30 Kasım 2013 Cumartesi

İŞE RAĞMEN İŞSİZLİK


29.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Zor bulursunuz böyle ülkeyi; olan işe çalışacak adam bulamıyoruz. Sanayi şikayetçi, ticaret şikayetçi, işsiz şikayetçi. Nasıl iş bu, anlayamadık gitti.


Ortada, üretebilirken üretilemeyen, iş varken çalışılmayan koca bir boşluk var. Herkesin gözlerinin önündeki bu boşluk, takviye edilemedi, sinir uçları birbirine bağlanamadı bir türlü. Bağlananların bazıları da bir plan ve düzen içinde yürümediğimizi gösteriyor. Binlerce iş ve işsiz, o boşlukta duruyor, sadece şikayet üretiyor boşluk.



Bir ortak şikayet

Çok değişik iş çevrelerinden dinlediğim ortak bir şikayeti paylaşmak istiyorum. Daha doğrusu “Ortak bir şikayette  toparlamaya çalıştım hepsini” desem daha doğru.

Örneğin teklif edilen maaş 2 bin-2 bin 500 lira civarında.



Çalışacak kişi, usta olmasa da işinde iyi. Firmanın o elemana çok ihtiyacı var. Birkaç kez talep ediyor ancak kabul ettiremiyorlar, çalışmayı reddediyor. “Niye?” dediklerinde arkasından toplumsal bir yaraya dönüşmeye başlayan yardımlar çıkıyor. Nasıl mı?



Bir şeyler yanlış
Eleman, yardım alarak barınacak bir yer buluyor ya da komşular, ailenin kirasını aralarında topluyor. Günlük ihtiyaçlarını, belediye, valilik ya da kaymakamlık gibi resmi kurumların yardımlarından karşılıyor. Üstüne de “Rahatım yerinde, niye çalışayım?” diye firmayı reddediyor. Kolunda altın bileziği olan, eli iş tutan birilerinden bahsediyoruz.



Benzer şikayetleri, birbirinden habersiz, değişik iş çevrelerinden, buna küçük esnaf da dahil, dinlediğim için anlatma gereği duydum. Çalışmaktan kaçanların çoğunun genç insanlar olması, daha da ürkütücü tabii. Yanlış bir şeyler yaptığımız kesin.



Planda 4 eksen

Çarşamba günü Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Ankara Sanayi Odası’nın(ASO) Kasım ayı Meclis Toplantısı'na katıldı. Burada, çeşitli kesimlerden 10 binden fazla kişinin görüşleri sonucu  hazırlanan Kalkınma Planı'nı anlattı.



Plan için 4 eksen belirlenmiş:

1- Nitelikli insan, güçlü toplum

2- Yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme

3- Yaşanabilir mekanlar (doğru şehirleşme de diyebiliriz)

4- Uluslararası işbirliği



Birinci maddeye dikkat; “Nitelikli insan, güçlü toplum.” Bir de bizim sözünü ettiğimiz boşluğa ve yarattığımız çalışma algısına bakın. Daha birinci maddenin gereğini yerine getirmeden gerisini nasıl getireceğiz? Ülke çapında bir planlama yapmadan, ihtiyacı gözetmeksizin gelişigüzel yetiştirdiğimiz gençlerle nasıl olacak bu iş?



Ekmek elden su gölden nesli

Meslek okullarını ihmal ederek, üniversite sanayi işbirliğinde ve teknokentlerde ağırdan alarak, hayati teknolojik yatırımları bazen siyasete kurban ederek, getirisi yüksek ürünleri nasıl üreteceğiz? Bakan Yılmaz, “Sanayinin katma değerini artırmak istiyorsak karşılığı da yüksek olan ürünler üretmek durumundayız” demiş aynı toplantıda. Geçtik niteliksiz işgücünden, niteliklisine bile yardımlara yaslanma alışkanlığı veriyorsak kim yapacak bu işleri?



Binbirinci kez söyleyelim; sadece Ankara sanayisinin eleman ihtiyacı 35 bin kişi. 34 bin 500’e düşse sevineceğiz. Bu boşluğu nasıl dolduracağız, ekmek elden su gölden nesliyle?



Bunları çözmeden plan işlemez

İhtiyacı olan insanlara her zaman devletin elini uzatmasından yanayım. Ama gerçekten zor durumdaki, hayatın sillesini çok sert yiyen insanlara elini uzatmalı. Oy için ihtiyacı olana olmayana yardım ederseniz, ekilmeyen tarlaya dönüm başı para verirseniz, meslek kurslarını hedefe yönelik, doğrudan işe girmek üzere hazırlamazsanız, en önemlisi ister meslek okulu ister üniversite olsun üretimle buluşturamaz, gençleri dershane ve okul sıralarındayken telef ederseniz bizim plan işlemez.


Plandaki birinci madde gerçekleşmezse diğer maddelerin gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?

