28 Nisan 2012 Cumartesi

OLUYOR GALİBA

27.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

“Unuttunuz mu?” diye anımsatma gereği duyuyorlar bazen. Unutmuyorum efendim. Hangi çözüm bekleyen sorun, vaadedilen atılım ya da yürüyen projeyle ilgili yazmışsam hiçbirini unutmuyorum. Ne yapılacağını gözlüyor, az bir yol katedilmesini bekliyorum. Kayıt makinemiz çalışmaya devam ediyor. Bununla beraber konuşmayı sevip, konuştuğuyla kalanların, tek bir sözü aklımda kalmıyor. Türkiye’nin ve Ankara’nın içinde bulunduğu koşulları kavrayamayan, o koşullara katkı sağlama girişimi olmayan hiç kimse, sabaha anımsanmıyor.

Müptela gençliğe OSTİM dokunuşu
Ankara’nın özellikle bazı yönetici ve sanayicileri, içinde bulunduğumuz koşulları erken kavradı. Projelerini hazırladı, planlarını yaptı, uygulamaya çalışıyorlar şimdi. Hatta sesleri çıktığı kadar uyarıyor, geride kalanları, yanlarına çağırıyorlar. Bu yolda, yüzlerini çevirdikleri en önemli kitle gençler oldu. Yarışma sarhoşu sınav müptelası gençliği, gecikmeden meslekleriyle buluşturmaya çalışıyorlar.

En somut adımları Türkiye’de Ankara, Ankara’da OSTİM atıyor. Önce meslek okullarının işlevini yeniden fark edip, okullarını kurdular. Sonra üniversitelerle ilişkiye geçtiler. Ardından teknokentlerle işbirliğine giriştiler. Hem üniversite hem de meslek okulu öğrencilerine kapılarını açtı, gençlere, yerinde uygulama olanakları sağladılar. Konuşmalar, toplantı salonlarında kalmadı, söylediklerini yapıyorlar. Önümüzdeki 10 yıllık yatırım ve üretim planlarına, hızla aklı ve gençleri katma çabasındalar. İş çok ama yeterli ve yetenekli eleman yok.

Sanayiciler gençlerle
Geçen hafta Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği (OSİAD), meslek liselerinde, ‘sanayi tanıtım toplantıları’ başlattı. Amaç, meslek lisesi öğrencilerine sanayinin tanıtılması ve onlara yön çizebilmek. İlk durakları Abidinpaşa Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ydi. Yanlarında kendi alanında başarılı, örnek sanayicileri de götürüp, gençlere,  deneyimlerini aktarmalarını sağladılar. Okulların ihtiyaç ve sorunlarından da haberdar olunabilir böylece.

3 gün önce OSTİM Başkanı Orhan Aydın, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ankara Genç Girişimciler Kurulu’yla buluştu. Konuşmalar, ‘yerli üretim’de yoğunlaştı. Aydın, “Türk insanı,  bu ürünü yapamaz, yapsa da yabancı muadili kadar kaliteli yapamaz” gibi düşüncelerin, kendi ürünlerini bize satmak, bizi ebediyen pazar olarak görmek isteyen dış güçlerin dayatması olduğunu söylemiş. “Bugün farkında değilsiniz ama bindiğiniz Boeing uçaklarının birçok parçası ülkemizde, hatta OSTİM’de üretiliyor” demiş. Ankara’nın hemen hemen tüm üniversiteleri, öğrenci kulüpleriyle bir araya geldiklerini, eğitim, staj, proje gibi ihtiyaçlarda ellerinden gelen desteği verdiklerini, genç girişimcilerin de ihtiyaç halinde, kapılarını rahatlıkla çalabileceklerini belirtmiş.

Külfetler
Üniversitede okumak, bazı gençlerimiz için, parasal olarak ta zaman olarak ta külfet artık. Bazı üniversiteli gençlerimiz içinse iş bulmanın kendisi külfet oldu. Sadece sanayide değil, turizm gibi, sağlık gibi, tarım gibi hayvancılık gibi daha pek çok alanda, ciddi yetişmiş eleman açığımız var. Okulların akılları ve gençlerle her yerde buluşmak zorundayız.

Nazar değmesin
Ankara Sanayi Odası’nın, bu akıl ve gençlerle buluşma  çalışmalarını, Ankara il sınırları içinde her yerde, bir plan ve program içinde düzenlemesinde büyük fayda görüyoruz. Bu tür girişimlerin, Ankara’nın diğer sektörlerine, sonra da tüm ülkeye yayılmasını ümit ediyoruz.

Sanayicilerimizin, aklına ve gençlerine sahip çıktığını gösteren eylemleri günden güne artıyor. Nazar değmesin, tahtaya vuruyorum; bu iş, kendine has sükunetiyle oluyor galiba Ankara’da.

