28 Şubat 2015 Cumartesi

TÜKETTİKTEN SONRA SAHİP ÇIKIYORUZ



27.02.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


İki yıldan fazla olmuş “Elmas, nasıl az bulunan bir taş olduğu için değerliyse her bölgenin kendine has bitki ve hayvanları da elmas değerindedir. Kıymeti bilecek bilgi ve görgü lazım” diyeli. Yanlış tarım, yanlış yeşillendirme uygulamalarıyla  kurumların çevreyle uyumsuz işlerinin, bu hazineyi vahşice yokettiğini söylemeye çalışıyorduk. ‘Vahşice’, tam da doğru tabir, abartı değil.



2 bin 200 bitki türü

İki yıl önce bin 400 tahmin ediliyordu ama Ankara’nın 800 kadar bitkisi saptanabilmişti. Tahminse bin 700 civarıydı. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün, adı uzun projesinde, tahminleri aşan şaşırtıcı bir rakam çıktı karşımıza; 2 bin 200 bitki türü varmış meğer Ankara’nın. Sadece Ankara’ya has bitki türü sayısı ise 290 diye bilinirken 390 olarak kayıtlara geçmiş. Adı uzun ‘Karasal ve İçsu Ekosistemleri Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi’ sayesinde yapılan tespitler bunlar.



Daha da dikkat çekici diğer gelişme ise bu araştırma sonucu  Ankara'da, Angora Tırfılı, Beypazarı Geveni, Türk Kayagülü, Gürsöğüt Geveni, Öldürgen, Ana Kardikeni, Bey Sümbülü, Koca Soda ve Mermer Sığırkuyruğu gibi ‘çok tehlike’ altındaki 9 bitki türünün koruma altına alınmasıydı. Üstü üste iyi habere alışık değil bünye, 9 tesellimiz oldu eğer çok geç kalınmadıysa.



Sökmüştük gevenleri

Ankara-Beypazarı yolu genişletilirken kepçelerin çatır çatır söktüğü Beypazarı Gevenleri geldi çünkü aklımıza. Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü ve Botanik Anabilim Dalı hocalarından Profesör Doktor Mecit Vural, “Yol kenarında bir yamaçta bulduk. Neden, bilmiyoruz, sadece orada yoğun olarak yaşıyorlardı” demişti. Orası, tam da kepçelerin bir tane bırakmaksızın gevenleri taradığı yamaçtı! “İnşallah başka yerlerde yaşıyorlardır” diye içlenmişti Mecit hoca. Bakalım kalanları nasıl koruyacağız.



Koruma’, tedirginlik yaratan bir kavram bizim memlekette, hakikaten aksini anlayabiliyoruz bazen. Sadece Gölbaşı’na has ve yokolmama savaşı veren Sevgi Çiçeği’ni nasıl koruduğumuzu hatırlatayım size. En yoğun yetiştikleri arazinin üzerine bir at çiftliği yapıldı ve çiftliğin atları çok şanslı, dünyanın en özgün çiçeğiyle besleniyor; bildiğiniz Sevgi Çiçeği otluyorlar geviş getire getire. Korunmaya alınmışın hali böyle, o yüzden işte nasıl koruyacağımızı merak ediyoruz.



Tedirgin ama ümitliyiz

Kıbrıs köyünde, Hasanoğlan’da, Güdül’de, Kızılcahamam’da, Beypazarı’nda, Nallıhan’da, Kalecik’te, Çubuk yaylalarında coşuyor doğa. Ancak ‘bozkır’ dediğimiz Ankara’da, tahminlerimizi bile kat be kat aşan bitki türleri olduğunu 2015 yılında, daha yeni öğreniyoruz. Sadece Kıbrıs köyünün 70’e yakın kendine has bitki türü vardı, belki arttı bu araştırmadan sonra. Bu arada taş ocakları ve çevre kirliliğiyle haberimiz olmadan kaç türü de yok ettik kimbilir.


Tedirginiz ve dahi Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün çok ama çok gecikmiş çalışmasından medet umuyoruz; elmaslarımıza hakkıyla sahip çıkar, korumayı da beceririz inşallah.

