçirilebilecek, turistik olanakları olan, ulaşım olanakları yaygın, günü çok uzun yaşayan bir şehir. Sadece alışverişle kalmıyor yani iş; yiyor, içiyor, geziyor millet. Belki alışverişin 3’te biri kadar da böyle bir kazanç kapısı oluşuyor.



Ankara’da acemilik devam ediyor

Gelelim Ankara’ya... Birincisine ‘acemiliktir, olur’ gözüyle baktık ancak ikincisinde acemilik devam etti. Çok az olan turistik olanaklarımızla harmanlayamadık şenliği. Örneğin Kale’yi ve Ulus’u, şenliğin parçası haline getiremedik. En basitinden normal esnafın bile acil ihtiyacı olan Kızılay-Ulus-Kale arasına ring yapacak otobüs seferleri konmadı. Kale ve Ulus Meydanları’nda, hiçbir etkinlik yapılmıyor.



Üstü açık gezi otobüsleri dışında Kızılay’da, hatta Tunalı Hilmi Caddesi’nde bile şenlik havasına giremiyoruz bir türlü. Öyle adamın aklını çelecek indirimler de olmayınca olmuyor işte.



Günü kısa yaşıyor başkent

Dahası Ankara, günü çok kısa yaşıyor. Metroyu da gece 10 buçuk 11 gibi bitiriyoruz, şehir dışından ya da yurt dışından gelecek misafirler, erkenden evlerine ya da otellerine gidip, tavuk gibi erken yatmak zorunda kalacak. Biz Ankaralılar tavuklaştığımız için fark etmiyoruz artık böyle ayrıntıları.

Bu yıl Ankara Alışveriş Şenliği’nin üçüncüsü yapılacak. Merakla bekliyoruz ne kadar yol kat ettiğimizi. Bu tür etkinliklerin gizli ayağı tarihi ve turistik bölgelerle bütünleşemeyen bir şenliğin, ömrü ne kadar olur göreceğiz.



Ataleti atmak istiyoruz
Ankara, hareket yaratacak her etkinliği, parmağı kıpırdatacak her girişimi destekleyecek sosyal birikimi olan bir kent. Hareketsizlikten epey kireçlendi ama ataleti üstünden atmaya da çok istekli. İş ki bu tür kapsamlı etkinlikler dar bir çevre içinde dönmesin, planlama, tüm kenti kapsayacak biçimde tasarlansın.