25.12.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi
Heyet-i
Temsiliye üyesi Mazhar Müfit anlatıyor: “Hava güneşli idi fakat kuru bir soğuk,
şiddetle ortalığı donduruyordu. Mustafa Kemal Paşa, orada dizilmiş olan kız
talebelerin üşüdüklerini düşünerek, çocukların gitmelerini Vali Yahya Galip
Bey’e söyledi. Yahya Galip Bey, “Yalnız
çocuklar değil, biz de donduk” diyerek hatibe (hariciye memurlarından
Fahrettin Bey’e) “Bey birader, biraz
kısa kes, titriyoruz” dedi. Hatip bey de heyecandan zaten nutkun ilerisini
getiremeyerek kesmeğe mecbur oldu.”
2 bin yıl sonra
27
Aralık 1919 günü, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’ya gelmiş, daha sonra
Birinci Meclis,
sonra Halk Fırkası Genel Merkezi, şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi olan o zamanki İttihat ve Terakki
Cemiyeti kulüp binası önündeler. ‘Hoş geldin’ konuşmaları yapılıyor. Tam da bugünlerde Ankara’nın en soğuk
ayazını yaşarken belki daha iyi anlayabiliriz, Vali Vekili Yahya Galip Bey
nutuğunu atmış ancak Fahrettin Bey’i dinlemeye tahammül yok. Hareket lazım
millete, o yüzden soğuk batıyor.
Bu güneşli
ama çelikten ayazında geldiler Ankara’ya. 2 bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nun
100 bin nüfuslu şehri ki “200 bindi"
diyenler de var, 2 bin yıl sonra 20 binlere düşmüş, kerpiç, toz toprak bir
kasaba haline gelmişti. Köyleriyle beraber, yaklaşık 85 bini zor buluyordu
toplam nüfus. 1917 yangınından sonra cazibeli mahallelerini de kaybetmiş, ilk
görenin aklının ucundan geçmiyordu burada yeni bir devlet kurulacağı.
Haymana Kuvayı Milliyesi, Ankara dışında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bekliyor-27 Aralık 1919 |
7 ayda umutlar yeşerdi
19 Mayıs
1919’da Samsun’da başlayan Milli Mücadele, Amasya, Erzurum ve Sivas’tan sonra
Ankara’ya geliyordu. 18 Aralık 1919’da Sivas’tan yola çıkılmış, 9 günlük
seyahatin 7 günü yolda geçmişti. Ankara’ya kadar yeni devletin kaba kesimleri
yapılıyor, dikimi ve nakışları için, aslında Sivas’tayken Ankara
kararlaştırılıyordu.
Gölbaşı’ndan
başladı; Ankara’daki 20.Kolordu’nun Komutanı Ali Fuat Paşa ve Vali Vekili Yahya
Galip Bey, Eymir Gölü’ne kadar gelmişti karşılama için. “3’ü 10 geçe Kızılyokuş’tan (Dikmen sırtları) iniyorduk” diyor
Mazhar Müfit. Yaklaşık 7 ay içinde yapılanlar halkın umudunu yeşertmiş, yol
kenarlarına köylerden kasabalardan onbinlerce Ankaralı yığılmış, “Yaşa.. yaşa” nidalarıyla karşılıyordu
heyeti. 700 yaya, 3 bin kadar atlı seymen, kıyafetini kılıcını kuşanmış, selamlıyor,
zeybekler dönüyordu. 200-250 yılın birikmiş kasveti boşalıyordu o nidalarda ve
bayrama denk bir sevinçle dizlerini kırıyordu seymenler.
‘Kızılca Gün’dü 27 Aralık; umudun
yeşerdiği, karanlığın aydınlığa döndüğü gün.
Soğuktu,
ayazdı ancak Eymir’den Taşhan’a(Ulus) kadar başka bir iklimdi. Koca bir millet,
unuttuğu iki duyguyu hatırlıyordu; umut ve sevinç.
Onu
yaşatanların arkasında durdu, soğuğa, sıcağa, açlığa dayandı, malını, canını
önüne koydu, dünyanın süper güçlerine kafa tuttular. Doğum sancısına katlandı,
Türkiye Cumhuriyeti devletini doğurdular.
Buz gibi geçiyor
Ancak
artık 27 Aralıklar, Ankara ayazından daha soğuk geçiyor. Devleti de
yöneticileri de Ankaralılar da yok Kızılca
Gün’de. Üst makamlar hiç yok, kamu kurumları vekil seviyesinde katılıyor,
siyasi partiler, vekil bile göndermiyor törenlere. Kendi arzusuyla gelen
vekiller oluyor, o da tek tük. Yasak savıyoruz.