25 Nisan 2012 Çarşamba

ÇOCUKLARIN EN BİRİNCİ HAKKI

24.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Çocukluğunu yaşamış biriyim ben. Çocukluğumu paylaştığım, beraber büyüdüğüm arkadaşlarımla her buluşmamızda tazeleriz çocukluğumuzu. O günden kalan şakalara, çocuklarımızın şaşkın bakışları arasında, bugün hala aynı çocuksu coşkuyla gülebiliriz. O şakalar ya da anılar, kirlenmiş yetişkinliğimizi yıkar, arındırır. Masumiyeti yeniden köpürtür, içine dalarız. O yüzden ruhumuzun bir parçası hiçbir zaman kir tutmaz, tümüyle kirlenmeyiz yani. Başkasını parçalayarak değil, beraber varolmaya çalışırız. Vahşileşmemek için, çocukluğun yaşanması şarttır.

Arkadaş mı rakip mi?
Bir çocuğun en temel hakkı, çocukluğunu yaşayabilme hakkı olmadır. Yapılmaya çalışılan yeni anayasaya bile öneriler sunan çocuklar, önce kendi anayasalarını yazmalılar bence. O anayasanın birinci maddesi, “Her çocuğun en temel hakkı, çocukluğunu yaşayabilme hakkıdır” diye yazılmalı. Apartmanda ya da sokakta, kendi gibi birkaç yaşıtıyla arkadaş olacaksa bu maddeyi yazmalılar. Yoksa ‘arkadaş’ yerine hep bir ‘rakip’leri olacak; paylaşacağı arkadaşı yerine, yenmek zorunda olduğu rakibi.

Bu maddeyi yazmalı, çocukluğunu yaşamalılar çünkü yaşanamayan çocukluk, en yetişkin göründüğünüz zamanlarda, umulmadık çocuksu kararlar almanıza neden olabilir. Karar da siz de komik duruma düşebilirsiniz. Belki çocukken gülünüp, geçilebilir pişmemiş bir karar, bir yetişkin tarafından alındığında tüm milleti, acı vererek ağlatabilir. Eksiğini kapatmayı, geç bir zamana ertelemenin bedelidir bu.

Çocuk değirmeni
Çocuklar, yenilgi ve kötüyle eğlenerek öğrendikleri, kindar olmadıkları çocukluk zamanında tanışmalılar belki. Çocuk saflığı ve enerjisi, hepsini öğütmeye kudretli bir değirmen gibidir; kin tanelerini, un ufak eder. Çocuklukta öğütülemeyen, sindirilemeyen bazı tohumlar, içimizde yeşerir, dallanır. O dalları kırmayı, birbirimizin canını yakmayı marifet sanırız. Yeşeren, huzursuzluktur oysa.

Çocuk, fabrika işçisi gibi çalışır, mesaisi oyundur. Oyunda öğrenir her şeyi. Arkadaşlarıyla oynarken beraber çözerler yaşamı. Okul, sınav, dershane kafesine kapatırsanız çocukluk  ertelenir. Bir yetişkin gibi acımasız koşulların içine atarsanız yine ertelenir. Çocuk, çocukluğunu yaşamalıdır.

Daha kendi dilini konuşamadan başka dillere zorluyor, dildaşıyla öz kültürüyle bağlarını zayıflatıyoruz. Günden güne değişen, düzeni olmayan bir eğitim sistemine kobay ediyor, kıyma gibi kıyıyoruz yaşamı kavrayacak kanaatlerine. Çocukluğunu yaşatmadığımız gibi çok acı veriyoruz çocuklarımıza.

Hormonlu meyveler mecliste
Sonra 23 Nisanlar’da, koltuğa oturtup, boyundan 10 metre yüksek laflar ettiriyoruz. O koltuklara, gelecekte oturacaklarını bilmeleri için oturtuyoruz ama çocuk gibi değil, hormonlu meyve gibiler; 10 yaşında 40 yaşındaki adam cümleleri kuruyorlar.

Ankara, 20 Kasım 2011’den bu yana, Çocuk Dostu Şehir İl Meclisi ve Büyükşehir Belediyesi Çocuk Meclisi’ni kurdu. Kararlar aldılar ve bir kısmını uygulamaya geçirmek üzereler. Kent bilincine sahip, Ankara’ya sahip çıkacak çocuklar yetişiyor. Dünyanın tek çocuk bayramını hediye eden kentin, bu öncülüğüyle de gurur duyduk. Ancak bu meclisteki çocuklarımızdan ilk beklentim, önce çocuk gibi yaşama haklarını haykırmalarıdır. Çocuksu kararlar veren yetişkin olmasınlar diye. Sonra 23 Nisan’ı, ısrarla tekrar kendi evi Ankara’ya çağırmalarını bekliyorum.

Çocukluğumdaki heyecanımla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor, çocuklarımızın, çocukluğuna doyarak büyümelerini diliyorum.