27 Kasım 2013 Çarşamba

ÖNCELİKLER SIRASI


26.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Düşüncelerini açıklamaya üşeniyorlar. Düşünce olmayınca ‘sözbirliği’ni boşuna bekliyoruz. Kim filin neresinden tutuyorsa oradan anlamaya çalışıyor konuyu. Resmin bütününe bakmadan ya da haritanın bütün sayfalarını açmadan yön çizmeye çalışıyoruz. Nereden gidersek hedeflere hızlı ulaşır, akılcı ve kalıcı işler yaparız, ortak bir görüş oluşturamıyoruz bu nedenle.



Ankara’nın önderleri, ‘ortak akıl’a hala isteksiz. Kendi seslerini seviyor, hep kendilerini dinliyorlar. Hele bazıları, Ankara’nın gerisinden geliyor, geriden geldiğinden habersiz bir de görüş bildiriyor. Beklemekten bıkmış Ankara’da, onları beklemeye tahammül kaldı mı, Ankaralılar’a sormak lazım?



Kente karşı sorumluluk duyulmalı

Bir başkentte, devletin merkezinde, bunu söylemek ayıp ama Ankara’nın, yeni ufuklara açılması gerektiğini söylemek zorunda kalabiliyorsunuz. Bu ufukların ne yönde, hangileri olduğunu da yine defalarca söylemek zorunda kalabiliyorsunuz. Ya karşılık alamıyor ya da filin tutulan yerinden anlaşılanı dinliyorsunuz. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, söylediğini defalarca söylemek zorunda kalanlardan. Haritanın bütün sayfalarını açmışken görüşlerine, sorumluluk duyarak görüşlerimle katılmak istiyorum.



Vali’nin sıralaması

Vali Yüksel, geçtiğimiz hafta, Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Salih Bezci'yi ziyaret etti. Ankara’nın ‘Marka Şehir’ olmasını konuştular. Yüksel, bu buluşmada, Ankara için 6 ayrı stratejik başlık önerdi:

- EXPO birinci başlık olsun, başlığımızı Çocuk ve EXPO olarak belirleyelim.

- İkinci başlık; Fuar ve Kongre Merkezi

- Üçüncü başlık; tarım ve tarımın çeşitlenmesi

- Dördüncü başlık; spor tabanlı olimpiyatlara ev sahipliği yapmak

- Beşinci başlık; Alışveriş Festivali

- Altıncı başlık; Bilişim

Yüksel, "Altı hedefimiz olsun 2023’e kadar ağaçkakan gibi bu stratejik hedeflerimizi gündemde tutalım" diye de ekledi.



Bir sıralama önerisi

Kendimce şöyle değiştiriyorum sıralamayı:



1-Bilişim: Sanayi, üniversiteler ve meslek okullarıyla acil ilişkilendirilmiş olarak gündemin ilk maddesi olmalı. Daha yüksek teknolojili yatırımları, böylelikle Ankara’ya çekebiliriz. Türkiye’de, en kolay marka olacağı alan Ankara’nın. 

2- Tarım ve tarımın çeşitlenmesi: Hayvancılığı da katarak kullanılamayan yüz binlerce hektar tarım ve mera alanı, göletler ve sulama kanallarıyla kent ekonomisine kazandırılmalı.
3- Fuar ve Kongre Merkezi; özellikle Kale’nin, Hacı Bayram, Hamamönü ve çevre ilçelerin de tarihi ve doğal güzellikleri ıslah edilmeden yavan kalacaktır. Toplantıdan, fuardan  çıkınca gidecek cazibe merkezlerimiz hazır olmalı.

4- Alışveriş Şenliği, büyük alışveriş merkezlerinin etki alanında kalmamalı. Her zaman olabilir, yapılabilir, Ankara’nın da ihtiyacı olan bir etkinliktir. Pantolonu, paltoyu alıp, gitmesin alışverişçiler. İstanbul‘da, Ortaköy’e nasıl çay içmeye iniyorsa Kale’ye, Çiftliğe, Kuğulu’ya da uğrasınlar.



Deneyim edinmeliyiz

EXPO ve Olimpiyatları, geriye atıyorum. Turizm’de, fuar ve kongre turizminde, biraz deneyim edinmemiz lazım. Kentin kurumları ve yöneticileri, birkaç büyük organizasyonu uygulamalı önce. Bu arada 23 Nisan Çocuk Bayramı törenlerini, yeniden evine taşımalılar. Göstermelik işlerle yasak savma etkinlikleriyle oyalanmadığımızdan emin olalım. Sonra yüzümüze gözümüze bulaştırırız maazallah.


Hepsini, altyapı sorunları tamamlanmış, metrolarla donatılmış bir Ankara için düşünüyorum tabii. Bu öncelikler sıralamasındaki değerlendirmelere, kurumlar ve ileri gelenlerin de ufuk açan düşünceleriyle katılmalarını bekliyoruz.

25 Kasım 2013 Pazartesi

TURİZMDEN ÖNCE


22.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Turizm’ diye bir adam var, o gelince turizm oluyor. Ankara’da turizm, böyle bir şey zannediliyor galiba. Herkes, o adam gelse de turizm olsa diye cümleten oturmuş bekliyor.



