31 Ocak 2018 Çarşamba

YÜRÜYECEK MERDİVENLER



30.01.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Metroyu, üst geçitleri kullanmayanın anlayamayacağı, milyonlarca yolcunun, yayanın derdiydi. Sabır taşlarını un ufak etmiş, aklı kilitleyen bir vurdumduymazlık destanıydı başkentin yürüyen merdivenleri. Asansörleri de sık sık eşlik ederdi kendilerine.

3 Temmuz 2010’du ilk ‘Yürü-me’yen Merdivenler’ deyişimiz yürümesi gereken yürüyen merdivenlere. Bir ara ‘bekleten merdiven’, sonra ‘yürütülemeyen merdiven’ derken en sonunda ‘illallah merdiveni’ şeklinde ifade bulmuştu isyanımız. İlk yazıdan beri takan olmayınca zamanla mizah sınırlarımızı zorlar hale gelmiştik bir yürüyen merdivenle ilgili ne kadar yapılabiliyorsa. Ne dağcılığımız ne doğa belgeselciliğimiz ne Mars’a gidilen çağda merdivene güfte yazarlığımız kalmıştı.


Şiir bile yazdık!

Hatta Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ‘Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın’ şiirini güncellemiştik:

Derin metrolarda merdivensiz kaldık

Öyle yıkıldı ki umudumuz

Mars’tan önce yeryüzüne hasret

Umursamazlığın ilk basamağında takatsiz kaldık!



Münir Nurettin Selçuk bu haliyle bestelese, oyun havası mı kantoyla mı hicvederdi acaba?



Eh bunca yıl yaza yaza oluşan birikimi, ‘Bir Delinin Merdiven Günlüğü’ başlıklı bir esere mi dönüştürseydik acaba daha iyi olurdu? Ruh hali o kadar yani; 5 buçuk milyonluk şehirde sözü edilmeyecek şey, yıllara yayılarak edebiyat üretecek kadar zamanımızı almıştı. Tesellimiz, şehircilik tarihine ve kent arşivine bir katkısı olurdu belki, şehir yönetimine olumsuz örnek arayanı olursa hasından bulsun diye.

Ne durması ne tamiratı bitti yıllarca..
Neden yapılamıyordu?

Geçtiğimiz yıl Büyükşehir Belediyesi’nin istek, şikayet ve öneri merkezi Alo 153 Mavi Masa Hattı’na, bin 920 başvuru olmuş yürüyen merdiven ve asansörlerle ilgili. Kendisine bağlı 173 engelli asansörü ve 44 yürüyen merdivenle ilgili 8 ayrı seyyar ekip oluşturmuş Belediye. Her gün şikayetleri değerlendirip, çalışıyorlarmış.



E oluyormuş işte!.. Yaşadığımız, duyduğumuz örnek olayları da anlatıyorduk, özellikle yaşlı ve engellilerin karşılaştığı. Bizi de Alo 153’den ümidi kesen buluyordu zaten. Daha önce ne engel oluyordu acaba yapmaya; tembellik mi kamu hizmetine bakış açısı mı?



Bakın göreceksiniz, bir süre şikayet edilmeyen aksamalar olacak. Şikayet ya da önerilerin, karşılıksız kalmasına alıştırıldı çünkü Ankaralı. Duymaz, dinlemezler, koltuk işgal etti çünkü yıllarca.



İyiye iyi denebiliyormuş

Daha önce de belirtmiştik; hep olumsuz eleştiri yapmak, eleştirenin akıl sağlığı açısından da iyi bir şey değil diye. İnsan güzel şeyleri de paylaşmak istiyor. Ancak bir şehrin altyapısı ve temel hizmetleri sürekli aksarken güzel şeyler söyleyince de bir garip oluyor; ‘dünyadan habersiz arpası bol’ durumuna düşebiliyorsunuz. Sizden, ihtiyaçlarını seslendirmenizi bekliyor vatandaş.



İyisi doğrusu yapılınca, ‘iyi-doğru’ da denebiliyormuş değil mi? Kamu hizmetlerine duyarsız bakış açısı, tembellikle birleşmeyegörsün, Allah korusun bir ülkenin başkentini, bir asır öncesinin bile gerisine götürmeye yetiyormuş şehircilik ve insanlık açısından.