20 Nisan 2012 Cuma

ANKARA TURİZMİ VE GELECEĞİ

20.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara’yı, en çok sevme nedenlerimdir; konuları kaba, günübirlik ya da çıplak ticaret algısıyla değerlendirmeyenler her zaman vardır. Onlarla oturup, kalktıkça üstad Güven Dinçer’in sözleri daha iyi yerleşir zihnime; “Ankara, gözle değil, akılla sevilebilen bir kentdir” demişti bir sohbetimizde. Konular, düz bir çıkar ilişkisinden öte toplumsal boyutuyla düşünülür; insani, manevi, felsefi yanları vardır. Katıldığım açıkoturumda, cümleyi başka türlü kurdu bir konuşmacı; “İstanbul günü, Ankara geleceği düşünür” dedi. Günlük düşünen yöneticiler baskın olabilir ancak bu, geleceği düşünen aklını kaybettiği anlamına gelmiyor Ankara’nın.

Atılım’ da atılımlar
Açıkoturumun başlığı ‘Ankara Turizmi ve Geleceği’. Yer Atılım Üniversitesi. Yan gözle kolladığım okullardan biri. Hacettepe, ODTÜ, Gazi ve Ankara Üniversiteleri gibi. Öğrencisini dersliklerden, hocalarını odalarından sahaya çıkarmasıyla dikkatimi çeken, atılgan bir üniversite. Ankara sorunlarının içine atlıyor, öneriler geliştirmeye çalışıyor. Turizm, Ankara’nın yeni açılımıdır ve şimdi bu konuyu anlamaya,  yapabileceklerini saptamaya çalışıyorlar.

Güncel döküm
Ankara turizmini avucunun içi gibi bilen İl Kültür ve Turizm Müdürü Doğan Acar beyefendi, güncellenmiş rakamlar ve turizm de başlayacak yeni projelerle turizmcilik öğrencilerine seslendi. Yeni uçuş noktalarıyla hızlı tren seferleriyle planlanan konaklama ve çeşitlendirilecek yeni turizm başlıklarıyla bir resim çizdi. Kaplıca, kongre, inanç, yayla, Kale ve müzeler gibi kültür, golf, kamp-karavan, doğa, jeopark, kış turizmlerinden bahsetti. Ankara’nın ilçeleri dahil çocuklarımızı, gezilerle nasıl eğittiklerini anlattı. Ayrı bir yazı konusu, şimdilik “Genç turizmcilerin haberi oldu” diyeyim.

Havaya giden emek
TÜRSAB(Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği)Başkan Danışmanı Alper Maçkan beyefendi, 32 yıllık bir turizmci ve şikayetçi bir Ankaralı olarak konuştu. Tunalı’daki yanlış trafik düzenlemesi yüzünden otellere müşteri götürememekten tutun, yanlış kongre turizmi yatırımlarından, sokak isimlerinin sık değişmesine kadar uzandı. “Yollarda çıkıntı rögar kapakları gibi, kentimle uyumsuzum” dedi. En ilgimi çeken saptaması, meslek okullarına yönelik olanıydı: “Turizm Meslek Liseleri, turizme ara eleman yetiştirmek için kurulmuştur. Ama anne babaların üniversite aşkı, gençlerin, mesleği dışında alanlarda okumasına neden oluyor. Onca yıllık eğitim ve ara eleman beklentilerimiz, havaya gidiyor” dedi.

Ankara’ya taşınan dernek
TÜROFED(Türkiye Otelciler Federasyonu) Genel Sekteri Savaş Çolakoğlu’na geldi sıra. İyi bir haberle sözlerine başladı; Ankara’dan taşınan ve taşınmaya çalışan kurumların aksine TÜROFED, Ocak 2012’den itibaren merkezini, İstanbul’dan Ankara’ya taşımıştı. “Düne kadar iş için Ankara’ya gelenler  bize yetiyordu. Eğer amaç geleni, 1 gece daha konaklatmaksa o zaman turizmden bahsedebiliriz” dedi. Ortalama 1 buçuk geceymiş. Bakar mısınız, 2 gün olunca neler fark ediyor.

Kongre turizminin önemine değindi. Kongre turisti, normal turistin 4 ile 6 katı fazla harcama yaparmış gittiği şehirde.  Bir de uluslararası markaların gelişine değindi. “O markalar, gittikleri ülkeye müşterilerini de taşırlar. Gelip, Ankara’nın müşterisini bölüşecekse bu marka ve ortaklıklar, yararlı değil Ankara turizmine” dediler.

Simgemiz yok
Son olarak SKAL Derneği Ankara Başkanı Çiçek Mayda hanımefendi söz aldı. “Ankara, kimlik tanımlamasını bile yapmamış, kentin pazarlayacağı bir simgesi yok” dedi. İç ve dış ulaşım ücretlerinin, turist için cazip hale getirilmesinin altını çizdiler.

Ortak şikayetlerin ve önerilerin muhatabı, daha çok  belediyelerdi. Alt yapı ve gidişata uyumlu yatırım beklentisiydi konular. Turizm mevsimi açıldı. Ankara’da açılan turizm mevsimi, bir süre daha ‘yapılan’ değil, ‘yapılacaklar’la meşgul olma mevsimi olarak geçeceğe benziyordu.