Turizmciler, yöneticiler, akademisyenler, söz ve tavır birliği oluşturamadı hala. Konuşmaya gelince çok konuşuyor, şikayetten başka bir şey söylemiyorlar. O şikayetlerin bir kısmını da kendi çabalarıyla çözmeleri gerektiği düşüncesini sevmiyorlar. Hatta bazılarının, turizm olup olmaması gerektiği konusunda bile hiçbir fikri olmadığına şahit oluyoruz.



Dev bir ekmek kapısı kapalı duruyor, “Turizm efendi” diye biri, ayağıyla gelsin diye bekleniyor!



Uzun yıllar ister turizm
Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in, Ankara Kalesi’nde birkaç esnafın, üniversitelerinde birkaç akademisyenin dışında turizmi kendine dert etmiş bir turizm sektörü göremiyoruz pek ortalıkta. Oteller, yapılıyor, Hamamönü, Hacı Bayram gibi semtlerde tarihi evler, binalar tadilattan geçiyor, yurtiçi ve yurt dışı ulaşımda yeni adımlar atılıyor ancak turizmin insani boyutuna ilişkin ciddi bir hazırlık görünmüyor ortalıkta.



Zor kazanılan, kolay kaybedilen bir sektör turizm. İnce ince çalışmak, misafirin ihtiyaçlarını santim santim hesaplamak gerekir. Bir haftada, bir ayda, bir yılda olacak iş değildir. Uzun yıllar alır turistin ayağını alıştırmak. Çok uzun yıllar.



Öncelikle “Turizm” diye bir adam yok, o gelince turizm olmuyor, ikincisi; turist, “Hay Allah hazırlanamamışlar, inşallah bir dahaki sefere” demiyor, gitti gidiyor, bir daha gelmiyor. Tanıdıklarına da ne gördüyse onu anlatıyor.



“Şehirde bir gün turist olalım”
Bu arada taze bir gelişme; Ankara Ticaret Odası(ATO) üyeleri,  “Şehrimizde bir gün turist olalım” diyerek yaşadıkları il sınırlarını, önce kendileri öğrenmeye çıktı. Yaklaşık 3 yıldır aynı uygulamayı Ankara Valiliği, 1 milyona yakın öğrenci ve öğretmenleri hedef alarak başlatmıştı. Önce Ankara’yı anlamak, öğrenmek gerekiyordu tabii ki. Hem turist gözüyle hem Ankaralı olarak eksikleri saptamak, bilgileri tamamlamak gerekiyordu.



Çok geç kalmış, o yüzden çok hızlı davranılması gereken bir uygulama. ATO’nun da elinden geldiğince benzer etkinlikleri yaygınlaştırmaya yönelik katkıları şart. Konuya, daha kapsamlı dahil olmaları gerekiyor.



Helva için mutfağa
ATO Başkanı Salih Bezci, “Şehrimizde eskiçağdan başlayan bir zengin birikim var. Müzelerimiz, hanlarımız, göllerimiz, mağaralarımız, doğal güzelliklerimiz, kültür ve eğlence merkezlerimiz, kaplıcalarımız, yaylalarımız, kayak merkezlerimiz mevcut. Özetle turizm helvası için Ankara’nın unu, yağı, şekeri yani yeterli malzemesi var. Bu malzemeyle de helva yapmamız kaçınılmaz” demiş. Ağzına sağlık.


Mutfağa girmeden helva yapılamıyor ama. Turizmcileri, yerel yöneticileri ve halkıyla yapılabilen bir helva bu. Demek turizmi açmadan, helva için mutfağın kapısını açmak  gerekiyormuş önce. Helva güzel olsun ki hep gelsin misafirler. Hesaplamaz, hazırlanmazsak açılmadan kapanacak koca ekmek kapısı.

20 Kasım 2013 Çarşamba

HÜSRAN KALE’Sİ

19.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi
 

Yine mahcup olduk. Yine hoşça vaktin çoğunu, açıklamalarla geçirdik. Çok sık hatta hep mahcup oluyoruz Ankara Kalesi’nde. Kale ve çevresi, bir türlü ciddiyetle toparlanamadığı için ona sahip çıkmak isteyenler, hep mahcup oluyor. Dünyanın, içinde hala yaşamın sürdüğü en güzel birkaç kalesinden biri olan Ankara Kale’siyle övünemiyor, üstüne mahcup oluyoruz. Kapısına, “Turistler Kale’ye Giremez” diye yazsak yerdir. Ya da Ulus’la Samanpazarı girişindeki yön tabelalarını, “Hüsran Kale’si” diye değiştirebiliriz.



Ulucanlar’da karmaşık duygular

Haftasonu, şehir dışından misafirlerimiz vardı. Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni merak ediyorlarmış, önce orayı gezdik. Hem bizim konuklarımız hem diğer ziyaretçilerin ağzından sık sık “Çok kötü oldum” cümlesi yansıdı kulağımıza. Bu müzenin eski salaşlığı daha fazla korunmalıydı ancak yine de her gezen üzerinde derin etkiler bırakmayı başarıyor bu haliyle bile. Yaşananlara üzüldü, müzedense memnun ayrıldı konuklarımız. Hemen mutlaka kimleri getireceklerini saymaya başladılar çıkışta. Yüzümüzün akıyla çıktık gezinin bu kısmından.