24 Şubat 2015 Salı

LAĞIM MI PATLADI?



24.02.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


Tarsus’ta Özgecan Aslan’ın vahşice katledildiği 11 Şubat, bir milat oldu adeta. Her gün gördüğümüz ama görmezden geldiğimiz tecavüzler, insanların parçalara ayrıldığı canice cinayetler, arsız hırsızlıklar ve dolandırıcılıklarla kolay ulaşılır uyuşturucu haberleriyle dolup taşıyor gazeteler, televizyonlar. Ancak Özgecan’ın katledilişi, tüm ülke çapında çok sert tepkiler aldı ve almaya da devam ediyor. Olması gerektiği gibi. Oysa 3 Mart 2009 tarihinde yine vahşice katledilen Münevver Karabulut’un cinayet haberlerini, tepkisizce, film gibi izlemiştik.



Ağır cinnet hali

Sanki ülke ayağa kalkmamış gibi 11 Şubat’tan birkaç gün sonra Antalya’da, 12 yaşında bir kız çocuğuna aynı biçimde tecavüz girişiminde bulunuluyordu. Karısını parçalara bölen, sevgilisini arabasıyla çiğneyen, balkondan atan, sokak ortasında katledenlerin haberleri hiç hız kesmiyor, adeta çağlıyordu şu son 2 haftada. Su içercesine rahat hırsızlar, dolandırıcılar, bozuk gıda satan esnaf ve pişkin uyuşturucu tüccarları da cinayet sahnesinin arka dekorundaki akseuar olarak manzarayı tamamlıyordu.



Türkiye, tepkiden yıkılıyor ama bazıları hiç umursamıyordu olan biteni. Ya arsızlıktan ya yüzsüzlükten ya da devletin kolluk gücü ve yargısından hiç çekinmedikleri için. Ağır bir cinnet hali, lağım sızdırıyordu da Özgecan’la patladı sanki. Görmezden geldiklerimiz, gözümüzü çıkarırcasına göstermeye çalışıyor kendini. Kartopu çığa dönüşüyor, üst üste gelen haberler arasında bir kartopu da hiç yoktan gazeteci Nuh Köklü’yü alıyordu aramızdan. Ve hala “O tarafa bakmayalım” diyen rahatlar çıkıyordu içimizden.



Kırmızı alarm!

Uzun zamandır bakmıyoruz zaten o tarafa. Sokaklar, kendi düzenini kurmaya, kendi adaletini sağlamaya çalışanların hakimiyetine terk ediliyor. Türkiye, ekonomik gelişimine tam ters bir toplumsal dönüşüm içinde. Ülkenin her yanından, her sınıftan insanla ilgili benzer haberlerin gelebiliyor olması, üzerinde dikkatle durulması gereken bir gösterge. Bunların yoğunlaşması ise alarm zili olarak değerlendirilmeli; kırmızı alarm!



Yarısı sağlamla olmaz

Türkiye, kurulduğu söylenen yeni dünyada yerini alma mücadelesi verirken bunun önemli bir kısmını da sağlıklı bir toplumun desteğiyle yapabilir. Yarısı sağlam kırık bir bardakla kalan kısmı ne kadar sağlam olsa da afiyetle su içemeyiz. Kırık cam taneleri gibi parçalanmış ve bozulmuş bir toplumu, sonra yapıştırmaya kalksanız da eskisi gibi olamayacaktır. Kırılmadan, parçalanmadan, bozulmadan korumalıyız o yüzden.


Sadece seçimler değildir siyasetin konusu, toplumsal her şeyi, her kesimi kapsadığını unutuyoruz bazen. Görüldüğü gibi halının altına süpürdükçe kabarıyor sorunlar. Hep söyledik; vagonlar geride kaldıktan sonra lokomotif hedefe ulaşmış, kime ne!

