29 Kasım 2012 Perşembe

YERDEN OLMADI HAVADAN GİDECEĞİZ


27.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


Çeyrek metrosu, yetersiz otobüsleri, minibüsleriyle kente yetmeyen bir toplu ulaşım yapısı var Ankara’nın. Neyse ki metronun kalanı, Ulaştırma Denizcilik ve Habercilik Bakanlığı’na devredildi de 10 yılı aşkın belirsiz bekleyiş  sona erdi. Çalışmalar gözle görülür bir hızla yürüyor, yürüdüğünü gözlerimizle görüyoruz. Bakan Binali Yıldırım,  “Seçimden önce bitecek” dedi, gidişat o yönde.

Ankara’da tramvay
Ankara’da, nedense hiç ‘tramvay’ sözcüğü geçmiyor. Raylı ulaşım, illa yeraltından olmak zorundaymış gibi kendini kasıyor kent. Oysa ‘tramvay’ denen araç, kentin pek çok ilçesinde ve mahallesinde, toplu taşımaya koltuk değneği olabilir, ağır yükü paylaşabilir. Tüm dünyada, etkili ve ucuz, birinci destektir kent ulaşımına. Bazı semtlerin, ana ulaşım aracı bile olabilir. Yolcu, coğrafi yapısı uygun semtlerin merkezine, metro ya da otobüslerle taşınır, oradan tramvaylarla semt içine dağıtılır. Böylece o bölgeden artan otobüs filosu, ihtiyaç olan semtlere kaydırılır, eksik seferler artırılabilir. Ankaralı, kent merkeziyle barışır, hiç görmediği semtleriyle tanışabilir, Ankarası’nı keyifle  yaşabilir.

Teleferiğin parasal maliyeti
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi, Yenimahalle-Şentepe, Siteler-Karapürçek, Kızılay-Dikmen arasında, teleferik hatları yapma kararı almıştı. Ağustos ayında, Kızılay-Dikmen hattı dışındaki hatların, proje ve montaj ihalesi yapıldı. Kızılay-Dikmen hattı, güvenlik kaygılarına takıldığı için bekliyor. Projenin toplam maliyeti, 192 milyon (trilyon) lira. 2013 Büyükşehir bütçesine girdi. 21 Kasım’daki Belediye Meclisi toplantısında, Ankara Kalesi de katıldı teleferik hattına. Ankara, direkler, kablolar ve üzerinde gezinen vagonlarla yeni bir çehreye kavuşmak üzere.

Dünya’da yok
Dünya’da, toplu ulaşımı teleferikle yapmayı hedefleyen ülke yok. Bazı şehirlerde, çok dik ve zorlu güzergahlarda uygulanıyor ama o da yoğun bir toplu taşıma amacıyla değil. Teleferik, kısa mesafelerde, turistik amaçlarla kullanılan bir ulaşım aracı. Kısa bir hat üzerinde, sınırlı sayıda yolcu taşıyabiliyor. Bir otobüs kadar taşıyamadığını biliyoruz. 6 vagonluk bir metro seferi, en az 8 otobüslük yolcu taşır. Sıkışırsak bir otobüs daha sığabilir. 2 vagonluk bir tramvay, en az 2 otobüslük yolcu demektir. Dünya, 150 yıldır kullanıyor kentiçi raylı ulaşımı. Hala da yetiyor. Biz, çeyrek metro, ulaşımda ‘t’si geçmeyen tramvaysız, her çare bitmiş gibi acil uçuşa hazırlanıyoruz. Zengin hayalgücümüz, kent planlamanın önünden gidiyor.