Hoplamalı zıplamalı yollar

Ankara Kalesi’ne yöneldik. Çok şikayetçiyiz ama Kale ve çevresine, uzun yıllardır uğramamış ya da hiç görmemiş konuklarımız olursa mutlaka görsünler istiyoruz. Samanpazarı girişinde kötü bir karşılama oldu; girişten kilitlendi trafik. Yollar, kazılmış, kaba toprağı yine üzerine atılarak kapatılmış, lunapark gibi, hoplamalı zıplamalı. Ankara’nın göbeği en turistik yerine, yarı şehir yarı köy yolu olmuş.  Geçmişi unutmayalım diye herhalde. Köyle kentin farkını, ilk yağmurda, aynı anda kıyaslamak mümkün olacak.



Kale kapısında indik, bu çift karakterli yollardan sokaklara daldık. Seke seke sek sek oynar gibi, atletik kabiliyetimiz ölçüsünde gezmeye koyulduk. Sokaklar kalabalık, kafeler, bazı lokantalar doluydu. Helal olsun. Belediye, hepsine teşekkür etmeli, birer plaketle ödüllendirmeli azim ve sabırlarından dolayı. Daha kötü günler için teşvik edici olur!



Duvardibi turistleri!

Daracık sokaklarda, bunca kalabalık içinde, bizi duvar diplerinde kıstıran arabalar geçiyordu. Ankara söyleşilerimizde anlatıyorlardı da gözümün önüne getiremiyordum. Örneğin şimdiki Talatpaşa Bulvarı, bir at arabası geçecek genişlikteymiş. Araba gelince duvara dizilirmiş ahali. Talatpaşa, bulvar oldu ama Kale, nedense rahatsızlık verecek konularda tüm özgünlüğünü koruyor hala. Misafirlerimiz, özensizliğin başsemtine katlandılar adeta.



Tuvalet yassah hemşerim!

Bir korkum daha vardı, çok şükür oturduğumuz kafeye kadar sesleri çıkmadı o konuda. Tuvaletin yerini soracaklar diye ödüm koptu! “Efendim böyle tarihi bir yerin içinde ne kadar ayıp!” derim diye hazırlamıştım kendimi. Bir başka tabelayla da bu işi çözeriz diye düşündüm; “Kale’de Tuvalete Gitmek Yasaktır!



Üzülmeden inilmiyor eteklerine

Uzun zamandır görmeyenler ve hiç görmeyenler, sözbirliği etmişçesine Kale’de olmaktan duydukları memnuniyeti paylaştılar bizimle. Ankara’ya geldiklerinde akıllarına bile gelmiyormuş Kale. Tarihi havanın içinde, dokuya uygun kafeler, dükkanlar, lokantalar çok hoşlarına gitti. Hele manzara… Nezaketlerini bozmadan, bizim şikayet ettiğimiz şeyleri, bize şikayet ettiler. Bir efkarlandım…
Ümitlendikçe kursağımıza diziliyor, hiç yapılmaması gereken yapılabiliyor, bir yapılan bütün yapılanları süpürüp, savurabiliyor. Ankara’nın sığınacak bir Kale’si var ama Hüsran Kale’si olmuş; her defasında üzülüp, efkarlanmadan eteklerine inilmiyor.

16 Kasım 2013 Cumartesi

ANKARA SANAYİSİNİN MEHTER ADIMLARI




15.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi

İki ileri bir geri, iyice mehter yürüyüşüne benzedi. Ankara sanayisi, bırakın koşmayı, düzgün bir yürüyüşe bile geçemiyor bir türlü. Ekmeğin, işin yeri belli, bütün çabalarına, çırpınmalarına karşın gidemiyor. Çok prangası var ayağına dolanan. “Hah, attı iki adım!” derken prangalardan birinin zinciri geriliyor, çakılıyor yerine. Bazı prangaları, hep gergin, azimli olmasa hiç adım atmasın diye bağlanmış sanki.



Kabiliyeti mi yok?
Zaten kabiliyeti yok yürümeye” deseniz “Dünyanın dev şirketlerine parça üretirken nasıl yürüyoruz?” diye merak eder insan. Savunma sanayisinin en büyük firmaları, Ankara’da nasıl çalışabiliyor o zaman? Ülkenin en başarılı teknokentlerini, ilk 10 içine en az 5 tanesi giren üniversitelerini nereye koyacağız bu durumda?  Türkiye çapında, araştırma-geliştirme personelinin yaklaşık 3’te 2’si Ankara’da çalışıyor. Kabiliyetsiz şehirde, bu kadar değerin ne işi var peki?



Prangalar eskittik!
4 büyük organize sanayi bölgesinin bulunduğu Malıköy’de, sanayinin birinci koşulu olan su yok, yol yok. Sincan’la arasındaki yol projesi, hala ihaleye açılacak. Parseller alınmış, fabrikalar açılamıyor. Kazan’nın Saray bölgesinde olduğu gibi düzensiz gelen ve sık sık kesilen elektriği sorunlu. Çubuk ve Akyurt’u, tren hatlarına, İstanbul yoluna bağlamak gerekiyor. Karadeniz Bölgesi’ne açıldığı yolu da genişletmek. 35 bin eleman ihtiyacı var, yetiştirmek yine sanayiciye kalmış. Geciken yasal düzenlemeleri, ağır bürokrasi prangalarını da ekleyelim. İnsaf!