29 Ocak 2018 Pazartesi

CEP DURAK YA DA OTOGARLAR



27.01.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Şehir sakinleri, ‘AŞTİ’de Değil Cepte İnelim’ diye imza kampanyası başlattı. Şehirlerarası otobüslerin indirip bindirebileceği, uzak semtlere yakın cep duraklar ya da otogarlar yapılmasını istiyorlar. Bu isteği ilk dillendirişimiz üzerinden neredeyse 8 yıl geçmiş; 2010’un 22 Mayıs’ı...



Ümitköy’de oturan bir ahbabımızın sözleri üzerine olayın vehametini kavramıştık, “Eskişehir’e Polatlı üzerinden gidiyorum, böyle daha hesaplı oluyor” demişti. Yol ayrımından Polatlı otobüsüne biniyor, orada inip, geçen Eskişehir otobüslerine biniyordu. Sonra merkezden uzak diğer semtleri sormuş soruşturmuş, şikayet etmeyenini görmemiştik.



Bolu kadar zaman

İstanbul’dan yeni taşınmış bir Batıkent sakini olarak, metronun bitiş saatinden sonraya kalınca anlamıştık çekilen eziyeti. Otobüsle İstanbul’un Avrupa yakasından 6, Anadolu yakasından 5 saatte geliyorsunuz Ankara’ya. İster metro ister AŞTİ servisleriyle Sincan-Batıkent sapağından itibaren AŞTİ’den eve gidişiniz, yaklaşık 2 saati buluyor. Yolculuk 7-8 saate çıkıyor yani.

AŞTİ Şehriçi Servisleri, semt merkezlerine uzun güzergahlardan gidiyor
Sincan-Batıkent sapağından AŞTİ’ye en az 20-30 dakika sürüyor şehirlerarası otobüsün gidişi. Metroya binerseniz 45-50 dakika, AŞTİ servisleriyle bekleme durumu, trafiğe göre en az 1 buçuk-2 saat ekleyin Batıkent’e kadar. Oradan da ayrıca bir araca bineceksiniz eve kadar. Ankara’ya geliyor, Bolu’ya gitme süresi kadar zaman da eve gitmeye harcıyorsunuz.



Bir büyükşehir sorunu

Metrosu olmayan çevre semtlerin durumuysa çok daha kötüydü. İstanbul otobüs biletinden fazla parayı taksiye verip AŞTİ’ye ulaşmaya çalışıyor ya da bavullarla otobüslerde, bazen çantaları görünce almayan minibüslerde çile çekiyordunuz. AŞTİ servisleriyle gidecekseniz havaalanına gidiyor gibi saatler önce çıkıyordunuz yolcuyu indirir indirmez beklemeyen servisi yakalamak için.



O 8 yıl önceki ‘Gar Otogar Bizden Bu Kadar’ başlıklı yazımızdan bu yana zaman zaman işlesek de hiç etkisi olmadı Büyükşehir Belediyemiz’in üzerinde. Adı üzerinde ‘büyükşehir’, 5 buçuk milyonu bulmuş nüfusu ancak gündeminde yer bulamıyordu böyle gereksiz bir zaman ve para kaybı. Hayatı kolaylaştıran değil, zorlaştıran belediyecilik zamanları!..



Otobüs firmaları da memnun kalmıştı zaten kendi servislerinin kaldırılmasından; maliyetleri düşürmüşlerdi. Başının çaresine bakmaya bırakılan vatandaş, kendi maliyetleriyle baş başa kalmıştı; zaman kadar parası da gidiyordu artık. Gar için de geçerli bu sorun, tekrarlamaktan olağanlaşan, unutulan bir başka sorununa dönüştü başkentin. Vatandaş, bir kez gündeme getiriyor imza kampanyasıyla.



Firmalar istemiyor

İstanbul Ankara’nın neredeyse 3 katı ama orada, mini medeni otogarlarla çözüldü bu sorun. Bizim tüm çevre semtler, hele ki metro hattı olmayanlar, yola harcıyor zamanını da parasını da. Gitmek ayrı gelmek ayrı sorun oluyor.



Bu semtlerin girişinde otobüslerin indirme-bindirmesine izin verilmediği için AŞTİ’ye gidiyor, bir de aynı yolu geri dönüyorsunuz gayet gereksiz bir zaman ve para kaybıyla. Vatandaştan başka kimseye saçma gelmiyor bu durum. Hatta otobüs işletmecileri, “Ceplere gerek yok” diyor.