Yapay gerdanlık
Toplam 18 istasyonda, 431 vagonla, saatte 2 bin 400 yolcu taşınacakmış. Kentin yeterince bozulmuş çehresine, yeni bir faça atacağız. Hele Kale’ye yapılması düşünülen hattı, şahsen hiç yakıştıramıyorum. Hacı Bayram’da, Hamamönü’nde yapılan, çok yakında Ankara Kalesi’nde yapılacak tarihi özü ortaya çıkarmaya yönelik düzenlemelerle uyumsuz bir uygulama olur. Teleferik kablolarından yapay bir gerdanlık, tarihi doku üzerinde rüküşlük olur, akar Kale’nin eteklerinden.

Karşıdan bir bakın, düşünün nasıl görünecek. Yeterince bozmadık mı zaten? Geçmişiyle bağları incelmiş başkenti, daha ne kadar tanınmaz hale getireceğiz?

25 Kasım 2012 Pazar

EKSİK İŞİN YARISI


23.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


Yeni yapıldığı halde kırık ya da yarım kalmış kaldırımlarla açılmış ama kapatıldıktan sonra asfaltlanmamış yollarla doldu Ankara gazeteleri. Bir acelesi mi ne varsa artık, ucuna kadar getirip, 1 saatlik ya da 1 günlük işi bırakmış, itfaiye sanki, acilen bir yere yetişmeye çalışmış gibi işi yapanlar. “Az bir şey kaldı onu da mahalleli tamamlayıversin” diye düşünmüşler gibi. Mahallelinin altından kalkamayacağı yarım işleri kime bıraktılar, o nasıl bir kurumsa artık, kendisiyle tanışmıyoruz. Yağmurlar başladı, bol çamur banyosu ve milli sporumuz kaldırım sekseği bizi bekliyor, onu iyi biliyoruz. 

Yarı kaldırım
Batıkent, 20 yılı aşkın bir süre sonra kaldırımla buluştu. Yan kaldırımlar tamamlandı, yol ortasındaki kaldırımlar açıldı. İçinden ince borular kablolar geçti, üzeri toprakla kapatıldı. Çim ekecekler diye beklerken baktık taş döşemeye başladılar. Bir gün, taşları kaldı, çalışanlar kayboldu ortadan. Bir süre sonra taşlar da kayboldu. Yarı döşenmiş orta kaldırımımız oldu. Ankara’da, hala kaldırımı olmayan sokaklar olduğunu öğrenince yarım işe şükretti Batıkent ahalisi. Oysa buraya kadar hızlı ilerlemişti işler.

Şikayetler arttı
Çok çeşitli semtlerden gelen yarım kalmış kaldırım ve yol şikayetleri, son 1 aydır iyice arttı. İnsan ucuna gelip, bitmesine 1 metre kala kaldırımı bırakır gider mi? Mevsimi geçtiği halde yolları kazıp, sonra da olduğu gibi toz, çamur haliyle terk eder mi? Eksik işler, en son bedensel engelli vatandaşımız Nevzat Yavuzer’in, canına mal oldu. Beceriksizlikten çok bir telaş halinden kaynaklanıyor gibi aksaklıklar. Bazı işlere geç kalınmış ta akıllar yeni başa geliyor hali.

Seçime yetişme telaşı
Nedeni belli; yerel seçimler yaklaşıyor. Zamanında yapmak varken seçime kadar bekleme, sonra da eli ayağına dolanma alışkanlığından vazgeçemedik bir türlü. Ancak bu yılki telaş, dikkat çekici. Eksikleri tamamlamaya yetişilemiyor sanki. Merkez ilçeler bitmemişken çevre ilçelere yapılan alt yapı çalışmaları ve muhalif belediyelerin, çekişmenin tadını kaçırması yüzünden olabilir mi acaba? Şimdi bir de kimsenin ne olduğunu tam açıklayamadığı yeni ‘Büyükşehir Belediyesi Kanunu’ çıktı başımıza.

Bu telaş günden güne artar, yolda çamur, kaldırımda seksekle olan yine bize olur. Zamanında yapılmayan işin yarısını da işten sayar, eksik kaldırımı, seçim hediyesi olarak koyarlar önümüze.