Bütün bunlara rağmen prangalarını sürüye sürüye ilerlemeye çalışıyor ya Ankara sanayisi! Bir tünele sıkışmıştı, bu kez gerçekten çıkmak istiyor.



Hava alsa da yılmıyorlar
Bu haliyle metro trenleri, hızlı trenler yapmaya adaylığını koyuyor. Türkiye çapında Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Kümelenmesi’nin (ARUS) oluşturulmasında büyük emek sarfettiler. Geçen yıl yüzde 51’ini yaparız derken bu yıl yüzde 100’üne talip oldular trenlerin. Ancak Başbakan’ın, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın bütün uyarılarına karşın Çinli firma sözleşmenin gereklerini yerine getirmediği için, ilk parti tren üretiminden temiz hava kaldı paylarına.


Yılmıyorlar; ay başında Almanlar’la görüşüldü. Alman Demiryolu Sanayicileri Birliği’nden(VDB) 23 firma, işbirliğine sıcak baktı, “Beraber üretmeye hazırız” dediler. Havacılık alanındaysa ihalelerin yüzde 40’ına talip Ankara sanayisi. Tünelden çıkmaya kararlı olmasa susuz, yolsuz, elektriksiz, bu kadar büyük projelere talip olunur mu?



“İstanbul’u pazarlıyoruz”
11 Kasım’da Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM), düzenleyeceği 'İnovasyon Dünyası İstanbul'da Toplanıyor' etkinliğinin duyurusu için Ankara’daydı. TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, şirketlerin araştırma-geliştirme bölümlerindeki çalışanları çağırıyordu toplantıya. Katılımcılara, yanlışlıkla “İstanbul Sanayi Odası (İSO)” diye seslenince ASO Başkanı Nurettin Özdebir patladı; "Ankara'da bile İstanbul'u pazarlıyoruz. Hepimiz İstanbul'u pazarlıyoruz" diyerek. Taze güç dururken hala üretimden ranta kayan İstanbul ekonomisine yükleniyorsak işimiz iş!


Engellere rağmen zincirlerini zorluyor başkent sanayisi. Azimli, üzerindeki ölü toprağını atmaya kararlı. Mehter yürüyüşü yetmiyor artık, yürümek de değil koşmak istiyor. Bunun için de önce prangaların çözülmesi sonra yolunun açılması gerekiyor.

14 Kasım 2013 Perşembe

UYAN EY ‘ORTAK AKIL’


12.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi


Çok fena uykuya dalmış, uyandıramıyoruz Ankara’yı. Okula kaldırılan öğrenci gibi “5 dakika daha” diye diye uyanamıyor bir türlü. O yüzden gecikiyor hep. Uyandırmaya öncülük edecek siyasileri de şikayetçi değil uyuyan Ankara’dan; başlarını ağrıtmayan bir şehir işte, ne güzel! Devlet de memnun ki kurumlarının yönetim merkezinde olup bitenlere, Ankaralılar kadar uzak duruyor. Uyuyan uyuyor, uyanıklar, kafasına göre, istediğini yapıyor meydan boşken. Gelişigüzel, sözde gelişiyor başkent.


Ne yapar ortak akıl?

Biz de yaklaşık 3 yıldır uykudan uyanmak, kente sahip çıkmak gerektiğini, bunun için acilen bir Ankara lobisinin oluşturulması gerektiğini karalıyoruz bu köşede. Her alanda önde duran kurumlar ve başındaki kişilerin, bir işbirliğine girişmesini bekliyoruz.

Ankara, hangi yatırımlara öncelik vermeli, hangilerini ertelemeli..

Hangi toplumsal ihtiyaçları destekleyip, hangilerini bekletmeli..

İhmal edilmiş kabiliyetlerini hangi sırayla ve nasıl harekete geçirmeli..

Dünya kenti olmak için kendine nasıl bir hedef koymalı..

Gibi kentin geleceğini öngören kararları verecek bir işbirliğinden bahsediyoruz. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, kısaca ‘ortak akıl’ olarak tanımlamıştı bu işbirliğini. Uzun zaman uyuyunca karışık lafları zor anlıyor insan. Güzel bir kısaltma oldu ‘ortak akıl’.

Acil işbirliği ihtiyacı

Bu ortak aklı, örneğin Ankara’nın sanayicileri, erken kavradı ve kendi aralarında, üniversitelerle teknokentlerle  becerebildikleri belediyelerle harekete geçtiler. Niyet oluştu, hedefi belirlediler; yerli üretimde, ulusal hatta uluslararası yatırımlara talip oluyorlar şimdi. Aynı planlama ve işbirliğini ticaret hayatında bekliyoruz. Ya da örneğin turizmcilerden bekliyoruz. “Ankara’da turizm olsun” isteniyor ama turizmciler piyasada yok. Mutlaka bir üst dernek ya da oda oluşturup, iş ve karar birliği içinde, derhal tek ses halinde Ankara turizminin yolunu çizmeleri gerekiyor. Yine bilişim ve teknoloji yeteneği güçlü Ankara’da, sesler güçlü çıkmıyor. ‘Bilişim Vadisi’ projesi İstanbul’a, Kocaeli’ne gidecek, bizim sesimiz onlardan çok çıkıyor “Bu yatırımın en doğru yeri Ankara’dır, sakın ha!” derken.