21 Şubat 2015 Cumartesi

“ŞEHRİN GÜZELLİĞİ MİMARİSİNDENDİR”



20.02.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


Belediye başkanlarına dün Ankara’da yaptığı konuşmada “Şehrin estetiği mimarisi, insanın estetiği ahlaktır” dedi Başbakan Ahmet Davutoğlu. “Şehir mimarisini kaybederse estetiğini de kaybeder” diye vurgulayarak, tekrar çizdi konunun altını. “Kentleri önce zihnimizde kurmalı, kentsel dönüşümü de buna göre yapmalıyız” sözleri uyarıydı ama bazı yerler için maalesef geç kalmış bir uyarıydı. Kentsel dönüşüm diye bazı semtler, bütün tarihi dokusunu ve sakinlerini kaybetmişti çünkü.



Hatırlatmalı uyarılar

Şehirlerle ilgili başka güzel şeyler de söyledi Başbakan Davutoğlu. “Şehir aidiyeti olmadan şehir geleceğe hazırlanamaz” dedi, “Şehir kültürü nezakettir, bir anlamda rafine kültürün doğmasıdır” dedi, “Adalet ve ahlakın olmadığı yerde şehir doğmaz” dedi, “200-300 yıl sonra torunlarımız, kurduğumuz şehre kendini ait hissedebilecekler mi, bunu da düşünelim” dedi ve “Şehir ehliyet ve liyakat sahiplerinin elinde değer bulur” diyerek kaptırıp gittiğimiz plansız şehircilik için belediye başkanlarına hatırlatmalarda bulundu. Uyarı niteliğinde hatırlatmalar tabiî ki.



Son 50 yıldır, özellikle 1980 den bu yana o kadar kötü şehirleşiyor ki Türkiye, bazı yerlerde şehirciliğin en temel koşulu olan altyapıyı eksik bırakma pahasına sürüyor şehirleşme. Her yeni gelenle planlar ve kararlar değişiyor, tutturabilen tutturduğu yerde istediğini yapabiliyor çünkü. Çünkü plan da siyaset de günlük, gelecek, önce geleceği planlayacakların umurunda olmuyor.



Kiç Ankara

Ankara da bu 50-60 yıllık dönemde, en kötü şehirleşme örneklerinden birini veren başkent olarak tarihe geçti. Yanlış ipin ucunu çekince arkasından doğru gelmiyor, istikrarsız ve günü kurtaran uygulamalar, kişiliksiz bir başkent yarattı, koydu önümüze. Ne Selçuklu ne Osmanlı ne Cumhuriyet kenti diyebiliyoruz, ‘kiç (kitsch)’ dedikleri, her şeyden var ama kişiliği yok tarzda bir kent oldu çıktı Ankara. Yaşayanların aidiyet duygusu da bu yüzden zayıf olabilir; nesini, neresini sahipleneceğini kestiremiyorlar bir türlü.



Kendi mimari tarzı olan Ankara evleri dahil, tarihi yapılarına sahip çıkamamış, taşını tuğlasını sıvamış, önünü arkasını başka kişiliksiz binalarla doldurarak görünürlüğünü engellemiş, yani kendi eliyle güzelliklerini, Başbakan’ın deyimiyle ‘kentin estetiğini’ yok etmiştir Ankara. Altyapı eksiklikleri ve plansız yatırımlar da kalanını çirkinleştirmek için yarışıyor hala.



İçi de dışı da mimariden yansır

Başbakan’ın şehircilik adına ettiği her bir başlık kitaplar, ansiklopediler konusu ama kısaca değinirsek mimari, şehirde pek çok şeyin aynı anda göstergesi niteliğindedir. Oturduğunuz evden başlar, sokağa çıktığınızda ilk karşılaşacağınız ögedir mimari düzenleme. İnsan ilişkilerini de belirler. Güzel mimarisi olan bir kentin sokaklarına çıktığınızda, güzellikleri düşünen ince bir zevkin olduğunu bilirsiniz. Altyapıyı, rahat ulaşımı, hoşça vakit geçirme mekanlarını, toplumsal dokuyu kaynaştıran şehirleşmeyi sağlayacak, tarihine, toprağına ve bitki örtüsüne sahip çıkacaktır idare; ince düşünür çünkü. Bu estetiği, güzelliği de ahlaklı insan üretir, ahlak, ince düşünmeyi gerektirir çünkü. Rantın rüzgarı savuramaz ahlaklı kişiyi, kişilerin değil toplumun huzuru önceliklidir ahlak kurallarında. Topluma hizmet etmek, bir insanın karşılaşacağı en büyük fırsatlardandır insanlık sınavında.