18 Nisan 2012 Çarşamba

ŞEHİR NEDİR?

17.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Sadece çok kalabalık insanların yaşadığı yer midir?  Şehircilik geleneği oturmamış, belediyeciliği taze bir ülke  bizimki. Belediyeciliğimizin mazisi, 160 yıl önceye, 1850’lerde İstanbul için yapılan ilk düzenli planlara dayanır. O zamana kadar başımız ağrımadıkça kent planlama, sorun çözme alışkanlığımız yok. Susuz kalmadan su kemerleri, sel basmadan kanalizasyon, savaş çıkmadan yol, köprü planlamasını önemsemiyormuşuz. Çoğunlukla musibetler bile önlem alma, plan yapma alışkanlığı yaratamamış bizde. Oysa  Avrupa müzelerinde, 1400’lü yıllara ait şehir planları, krokileri sergilenmektedir. Bizim İstanbul planıyla arası, yaklaşık 450 yıl yani!

Aradan geçen 160 yıl, 89 yıl önce kurulan yeni devletimizin planlama girişimleri de pek işe yaramış görünmüyor. Her gelen, kendine göre uygulamalar yapmaya devam ediyor. Ortak çıkar ve ortak akla göre değil. Halbuki bu tür planlar, siyasi ya da kişisel görüşlerin üzerindedir. Ortak çıkar gözetilir, devlet gibi devamlılığı sağlanır. Kent, geleceğe göre planlanır, bugüne göre değil.

Büyükerşen’in tarifi
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, geçen hafta Başkent Üniversitemiz’e misafir oldu. ‘Yerel Yönetimler ve Şehir Politikaları’ başlıklı bir konferans vermek için.  “Şehir nedir?” diye sorarak başladı konuşması. Sonra kendi sorusunu yanıtladı; “Medeniyettir, davetkardır, canlıdır, insanlar içindir, yetiştirir, gelecek vaat eder, sokağa çağırır, buluşturur” diye. Benim, “kalabalık insanların yaşadığı yer” tarifimden bambaşka bir tarif bu. Beton ve asfalt yığını her yere, şehir diyemeyebiliriz bu tanımla.

Bizim soru, sorunlarımız
Medeniyetse Ankara, 100 yıl önce metro ve tramvaylarla ulaşım sorununu çözmüş kentler ne olur? Toplu taşıma araçlarını dışlayan, karşı kaldırıma geçilemeyen medeniyete, ‘Araba Medeniyeti’ diyebiliriz!

Davetkar mıdır Ankara? İstanbul’a dönüşü hala sevildiğine, geleni Kale’de, yarım gün bile eyleyemediğine göre…

Canlı desek…  Arabası olmayana gece, 11’e kadar. Muhabbet masalarından, misafirliklerden metrolara, otobüslere koşuyor saat 11’i gören. 12 gibi bitiyor ucuz ulaşım, can diye bir avuç Ankaralı kalıyor ara sokaklarda.

İnsanlar için midir Ankara? Alt geçitte biriken yağmur suyunda dalgıçlar yüzdü de adam aradı. Bala’da, Akpınar’da, Mamak’ta  titreyenleri, bahar kurtardı. Dikmen meydan savaşları devam ediyor. Engelliler ve yaşlılar, gazetemizin en şikayetçi müşterileri. Karda, yağmurda, güneşte duraksız otobüs duraklarında beklemeye devam. 10 kişinin zor sığdığı durakların dışı, aynı otobüsü bekleyen onlarca kişiyle çevrili.

İnsanları yetiştiriyor mu? Çalışıyor. Ancak nüfus artış hızı ve kültürel etkinliklerindeki azalmaya yetişemiyor başkent. Duyarsızlığa, daha ağır bir duyarsızlıkla karşılık veriyor Ankaralı. Yetişenlerden ne çıkar kestiremiyoruz henüz.

Gelecek vaadi? İşsizler göçü sürüyor Ankara’ya. Çoğu, maalesef, niteliksiz işsiz vasfında. Tarımdan, hayvancılıktan başka bir şey bilmeyen adam, tarlasından, hayvanından koparılıyor, sokaklarda işportacı sayısı patlıyor. İşportacılar, Ankara’nın göbeğinde Karanfil Sokağa, isyanıyla  dayanıyor. Okumuşlarımız, kurumları, şirketleri gibi, beyni alıp, göçüyor.

Sokağa çağıran, insanları buluşturan bir kent mi? Hak aramadığınız sürece evet. Ancak duyarsızlığa tepkiden şehirle ilgiyi iyice kopardıkları için, etkinliklerin çoğundan hatta en güzellerinden haberi olmuyor birçoğunun. Hak aramaya sokağa inenler, biber gazı ve copla pembeleşinceye kadar kızartılıyor.