Efendiler, tamam firmanız servis koymasın ama indir-bindir yapılabilsin bari. Gece geç indiğimizde Sincan yolcularının hararetli pazarlığına çok denk geldik. Çaresiz AŞTİ’ye gidiyorlar. Çünkü giderse dönemiyor da. Yani efendim bu cep duraklar ya da otogarlar konusuna, AŞTİ gözlüğüyle değil, vatandaşın gözlüğüyle bakmak lazım medeni bir şehirde yaşıyorsak eğer.



Lütfü Yanar’ı kaybettik

Ankara’nın, özellikle Hacettepe’nin simge isimlerinden, son nefesine kadar Hacettepespor ve Ankara takımlarının destekçisi, müthiş arşiviyle bize göre Hacettepe’nin ‘yaşayan ansiklopedisi’ Lütfü Yanar, uzun süredir mücadele ettiği rahatsızlığına yenik düştü. Bize de 19 Aralık 2012’de yaptığımız bilgi dolu söyleşisi yadigar kaldı.



Ankaralılar’ın ‘Ankara beyefendisi’ olarak tanımladığı ve çok sevdiği Lütfü Yanar’a Allah’tan rahmet diliyoruz, nurlar içinde yatırsın. Ailesi, yakınları ve Ankaralılar’ın başı sağolsun.

23 Ocak 2018 Salı

NEOLİBERALİZM Mİ GÖKÇEK’İ GÖKÇEK Mİ ONU KULLANDI?



23.01.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi

Nazik adıyla ‘neoliberalizm’, kaba adıyla ‘vahşi kapitalizm’ diyoruz. Daha da kabalaşırsak ‘altta kalanın canı çıksın sistemi’ demek mümkün. ‘Küreselleşmecilik’le semiren bu siyasi sistem biçimi, gerçekten de bir virüs gibi gelişmiş- gelişmemiş ülke ayırt etmeksizin tüm dünyaya bulaşmış vaziyette.




Parayı bütün insani ilkelerin üzerine koyuyor, ekonomiyi toplumun elinden alıyor, devletleri küçültüyor ve dünyayı, idare iddiasındaki bir nevi derebeylerinin kontrolüne veriyor. Milyarlarca insanı önce yoksullaştırıyor, sonra hiç iyileştirmeyen reçetelerle sözde kurtarmaya çalışıyor, hatta bağ bağışlar gibi sadakalarla bir de ‘iyiliksever’ gösteriyor kendini.



İnsanı ilkelleştiriyor

Her ne kadar 1929’da Amerika’daki büyük ekonomik krizden sonra geliştiği söylense de hazırlık süreci daha gerilere gidiyor aslında. O bunalım, bahanesiydi belki de hazırlanan sisteme geçişin. Neoliberalizmi, binlerce yıl önce uygulanan krallık, derebeylik yönetim biçiminin nazik kavramlara büründürülerek güncellenmiş hali diye tanımlamak mümkündür. ‘Neo’ yani ‘yeni’ denenin içinde, temel uygulamalar açısından değişen pek bir şey yok çünkü.


50 yıl önce yönetimlere hakim olmaya başlayan, son 30 yılda freni boşalan bu siyasi sistem, şimdi yaşamıyla beraber insanı dönüştürüyor, bilgi ve teknolojinin en kolay ulaşılabilir olduğu çağda, onu ilkelleştiriyor. En başa, içgüdüleriyle davranan insana ilerliyoruz gerisin geriye.



Bu da mı insani değil?

Kütüphanelere sığmayan bir siyasi kuramı, hayli eksiğiyle bu kadarcık özetlemiş olalım. İnsanın sürekli gerilim ve geçmişe özlem içinde yaşaması, değersizleşmesi, sermaye ve teknolojinin bu kadar geliştiği bir çağda çok garip. Kargaşanın düzeninden medet umuluyor hala. Bu çağ da mı insani değil yoksa?