Başbakan’ın dediği gibi kentin güzelliği mimarisindendir. İçinin de dışının da güzelliği, mimarisinden yansır. Çıkın, bir de bu gözle bakın bakalım Ankara’ya. Güzel bir şehir olmak için yaptıklarına ve kaybettiklerine bir bakın. Yaptıkları güzelleşmeye yetmiş mi, bu uğurda kaybettiklerine değmiş mi?

19 Şubat 2015 Perşembe

İÇİNDEN EN KİRLİ ÇAY AKAN BAŞKENT



17.02.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi

“Ankara Çayı’ndan gelen suyu solumak bile tehlikeli’ dediler bize. Bu çayın temizliği çiftçi için çok önemli. Bu yüzden kavunun, karpuzun, kabağın çoğunu kaybettik” demişti Polatlılı çiftçiler. Polatlı’yı tam sayfa kapsamlı olarak incelediğimiz yazıda, az bile yazmıştık. Tarlaları, meyve bahçelerini, çaresizce sulamak zorunda kaldıklarını söylemiş, yalvarırcasına konuya çare bulunmasını istemişlerdi. Ankara Çayı’nın suyu, toprağı da bitiriyordu çünkü. Tarih 2 Mart 2013, 2 yıl geçmiş aradan.



“Türkiye’nin en kirlisi”

Onlarca yıldır hiçbir önlem alınmıyordu, neler yedik kim bilir o tarlalardan, bahçelerden çıkan. Türkiye’nin başkentinin içinde, sanayi atıkları ve lağımdan, Türkiye’nin en kirli çayı akıyormuş meğer. Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu, arkadaşımız Ömür Ünver’le yaptığı söyleşide, kaynar sular boşaltıyordu ensemizden; yaptırılan laboratuar analizinde kirlilik, 4’üncü seviyede çıkmış. Bozoğlu, “Bu ne demektir; (Ankara Çayı) Türkiye’nin en kirli deresidir diyebiliriz” sözleriyle tamamlıyordu cümlesini.



Bitti bitecek bitemiyor

Bu arada 6 yıldır Ankara Çayı’nın ıslah çalışmaları sürüyor, “bitti bitecek” diye haberler çıkıyor basında. 2012 yılında çayın ıslahı ile ilgili çalışmaların Ramazan ayı sonuna kadar tamamlanacağı açıklamasını yapmıştı yetkililer. Oldu 2015, çalışmalar hala sürüyor. Dibine yapılan Ankapark’a, 800 milyon(trilyon) harcandığını söylemişti Belediye Başkanımız Melih Gökçek, ama o bitmek üzere.



Bozoğlu, Eskişehir’deki Porsuk Çayı’nı da örnek göstermiş. Çocukluğumdan hatırlıyorum, pis kokusuyla şehrin ortasından leş gibi akar, Sümerbank Basma Fabrikası’nda ne renk kumaş üretiliyorsa o gün o renge bürünürdü Porsuk. Yılmaz Büyükerşen Belediye Başkanı olduğunda ilk el attığı yer Porsuk Çayı’ydı. Önce altyapı, sonra üstyapıydı öncelik sırası. Onun da Ankara gibi denizi yok ama şimdi bildiğiniz plajı var Eskişehir’in. Porsuk üzerinde tekne gezintileri yapılıyor, Ankara’dan da  binlerce turist gezmeye gidiyor.



Sorun öncelikler sıralaması
Hep söyledik bir kez daha yineleyelim; bu Ankara’nın en önemli sorunu, yatırımlarında öncelikler sıralaması yapmamasıdır. Her  konuda böyle. Bazen ortasından bazen sonundan işlere girişiyoruz ama kimse başından başlamayı göze alacak cesareti ve sabrı göstermiyor başkentte. O zaman da altı kaval üstü şeşhane bir şehir çıkıyor önümüze. Sebzesini, meyvesini, toprağını kirleten, içinden Türkiye’nin en kirli çaylarından birinin aktığı başşehir bir şehir.