Nasıl bir başşehir?
Büyükerşen hocanın tarifine uyarsak daha sayamadığım birçok eksikli Ankara, şehir midir acaba? Hele göz bebeğindeki devlet kurumları ve yöneticilerinin gözü önünde bu şehir, şehirlerden nasıl bir başşehirdir acaba?

14 Nisan 2012 Cumartesi

TEKNO ANKARA

13.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Müzik grubu adı gibi başlık oldu! Gençler, “Kim bu grup?” diye okusalar bari. İşbirliği ahengi tutturulursa ilgilisine müzik gibi gelecek çünkü önümüzdeki gelişmeler. İşsizlikle boğuşan gençler, bu vesileyle önlerindeki fırsatlardan haberdar olsun,  yapacaklarını bilsinler.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de bir ilk gerçekleştirildi ve ‘Ankara Teknokentleri Platformu’ oluşturuldu. ODTÜ, Ankara, Hacettepe, Gazi, Bilkent Üniversiteleri’nin teknokentleri ve Ankara Sanayi Odası Teknoparkı, işbirliği yapmak üzere bir araya geldiler. Önceki yazımızın konusuydu, sığdıramadığım bilgileri tamamlamak istiyorum.

Dünya ve teknokentlerin durumu
Ülkelerin rekabet gücü, sanayisinin rekabetçiliğiyle ölçülür. Fasulyeden sanayiyle anca kendinizi eğlersiniz. Dışarıdan gelen parçaları birleştirme sanayisi, dönemini tamamladı. Araştıracak, buluşlar yapacaksınız. Buluşları, bulduğunuzla kalmayacak, üreteceksiniz. Başkasının üretmiş olması, sizin üretmenize engel değil. Dünya’nın gidişatı, beklenen gelişmeler, üretmeyenin, istediğini parasıyla bile alamayacağı günleri işaret ediyor.

Dünya çapında 4 bin kadar teknokent ya da teknopark bölgesi var. Bunların yarısı, son 12 yıl içinde kuruldu. Amerika, Çin, Hindistan gibi ülkelerde, ağzı açık bırakacak örnekleri var. Bizde, 2001 yılındaki yasal düzenlemeyle teknokentlerin yolu açıldı. Şu an itibariyle ülke çapında 45 teknokent bölgemiz var, bunların 32’si faal durumda. Burada Ankara’ya, bir parantez açmamız gerek.

Ankara’nın kabiliyeti
20’ye varan üniversitesinin, sayısından çok etkinliğiyle öne çıkıyor Ankara. Bunların 3’ü, 125 üniversite arasında ilk 5 içinde. İlk 10 içinde 5 üniversitemiz var. ODTÜ, Ankara, Hacettepe, Gazi, Bilkent Üniversiteleri’nin, teknokentleri var. Ankara Sanayi Odası Teknoparkı’yla beraber 6 teknoparka sahibiz. Türkiye’de iş yapan 57 yabancı ortaklı firmanın, 33’ü Ankara’da, bunların da 18’i teknoparklarımızın içinde. Yine Türkiye genelinde, 64 araştırma geliştirme merkezinin 14’ü Ankara'da. OSTİM başta, kaliteli işleriyle 11 organize sanayi bölgemiz var. Türkiye çapında araştırma geliştirme alanında çalışanların yarısından çoğu Ankara’da; yüzde 57’si. Gerek eğitim gerek uygulama alanında, çok nitelikli bir akıl ve işgücüne sahibiz. Daha ne olsun?

Anadolu’ya açılma kapısı
En azından son 50 yılda gördük ki Kocaeli-İstanbul-Çorlu arasına yığılan üretim hattının nimetlerinden, ülkenin geri kalanı yararlanamıyor. Eskişehir’den başlayıp, Ankara, Konya, Kayseri, Malatya, Gaziantep, Adana ve Mersin’e yayılan yeni bir üretim hattı oluşturmalıyız belki. Ülke nüfusunun 5’te 1’i İstanbul’da, yarın 5’te 2’si olur. Yarattığı değerin, Doğu’ya doğru, Anadolu’ya faydası olmuyor.

Anadolu’da oluşturulacak yeni cazibe ve üretim merkezleri, yukarıda saydığımız özellikleri nedeniyle Ankara’dan  güncellenmeye başlamalıdır. Sadece sanayi değil, ulaşım, tarım, hayvancılık, bilişim, turizm gibi alanlar, taze yatırım ve desteklerle Ankara üzerinden diriltilmelidir. Siyasi çekişme konusu olamayacak kadar ciddi bir dönemeçteyiz, Ankara, öncelikle ayağa kaldırılmalıdır.

Önüne durmayın
Sahip olduğu nitelikler, araştırma-geliştirme ve yenilikçilik kabiliyeti, ‘Bilişim Vadisi’ olarak Ankara’yı tartışılmaz merkez yapıyor. Tartışılmaz ama dilimizde tüy bitti, 1 yıldır tartışıyoruz. Uzmanları, "Bilişimin Kalbi Ankara" diyor. Tekno Ankara hazır ama ne uzmanı ne bizi dinliyorlar.