Başkent Ankara Meclisi

Karışık ve dağınık görüntü içinde, bir takım yeni oluşumlar, dernekler de kuruluyor bu arada. ‘Başkent Ankara Meclisi’, bunların tazelerinden biri. Geçtiğimiz Cumartesi, kamuoyuna açılışı olarak tanımlayabileceğimiz bir sempozyum düzenlediler; ‘Başkent Ankara İçin Ortak Akıl’ sempozyumu. Çeşitli kurumlardan ve sivil toplum örgütlerinden 90 kurucu üyesiyle 400 civarında hemşehri derneğinin de desteğiyle  tanıttılar kendilerini. Çoğunda hemfikir olduğumuz Ankara’nın varolan durumunu, sorunlarını ve olması gerekenleri detaylı olarak saptamışlar. Tabii bizim derdimiz saptamaktan öte icraatta, sözü dinlenecek karar mekanizmaları oluşturulmasında.

Sesi çıksın

Adı tabelada kalacak bir oluşum değildir inşallah. Katılımda, Ankara’nın pekçok ileri gelenlerini, örgütlerini ve kurumlarını göremedim çünkü. Yenimahalle ve Çubuk Belediye Başkanları hariç belediyeler yoktu örneğin. Haklı bir acemilik vardı ama başlangıçta bazı eksikler olabilir. İş ki bu eksikleri tamamlamaya, Ankaralılar’ı, öncü kurum ve  kişilikleri etrafında toplamaya çaba gösterilsin. Sesi çıksın her şeyden önce; bizim de izleyeceğimiz etkinliklere ve işbirliği örneklerine aracılık etsinler. Ankara’yı, tarafsız ve doğru bilgilendirsinler. Başkentin, sözde kollayan  binlerce etkisiz derneği arasında kaybolmasınlar. Vali Yüksel’in dediği gibi topu orta sahada çevirip, bizi oyalamasınlar. Göreve talip olmuşlar, hakkını versinler.

Laf çok da icraat zayıf Ankara’da. Herkesin dünyası, kendi etrafında dönüyor. Ortak aklı uyandırıp, Ankara’ya beraber bakmazsak biz, bu dar dünyaları aşamayacağız.

8 Kasım 2013 Cuma

“BU ATATÜRK’ÜN NAMAZI KILINDI MI?”


08.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



2012 Kasım’ı Kızılay metro durağı. Atatürk’ün ölüm yıldönümü nedeniyle bir fotoğraf sergisi açılmış. Öldüğü günden itibaren çıkan değişik gazetelerin sayfaları, fotoğraflar sergileniyor. Büyükşehir Belediyesi, geleneğe dönüştürür inşallah, güzel bir etkinliğe imza atıyor ve her milli ve dini günlerde, Kızılay metro durağında, benzer sergiler açıyor. Birkaç yıldır düzenli olarak sürüyor bu sergiler. Geçip, gitmemek lazım yanından; ilginç bilgiler, fotoğraflar ya da sanat eserleri oluyor bu sergilerde. Ayaküstü, eve giderken bu kadar hızlı bilgilenebilir insan, daha ne olsun. Dönelim 2012 Kasım’ına.



‘Bu Atatürk’ 
Metro’daki Şeyh Şamil Camisi’nde, öğle namazı dağılıyor. Camiden çıkan uzun sakallı, başı sıfır numara tıraşlı, takkeli, bol bir pantolon ve dizlerine kadar uzanan yine bol ceketiyle bir ehl-i Müslim yaklaşıyor sergiye. Birkaç fotoğrafa bakıyor ve devam etmeden masanın arkasında sorumlu gördüğü kişiye soruyor “Bu Atatürk’ün namazı kılındı mı, biliyor musun?” Cenaze namazını kastediyor ‘Bu Atatürk’ün…


Sorumlu soruya şaşırıyor, “Kılınmaz mı, tabii ki kılınmıştır” derken devamını dinlemeden müstehzi bir gülüşle hızla uzaklaşıyor adam. Yanıtın havada bırakılması, sorumlunun içine oturuyor. Bir tür “Ne desen boş, doğrusunu anlatsan da” demiş gibi bir tavır. Öğrenmek değil derdi. Atayım kılçığı, yutanın boğazına takılsın. Yutmayacak adamsa uğraşma, yola devam.

Bizi bitiren çekişme
Hep yorgun bir millet yaratmak istiyorsanız onları, birbirine eşit iki güce böleceksiniz ve bir halatın iki ucunu, çekiştirmek için ellerine vereceksiniz. Yenişemeyecekler. 60 küsur yıldır bu halatı çekiştiriyoruz biz. Gençlerimizi, gençliğinde tüketiyoruz bu çekiştirmenin içinde. Ortayı bulamıyoruz, bulmamız da istenmiyor zaten. Ancak bir gücün diğer gücü yenmesi de istenmiyor. Baştan yorgun, bitkin oturuyoruz dünya masasına. Kendimizi yemekten başkalarıyla mücadeleye, kendimizi geliştirmeye takatimiz kalmıyor. Bu konu da öyle bir konu işte.