21 Kasım 2012 Çarşamba

KARARTMA DİREKLERİ


20.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ankara, zaten iyi aydınlatılmayan bir şehirdi. Şopping Fest’le (Alışveriş Şenliği) Kızılay Meydanı’na düğün avizeleri sallandırılıncaya kadar, kentin en merkezi bile karanlıktı. Kavşak aydınlık, gerisi hala loş. Bu kentin ruhu karanlık değil ama onu yönetenler, ruhunu karartmayı, yıllar yılı görev bildi sanki. Hizmetleri aksatarak günümüzü kararttılar, gelişmelerin gerisinde kalarak içimizi kararttılar, çok aydınlıkmış gibi şimdi de gecemizi karartıyorlar. Sonra da Ankara, ‘kasvetli başkent’ oluyor. Yöneticilerin ruhu nasılsa kente yansıyan da o. Hele o kent başkentse memleketi yönetenler de ortak oluyor kasvetin sorumluluğuna. Böyle bir başkenti kendilerine yakıştırıp, içinde yaşayabiliyor ancak tüm ülkeye aydınlık vaat edebiliyorlar. Büyük fedakarlık!

Karanlıkta kara kalem
Temmuz ayında, ‘Çarpıyor Ama Elektriği Değil’ derken çok uzun zamandır elektrikle ilgili birikmiş şikayetleri özetlemeye, 2023’e karanlık bir başkentle gidilemeyeceğini anlatmaya çalışmıştık. Meğer kara kalemle karanlığa yazmışız; ne yazdığımız görünmüş ne de o günden bugüne, yazılanı aydınlatacak bir ışık. Aydınlanacağına kararıyor 21’inci yüzyılın başkenti.

Kararan bulvarlar mahalleler
Birkaç günde bir geçiyorum Anadolu Bulvarı’ndan. Geceye denk geliyor eve gittiğim için. Birkaç gün önce yine geçtim, neredeyse boydan boya kapkaranlıktı koca bulvar. Yeni genişletildi yol biliyorsunuz. Yol çizgileri hala yok. Karanlık ve yol çizgileri olmayan yolda, önümüzü görmeden zifir içinde yüzdük adeta. Her türlü kaza için çok elverişli, fevkalade bir güzergah olmuş!

Yaklaşık bir ay oldu, İstanbul’dan dönüyordum. Çevre yolundan  Ankara’ya giriyoruz. Otobandan şehir merkezine saparken karardı yol. Karanlık, Batıkent-Sincan sapağına kadar sürdü neredeyse. 20 yıl kullandım bu yolu, ilk kez böyle karanlıkta girdim başkente. Hele otoban kısmının karardığına hiç şahit olmamıştım. Başkente ilk kez gelen birinin, aklından ne geçireceğini düşündüm.

Konya Yolu’nun Oran sapağında, şu aralar yanıyor ama ısrarlı bir karanlık vardı uzun zamandır. En son Bala’dan dönerken Gölbaşı girişinde ve çıkışında, aralıklı karanlıklar içinden geçtik. Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’nda (İstanbul Yolu), en az 30 direklik bir karaltı bölgesini tecrübe fırsatı buldum. Bu yolun da karardığına neredeyse şahit olmamıştım. Mahallemdeyse inatçı direkler var, hala düzenli olarak kararan.

Nafile şikayetler
Abonelerin, koca koca sitelerin şikayetlerine, hergün yenileri ekleniyor. Ankara Valisi bile ülkenin en karanlık şehirlerinden biri olarak tanımlıyor başkenti. Ve bize elektrik hizmeti sağlamakla yükümlü şirket, “Şu bölgede çok tüketim oluyor, belirli saatlerde söndürsek asayiş açısından sorun olur mu?” diye sorabiliyor Emniyet Müdürlüğü’ne. Bazı yerlerde, sormadan söndürüyor galiba.