Gençler, girişimciler, Ankara Kalkınma Ajansı, Ankara Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası ya da KOSGEB gibi kurumların kapısını çalın. İsteyene bilgi veriyor, isteyeni yönlendiriyor, isteyeni kurslarla eğitiyorlar.

Sayın siyasiler, siz de siyasi ihtiraslarınızı yutkunup, Anadolu’ya yayılacak bu gelişmenin önüne durmayın. Dursanız da bendi yıkıp, kaderine sahip çıkacak kadar sabırsızdır Ankara, iyi biliniz.

10 Nisan 2012 Salı

BU PARKLAR VADİ OLUR


10.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Toplantıya katılan yöneticiler düşünceli. Vekaletname veren tedirgin adam durgunluğu var. Ya da hergün bu imzalardan atıyormuş heyecansızlığı mı demeli? Oysa 6 Nisan 2012, Ankara için çok önemli, tarihi bir imza günü. Kendi alanında bir ilk. Teknokentler, işbirliği yapacaklarına ilişkin anlaşma tutanağını imzalayacaklar. Bu imzalar, Ankara tarihinde yeni bir dönemin ilk adımı olacak. Nerede heyecan, niye coşku yok? Hatta niye çoğu yerel yöneticiler ve sivil toplum örgütlerinin başkanlarını göremedik? ‘Teknokent’ nedir ona bakalım sonra dedikoduya devam ederiz.

Teknokent nedir?
Teknopark’ da deniyor. Kısaca teknoloji üretme ya da geliştirme için çalışan firmaların, bir arada kümelendiği yerler diyebiliriz. Örneğin çamaşır makinesini ele alalım. İlk 1906’da üretilmiştir. Otomatik olanı, 1950’lerden beri aşağı yukarı aynı teknolojiyle günümüze gelmiştir. Sonra biri çıkmış, “Az elektrik harcayanı üreteceğim” demiş. Diğeri, buna ek olarak “Çamaşırın kilosuna göre deterjan harcatacağım” demiş. Yarın başka biri, “Bir metal kaplama yöntemi buldum, sahibinin ömrü, makinenin çürüdüğünü görmeye yetmeyecek” diyebilir. Hepsi bir sürü karmaşık işlemler gerektiriyor ama değişik kişilerin geliştirdiği teknolojiler, aynı makinede toplanıyor.

Şimdi otomatik çamaşır makinesi yerine uçak, elektrikli araba, rüzgar enerjisi üreten değirmenler, denizaltı ya da uzaya gönderilecek bir uydu koyalım. Üstüne baş döndürücü hızla gelişen bilgisayar teknolojisini ekleyelim. Her ürünün her parçasını geliştiren yüzlerce, binlerce değişik firmanın, harıl harıl, bu ürünleri geliştirmek için çalıştığını düşünelim. İşte bu araştırmacıların, geliştirmecilerin bir arada kümelendiği yerlere, teknopark ya da teknokent diyoruz.

Ankara’daki teknokentleri bir araya getiren, Vali Alaaddin Yüksel. Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Ankara Kalkınma Ajansı, uzun isimli bir proje geliştirdi ve teknokentleri, imza masasına oturttular. Projenin adı, Ankara Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Potansiyelinin Tespit Edilmesi, Tanıtılması ve Harekete Geçirilmesi Projesi. Nefeslenin, devam edeyim!

Türkiye’de bir ilk
Ankara Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi, Ankara Sanayi Odası Teknoparkı, Bilkent Üniversitesi Cyberparkı, Gazi Üniversitesi Teknoparkı, Hacettepe Üniversitesi Teknokenti ve ODTÜ Teknokenti, güç birliği yapmak üzere bir araya gelip, imzaları attı, Ankara Teknokentleri Platformu’nu oluşturdular. Türkiye’de, ilk kez böyle bir işbirliği yapılıyor. Bu işbirliğiyle ülkeye örnek bir yönetim modeli de oluşturmak istiyorlar.

Toplantının sonunda, düşünceli yöneticilerden eser kalmadı. Yüzler güldü. Ankara soğukluğuymuş demek. Tabii o imzaların da vaat edilen sözlerin de hem destekçisi hem takipçisiyiz.

Uydu fotoğraflarında, teknoparkların yeri işaretlenmişti. Ülkenin en iyi ilk 3 üniversitesini içeren 6 teknoparkın. Yukarıdan bakınca ‘Bilişim Vadisi’ni gördük biz!

Vakıfbank’tan iyi haber
Telekom, Tarımspor, SGK ve Emlak Toki’nin, Ankara’daki voleybol alt yapısını feshetmesinden sonra Vakıfbank Ankara 3’üncü Lig Bayan Voleybol Takımı’nın kapanma haberi gelmişti. Altyapıyla beraber, 120 çocuğumuzun, diğerleri gibi ortada kalmasından korkuyorduk.