Yanıt birkaç adım ötedeydi
Bu devleti kuran Meclis’in kuruluşunda, dualar için açılan ellerin başında sanki ‘Bu Atatürk’ yokmuş gibi yapmak, ileri götürmüyor bizi. Sadece çekişiyor ve yerimizde saymaya devam ediyoruz. O beyefendi, sorumluyu dinlememiş. Oysa Dericizade Faruk Küçük’ün arşivinden oluşturulan sergide, 19 Kasım 1938 Akşam Gazetesi’nin çerçevelenmiş 2’inci sayfası da asılıydı. Niyeti olsa sorusunun yanıtı, birkaç adım ötedeydi. Gazeteden satırlar:


19 Kasım 1938 Dolmabahçe Sarayı..

Büyük Salon, avizenin altına iki masa konmuş..

Ata’nın naşı üzerinde..

Saat; 08:12..

İmamlığını Yüksek İslam Tetkik Enstitüsü Direktörü Profesör Şerafettin Yaltkaya yapıyor..

Ata’nın kendi hafızı Hafız Yaşar’la müezzin İsmail Uzan yanında..

Önde bir sıra subay, arkada bir sıra er ve en arkada siviller safta..

Türkçe kıldırılıyor namaz..


Yazık değil mi?

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlardan uzak götür bizi  Yarabbim! Böyle böyle yoruyoruz işte birbirimizi. Hepimize yazık.

7 Kasım 2013 Perşembe

YEŞİLLE BARIŞIK


05.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Son dönem bütün belediyelerimizin bir gayretini alkışlarla izliyorum hep. Hem Ankara’nın içinde hem de bütün ilçelerinde…  Yarışırcasına parklar yapıyor, yeşil alanlar açıyorlar ya, kendi arazimden altın çıkmış gibi seviniyorum. Bir kentte, ‘insanı ve çevreyi gözeten her şeyin en güzeli’ diyebiliriz bu yeşil alanlar için. Öncelik yeşile verilmişse eğer, insanın insanlıktan çıkmadığı bir kent ya da mahalledir diyebiliriz oraya.



Sanki oksijen solumuyorlar
Üst üste yığılmış beton bloklar ve asfalttan oluşan bir kent, modern bir kent olamaz. İnsanın, yozlaştığı yerdir orası. Doğa, insandan bağımsız bir şey değil, insanın parçasıdır çünkü. Değilse niye ilk tatil gününde kendini toprağın, yeşilin ve suyun olduğu yere atmaya çalışır insan? Üstelik bazen kilometrelerce yolu göze alıp, şehir dışına kaçar. Kenti bozup, düzeltmeye çalışmak yerine baştan planlamanın faydaları, saymakla bitmez.



Kalabalıklaşan kentler, yoğun beton ve asfalt baskısı altında. Bunun önemli bir kısmı da rant yüzünden. Bulduğu boşluğu  betonlaştırıyor, delik kalmasına tahammül edemiyor rant canavarı. İstanbul, çocuğunuzu çıkarabileceğiniz 20 metrekarelik yeşillik kalmayan semtlerle doldu. Hala bahçeli apartmanı yıkıp, bahçesini de inşaata katma derdindeler.  Rantın kolay ve tatlı getirisinden başı dönenler, oksijen solumuyor sanki. Parası neyse verilip, alınabilen bir şey galiba onlara göre.



Bir yandan yaparken
Ankara, uzun zamandır Atatürk Orman Çiftliği’ndeki  gelişmeleri tartışıyordu bir de ‘ODTÜ Ormanı’ diye bildiğimiz Atatürk Ormanı eklendi tartışmalara. Ağaçlar kesiliyor, binalar, yollar yapılıyor, kimi ihtiyaçtan kimi ihtiyacın yanlış yerde giderilmesinden şikayet ediyor, araya Konya Yolu genişletmesi, Yenimahalle’deki Şentepe teleferik inşaatı da karışıyor ancak yeşil, başkentte, tartışmanın merkezinden bir türlü çıkamıyor. Üstelik bu tartışmalar, yukarıda her hafta yeni parkların açılışını alkışladığımız Ankara’da oluyor. Ya yeşil politikasının ayarını tutturamamışız ya da plansızlığın acısını çekiyoruz.



“AVM yapabilirdik”
Geçen Cuma Çankaya Belediyesi’nin açtığı Çansera Kent Bahçesi’ni gezdirdi Başkan Bülent Tanık. Dibinde, ODTÜ Ormanı’ndan geçirilen yeni yol inşaatı. Tanık’ın bir cümlesi takıldı kaldı aklıma; “Moda şimdi, buraya büyük bir alışveriş merkezi de yapılabilirdi!” Daha son düzenlemeleri bitmediği halde genci yaşlısı parkta geziyor, yürüyor, çocuklara hava aldırıyordu. O bölgede ne büyük ihtiyaç olduğunu da kendi ağızlarından dinledik. Yanındaki MTA’nın bahçesiyle yeşil bir kuşağa dönmüş çorak arazi. Yerinde, bir büyük alışveriş merkezi hayal ettim. Ohh, olsaydı gelsin paralar!