Ne rahatlık?
Bir kentin girişi, o kentin yönetimiyle ilgili ilk kanaati  oluşturur. Hele geceyse daha belirgin olur kanaat. Bir başkent için olumsuz kanaat, tüm ülkeye ve yönetim tarzına maledilir. “Burayı beceremiyorsa gerisi kim bilir ne haldedir?” diye düşündürür. Birkaç karanlık direk, pek çok olumlu izlenim üzerine çekilmiş çiziğe dönüşür. Basittir ama akılda karanlık ve kasvet kalır.

Karartma direkleri var başkentin. Başkent, daha başı yok. Nasıl bir rahatlıktır efendim aydınlık bir ülke vadeden başkentin direklerini karartmak?

18 Kasım 2012 Pazar

KALE’NİN ÇİLESİ YİNE BİTİRİLEMEDİ


16.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


2 yıldır sürüyor, üçüncü yıla kaldı. “Bu çalışma tarzı ve hızıyla 5’i de görür, 10’u da” diyor Kale sakinleri. Herkes barut fıçısı gibi. Kızgınlığı, alayla şakalara karıştırarak ağlanacak haline gülmeye çalışıyorlar sorulduğunda. Altyapı çalışmaları öyle bir hale getirilip, bırakılmış ki bitmediği gibi bir kışı daha haram edecek cümlesine. Hatta kışa kalmadan, şimdiden ediyor. Sokağından, mahallesinden nefret etmiş, sorumlusuna, iletmem için selam söylüyorlar!

Altyapı çalışmaları durmuştu, son halini görmeye anca fırsat oldu. Nereden çıktığını anlayamadığım, iki kol halinde su akıntısı karşıladı Kale Kapısı’nda bizi. Üstünden atlaya seke yürüdük içeri. Duvarlarda, çatılarda inşaat işçileri, tadilat yapıyor, sokakta, hiçbir güvenlik önlemi almadan harıl harıl çalışıyordu. Anlayamadık; altyapı dururken niye üste geçilmişti?

Tehlikeli, tozlu, önlemsiz işler

Kale Kapısı’ndan girince sağda takıcı Özcan Gümüş var. Sormak için kapısına yöneldim. Çatıyı onaran ve hiçbir önlem almayan çalışkan işçilerimizin yonttuğu tahta parçası, “takk” önüme düştü. Yukarı doğru seslendim “Hoop hemşerim, aşağıda insan evladı var!” İnsan evladına değer veren böyle çalışırmış gibi... Adam tınmadı bile. Savrulan tozlar, hep dükkanların, evlerin içinde.

Tahtadan dersimi aldım, girmedim dükkana. Kafamın sağlamlığından şüphe ettiğim için, çıkarken tepesinde kiremitler seksin istemedim.

Karşıdan, Kale’yi gezmeye getirilmiş bir öğrenci kalabalığı göründü. Yerler çamur, havalar tahtalı, duvarlarda, çatılarda,  kendini tadilata adamış inşaat işçileri arasından geçip, gittiler. Çok şükür sağlimen!.. Bu çocukların, bir daha Kale’ye gelmek isteyeceğini sanmıyorum.

İçeri doğru yürüdüm macera dolu sokaktan. Hala kablolar sarkıyor tepemizde. Bu yılda mı alınamamıştı yeraltına? “Elektriği aldılar, bunlar telefon kablosu” dediler. Doğalgazı  bağlamadan, telefon kablolarını yeraltına almadan üstü kapatılmıştı kanalların. Yine açılacak yani. Ufukta yine toz, toprak, çamur günleri görünüyordu.

Fareli kuralsız, alengirli Kale
6 metrede bir rögar kapağı, esnafın aklını yoruyordu. Bu kapaklardan sonra fareler çıkmaya başlamış. Sabahları çok oluyormuş. Kapakla ilgisini bilmem ama çare diye kedi beslemeye başlamış esnaf, insandan kaçmayan farelere karşı!