VakıfBank Genel Müdürü Süleyman Kalkan beyefendinin, gazetecilerle sohbet toplantısına davet edildik. Sorularımın yanıtları özetle şöyle: 
Birincisi; voleybolcu çocuklarımız  için, desteklerini devredecekleri şirketle anlaşmışlar. Şirketin adını, Haziran’dan önce, devretmeye yakın açıklamayı uygun gördüler. 
İkincisi; bankanın Halk Müziği Korosu, banka sergi salonu ve sergisi, lokali ve bir miktar çalışanı İstanbul’a gitmekten kurtardık! Ciddiyet ve ilgilerine teşekkür ediyoruz.

7 Nisan 2012 Cumartesi

MİRASA SAHİP ÇIKILMAZSA

06.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Panel, Türkçesi açıkoturum. Yer, Ankara Kulübü. Konusu ‘Ankara’nın Somut Olmayan Kültürel Miras Değerleri’. Yeterince elle tutulur somut değerler, ilgisizlikten kaybolmaya yüz tutunca masallaşıyor, yeni moda adıyla ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Değeri’ne dönüşüyor. Elinizde tuttuğunuza, anlıyorsunuz ki yakın zamanda müze camekanları arkasında dokunamayacaksınız. O eseri yaratan kültür, son nesil ustasıyla beraber tarihe gömülecek. Dünya’da, sizi diğer kültürlerden ayıran özellikleriniz dokunulabilir olmaktan çıkacak, kendi kültürünüzü dışarıdan bir yabancı gibi izleyeceksiniz. Kültür, masal olacak yani!

Telkari
Ankara’nın Somut Olmayan Kültürel Miras Değerleri’ne aday değerlerden biri ‘Gümüş Telkari İşlemeciliği’. Beypazarı’nda telkari yapılıyor ama kolaya kaçılıyor artık. Örneğin zor olduğu için, balıkbaşı yüzükler ve kuş desenli telkariler yapılmıyormuş. Hiç anlamazdım ama Doçent Doktor Feriha Akpınarlı hanımefendi, anlatırken birkaç örnek gösterdi, bana bile “akla zarar işçilik” dedirtti.

Sofçuluk
Elle tutulamaz hale gelen Ankara’nın en özgün değerlerinden biri de ‘Sofçuluk’. Sof kumaşının şahı Ankara’dan çıkmış, başka yerden çıkan yanına yaklaşamamış. Ancak Ankara, numunelik, bir santimetre sof dokumuyor artık. Hayrettin İvgin beyefendi anlattı, masal gibi dinledik mazisini. Hastası olduğunuz dizinin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın, iç dış, sadece sof kumaş giydiğini biliyor muydunuz? Özellikle yeşil sof. Bugün üretilse hala marka olabilecek bir değer ama kolay kazanma hırsı, hammaddesi keçileri kaçırttı hepimize!

İğne oyaları
Ya ‘İğne Oyaları’? Uzmanı, Profesör Doktor Taciser Onuk hanımefendiden dinledik. Tez konusuymuş doktorası için. ‘Osmanlı’dan Günümüze Oyalar’ adıyla kitap olmuş araştırması. Japonya’ya davetle gitmiş. Bir beyefendi, bir toplantıda, elinde kitabıyla yanına gelmiş. Kitabını Japonya’da görünce şaşırmış Taciser hoca. Çalışmasını övdükten sonra eklemiş; “Dünya’da hiçbir kadın, iğne ve iplikle böyle bir şaheser yaratamadı. Sadece Türk kadını yarattı.” Övgülerin sahibi beyefendi, Japon İmparatoru’nun amcasıymış.

Anlatırken ekranda, kırmızı biber desenli oyalar belirdi. Açıkladı hoca; “Kocamla aramız biber gibi acı, aramızı düzelt” diyormuş kaynanasına. Gevezelik edip, yüz göz olmadan, oyalar üzerinden haberleşme. Kültür yaratan aklıyla göz nuru emeğini akıtan kadının elleri, yasayla öpülmeye mecbur edilsin!

Saz yapımı
Elinde bağlamasıyla Halk Ozanları Kültür Derneği Başkanı   Kenan Şahbudak, ‘Saz Yapımı’nı anlatacaktı. Konuşmasına türküyle girdi, bütün salon gitti arkasından. Ülkenin en iyi bağlamaları, Ankara dutu ve cevizine bir de o bağlamaları yapan Ankaralı ustalara borçlu şanını. Mahsuni, Arif Sağ, Neşet Ertaş gibi ustaların tezenesi, bu bağlamaların teknesinde gezinmezse kulakları doymazmış. Bunu da ben ekleyeyim: Ustalar, mesken tuttukları Hamamönü’nden, yeni düzenlemeler sonrası dağılmaya başladı. Sadece bağlama değil, her türlü  müzik aletini yapmaya maharetli ustalar, ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Değeri’ olmak üzereler.