Plansızlığın tartışması
Yeşili kesip, “Başka yere daha fazlasıyla dikeceğiz” demek biraz da “Senden geçtik, gelecek nesile inşallah” demek gibi. Onlar ağaç olana kadar zaten dibindeki toprağa karışmış olurum, benim günahım ne? İkincisi; ODTÜ’de olduğu gibi, “Siz de kesmişsiniz zamanında” savunması. “Aynı itirazı zamanında siz niye yapmadınız” diye sormazlar mı; “Niye seyrettiniz kesilişini?” diye. Plansızlığın ve ilgisizliğin dik alasına işaret ediyor bu kısır tartışmalar.


Yeni nesil başkanlarla yeşili planlarına dahil eden bir belediyecilik gelişiyor Ankara’da. Günü geldikçe plansızlığın sancılarını çekeceğiz ama yeşille barışmaya çalışıyor. Bir yandan yapıp öbür yandan yıkarak olmaz tabii bu barış. Varolanı özenle korumalı, üzerine eklemeliyiz günden güne.  Herkesin oksijeni ayrı değil; kim, neci olursanız olun, isteseniz de istemeseniz de hepimiz bu aynı havayı soluyacağız.

3 Kasım 2013 Pazar

DİNOZORLARIN ŞEHRİ ANKARA


01.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



9 milyon 800 bin yıl önce yaşamış ‘Ankara Maymunu’ Kazan Örencik’te bulunmuştu. Kafatası, şu anda Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. 15 gün önce yine Kazan Örencik’te, bir gergedan çenesi, fil kalıntılarının bulunduğu açıklandı. 9-10 milyon yıl önce bu bölge, fil, gergedan, maymun gibi hayvanların yaşadığı ormanlık bir alanmış. 20 yıl önce bu fosillerin Kazan’da çıktığını biliyordum ama bu buluntuların  neden doğal ortamında sergilenmediğini de anlayamıyordum. Bu buluntuların bir kısmını, Örencik İlkokulu’nun bir yanında sergilemeye hazırlanıyorlar. Ayrıca bazı köy evleri, eski dokusuna uygun yeniden elden geçirilerek pansiyon, kültür evi yapılacak, fillerden gergedanlardan geriye kalan orman, doğa yürüyüşlerinde, yakındaki gölet de olta balıkçılığıyla değerlendirilecek; turizme açılacak yani.İnşallah” diyelim.

Dinozorlar, fosiller Ankara’da

Eskişehir yolunda, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA)içinde, Türkiye’nin değişik yerlerinden toplanan fosil ve iskeletlerin sergilendiği Tabiat Tarihi Müzemiz var. Türkiye’nin alanındaki tek müzesi ve dünyanın da sayılı müzelerinden. 193 milyon yıl önce Ankara-Köserelik civarında yaşamış dev bir mürekkep balığından bugüne doğru 6 bin 500 civarında buluntu sergileniyor. Ankara’nın Kazan, Evren, Kızılcahamam gibi ilçelerinden yeni buluntular, Anadolu Medeniyetleri ve Tabiat Tarihi Müzelerimiz’e katılmaya devam ediyor. Görüntü; mamutlar, dinozorlar, fosiller, Ankara’ya toplanmış!


Son teknoloji dinozor
Yeni Hayvanat Bahçesi projesi içinde yer alacak TemaPark’ın tanıtımı için bu fuara katıldık ama neden böyle yaptık, Nuh'un Gemisi’nden dinozorlara, tanıtım için neden teknoloji fuarını  seçtik, mesajımız neydi, karmaşık düşünceleri, ikna edici bir gerekçeye bağlayamadık. “En son teknoloji dinozor bizdemi demek istedik acaba?

Geçenlerde 24-27 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da, ‘CeBIT Bilişim Eurasia 2013’ fuarı vardı. Dünyanın her yanından,  özellikle bilgisayar teknolojisi açısından geliştirilmiş pek çok ürünün sergilendiği bir fuar. Ankara Büyükşehir Belediyesi, son teknoloji ürünlerin sergilendiği bu fuara, dinozor robotlarıyla katılmasın mı?

Dinozorluğun başkenti mi?
Geçen yıl da Ankara Alışveriş Şenliği Şopping Fest sırasında Güvenpark’ı basmıştı dinozorlar. Sürekli bir dinozorlar  arasında, pek içli dışlı... İçime kurt düştü; arkadaş, bu dinozorluk müessesesi, Ankara’dan çıkmış olmasın. Ankara, her şeyin olduğu gibi dinozorların ve dinozorluğun da mı başkentiydi yoksa! Her şeyde bir ağırdan alma hallerimiz, böyle bir bağdan mı kaynaklanıyor acaba? Bilmek istiyorum…

Şekil buysa eğer, düşünce sistemimi, baştan aşağı gözden geçirmek istiyorum.