Kentleşen kimmiş

Geçtiğimiz 20 Ocak Cumartesi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde 4 oturumdan oluşan bir açık oturumlar dizisi vardı. Konu; ‘Ankara’da Gökçek Dönemi–1994-2017’. Kayıtlar iyi tutulmuş, bir bir sıralandı yanlışlıklar. Şehirciliğe, şehir plancılığına, mimariye aykırı uygulamalar döküldü. Tarihi doku ve mahalle dokusunda yapılan tahribatlar, görsel malzemeler eşliğinde sergilendi. Kıyaslamalar yapıldı, daha bozulduk şikayet ettiğimizi bile kaybetmekten.



Her konuşmacı başka bir pencere açtı, her açılan pencereden şehirli adına karanlık, rant adına günlük güneşlik bir manzara çıktı.

1980’den sonra yerel idarelerin güçlenişi ama bunun olumsuz anlamda gelişmesi anlatıldı örneklerle.

Tüm dünyada moda büyük alışveriş merkezleri, rezidans, site, ofis arasına sıkıştırılmış yeşilden kopuk yaşamların amacı açıklandı.

Şehirlinin geleceğe nasıl borçlandırıldığı, imar hatalarıyla kentliliğin nasıl yok edildiği, kamu idaresi ve ona saygının nasıl bitirildiği, hem örnek hem rakamlarla sıralandı.

Ekmek ve sirk’ idare biçimi olarak tanımlayan da oldu; iş alanı açılacağına yüzbinlerce kişiye yapılan yardımlar ve bir sürü eksiği dururken en son Ankapark’la zirveye ulaşan eğlence yatırımları anımsatılarak.

Sonuçta gördük ki boşa şikayet ediyor, talepler ve önerilerde bulunuyormuşuz, konu bizimle pek ilgili değilmiş; buna ‘sermaye tabakasının kentleşmesi’ deniyormuş!

Onca temel altyapı ve ulaşım sorunu dururken başkentin sırtına maliyetiyle yüklenen Ankapark, ekmek-sirk politikasının zirve ürünü müydü? 2 katrilyonluk maliyeti şehirlinin ödeyeceği..
Zamanımızın fethi

“Aman altyapı.. toplu taşıma.. trafik yaya önceliklidir araba değil.. kentsel dönüşüm mahalleyi bozmasın.. tarihi dokuya dikkat; Hacı Bayram’ın bile semtini tanıyamaz hale getirmek, 2 bin yıllık Bizans duvarını yıkıp yenisini yapmak.. kentliliğin tutkalı kamusal alanları, meydanları kaybetmeyelim.. yahu uzmanları, vatandaşları da dinleyin.. yaşanabilir şehirleri yapan nasıl yapıyor..” diye saçımızı başımızı yolduğumuzla kalıyormuşuz.



Siyasi değerlendirmenin yapıldığı son açık oturumda, tam oturduk oturduğumuzun üzerine. Neoliberalizm denen vahşi kapitalizm, meğer mekanımızı fethetmiş, zamanımızı fethetmeye başlamış. O yüzden bilgiye en kolay ulaşılır teknoloji çağında zaman darlığı çekiyor, yetişemiyormuşuz her şeye. Yetişemez hale getiriliyor, kendi derdimizden burnumuzun dibini göremez oluyormuşuz.

Şehrin başkanı, ödüllü ve yerli mimari eseri İller Bankası'nın yıkılışını kutluyor sabahın 3'ünde
Neoliberalizme göre normal

Geçim derdi, şehirde yaşama mücadelesi verirken kamu idaresini denetleyecek zamanı da takati de kalmıyormuş insanın. Hazreti neoliberalizm de zaten, ‘Ben yaptım oldu-Ben her şeyi yaparım’ zihniyetini seviyormuş idareci olarak. Bize aykırıymış gibi gelen, neoliberalizme normalmiş yani. Yurttaşa fazla gerek olmayan bir sistem velhasıl. Kenti savunanları da ‘arpası bol seçkinler’ olarak yaftaladınız mı işlem tamammış!



Anlatılanlardan yola çıkarak şimdi fevkalade zorlanacağınız kazık soruyu soruyoruz işte: 23 buçuk yıl belediye başkanlığı yapan Melih Gökçek mi neoliberalizmi, neoliberalizm mi Melih Gökçek’i kullanmıştır? Bu çetin sorunun yanıtıyla yapacağımız muhakeme, en kötü ihtimalle yaşadıklarımızı tanımlamaya yarayacaktır.