Seymenler
Ve ‘Seymen Geleneği’… Anakara Kulübü Başkanı Metin Özaslan anlattı. Seymenlik; esnaf, asker, edep, söz, saz, oyun, gelenek derken ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Değerleri’ne sığdırılamamış, benzersiz bir marifet. Anlatılamayan, kavramayla sindirilen kültür ve ahlak mirası. O da aday.

Miras diye ne taşıyacağız?
Bu değerler, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO’nun, ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Değeri’ olmaya aday. Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Bakanlık, UNESCO’ya önerecek tescillenmesi ve korunması için.

Kendi sahip çıkamadığına sahip çıkacak kapı aranması, içine dokunuyor insanın. Şaheserlerine bile sahip çıkamayan kültür, miras diye ne taşıyabilir geleceğe?

4 Nisan 2012 Çarşamba

FUARLAR TAMAM

03.04.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

İstanbul, Berlin fuarlarından sonra 21-24 Mart arası, Moskova Turizm Fuarı’na da katıldı Ankara. Hedeflediği 3 büyük turizm fuarına katılma hedefini gerçekleştirmiş oldu böylece. Uzun süre fuarlara katılma gereği duymayan başkent için çok önemli gelişmeler bunlar. Topraklarından mamut fosilleri çıkan, merkezinde 2 bin 500 yaşında Kalesi yükselen, şifalı kaplıcalara, dünyanın en güzel Tuz Gölü’ne sahip Ankara, doğal cennetleri, Beypazarı gibi örnek ilçeleri, alternatif sporlara uygun coğrafyasına karşın turizme yeterince uygun görülmemiş  nedense. 50’ye yakın müzesi olan kent, nedense turizm fuarlarından kesmiş ayağını. Affedersiniz; gübresini boncuk yapıp, milyonlarca turist ağırlayan kasabalar var dünyada, bizse üstünde oturduğumuz altın madenine, boncuk muamelesi yapmışız. Bir kasaba kadar adama tanıtmaktan bile vazgeçmişiz Ankara’yı.

Basit ayrıntılar
Geçeriz tabii. Altyapı, kurumlararası uyumlu çalışma, çok özen ister turizm. Milyonlarca lira yatırım yaparsınız, basit bir turizm danışma bürosu, bir tane otobüs, bir elektrik direği ya da bir tek tuvalet, bütün çabanızı boşa çıkarıverir. Onca zamandır söylendi, hala Ankara Kalesi’ne, taksi dışında, yürüyerek ulaşmak zorundasınız. Kale ve çevresinde çalışanlar bile yıllardır şikayetçi bu ulaşım zorluğundan. Yeterli aydınlatma olmadığı için, güneş düşünce el ayak çekiliyor. Turistin midesini, basit sanılan ayrıntılar bulandırır. Bizim burçlarda dolaşan gamlı baykuş, verdi yine gamlı haberi:

Kaderin cilvesi
Moskova Turizm Fuarı’na katıldığımız hafta, gazetemizde, tesadüfün böylesi dedirtecek haberdi; bir Rus turist, Kale’den havaalanına kadar, taksi şoförüne durmadan şikayet etmiş. “Antalya'daki kale, böyle pis değil” diye başlamış, Kale’nin, ‘Akkale’ dediğimiz en üst burçlarındaki idrar kokusuna kadar sıra sıra dizmiş şikayetleri. Sanki Kale komutanı, bizim taksi şoförü de yol boyunca özür üstüne özür dilemiş. Misafiri gönderdikten sonra kendi başlamış şikayete!

Hiçbiri yeni değil bu şikayetlerin. Sıralamaya kalkmıştım da  yazıma sığdıramamıştım bir keresinde. Eksik eksik yazmıştım. “Başkentin göbeğindeki Kale böyleyse ya gerisi?” diye diken üstünden inemedik. “Aman çözene kadar gelmesin turistler” diyemeyeceğimize, gelen turisti de bu izlenimle gönderdiğimize göre, elimizi çabuk mu tutmak lazım acaba? Çok geç kalmamışız gibi!..

Hazır mıyız misafirlere?
Ankara il sınırları içinde düşünülen bütün turizm yatırımlarını, bir zincir ve tek tek halkaları gibi düşünmeliyiz. Gerekli özen her yerde gösterilmeli. “Keşke buraya gelmeseydik” dedirtmemek gerekir misafire. Hangi halka çürükse o, zinciri kopartır. Misafir ağırlayacağımız her yerde, turizmin en öz koşulları zaten hazır olmalıdır. ‘Turizm Kapısını Aralayalım’ yazımızda söylemeye çalışmıştık, ısrarla yineliyoruz: Fuarlar tamam, peki gelecek misafiri ağırlamaya hazırlıklı mıyız?

Evi toparlamadan misafir davet ederseniz adınız ‘pasaklı’ya çıkar. Bir dedikoduyla dünyaya yayılır, daha da kimse gelmez pasaklının evine. Yani bunca yıl niye derlenip, toparlanmamış pasaklarımız, utanıyor insan!