Belli saatler arasında Kale içine araç trafiği yasaklanmıştı. Stadyum otoparkı gibi giren çıkan belli değildi o gün. İnşaat çalışmasına malzeme taşıyan araçlar hadi neyse ama gelen geçiyordu sokaklarda.

Kılıfların gözlediği beceriksizlik
Kale Kapısı’ndan 10 metre içeriye, ters yönlere bakan 2 güvenlik kamerası konmuştu. Konmasından 1 ay sonra içleri sökülmüş, götürülmüş. Şahit olduk; kılıfları gözlüyordu güvenliği!

Yine girişte tarihi eser olduğunu herkesin iyi bildiği iki bina yıkılmış, sıfırdan inşaatına başlanmıştı. “Yıllardır evimin bir penceresi var, onu kapıya çeviremedim, burada binayı değiştiriyorlar” serzenişi geliyor. ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma’ adlı bir Kurul var, ondan kaçmaz diye biliyoruz.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi önündeki yolu ve kaldırımları düzenleyen müteahhit “kaçmış” diyorlar. Kaçıncı müteahhit kaçan? Yol ve çevresi, öylece yarım ve harap kalmış. Kale’nin şansı; beceriksiz müteahhitlere denk geliyor.

Yoksa bütün bu beceriksizlikler altından, bilmediğimiz, çok büyük başka bir beceri mi çıkmaya hazırlanıyor?

Fotoğraflar: Şenay Güner (Milliyet Ankara Gazetesi)

15 Kasım 2012 Perşembe

ÇÖKERTİLEN DEĞER: ANKARAGÜCÜ


13.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Hatırlamışsınızdır; ‘Ankaragücü’ diye bir takım vardı bu şehirde. 103’üncü yaşına girmek üzere. Bir kurt dadandı bu kökü derin çınara, 102 yaşında, çürüttü içinden. Eski ‘2’inci Lig’in adı ‘1’inci Lig’ oldu ama marifette ikinciliği değişmedi gözümüzde. Geçen yıl bu lige düşürülen Ankaragücü, yeni sezonda aynı hızla yeni ligin dibine yuvarlandı. 18 takım arasında sondan ikincilikle sonunculuk arasında, dibin tozunu yutuyor. Yetmiyor, dev çınar sahipsiz, herkesin gözü önünde,  çatır çatır devrilmeye devam ediyor.

Unutamıyoruz
“Bir futbol yazman eksikti” diyeceksiniz ama düşünün; ben bile Ankaragücü’nü, üçüncü kez yazmak zorunda kalıyorum. Biraz vicdanı olan kim olsa 4 yıl öncesine kadar ustalar liginde üst sıraları zorlayan bu takımın düşürüldüğü sefalet ve rezilliği, görmezden gelemez. 31 yıldır en üst ligde, istikrarlı bir takım olarak mücadele etmiş ancak maçı, iç burkan sahneler eşliğinde, saha dışında kaybetmişti.

Esnafın, Ankaragüçlüler’in, kamyoneti kulüp kapısına dayayıp, futbolculara yiyecek, içecek taşıdığı acı sahneleri, baklava ikram edilirken gözlerinden yaşlar süzülen futbolcuları, unutmadık, unutamıyoruz. Sıfırın altında 8 dereceyi bulan Sivas ikliminde, maçın ikinci yarısına ıslak formayla çıkmak zorunda kalışlarını, masraflarını, misafir oldukları rakip takımların karşılamasına muhtaç bırakılışlarını, unutamıyoruz. 25 bin lira için masasına, sandalyesine, haciz gelişini de.

Bitmemiş çile
Meğer çekilecek çilesi varmış; düştüğü 1’inci Lig’e, duş alamayan, aç karnına maça çıkmak zorunda kalan gencecik futbolcularla devam edişini anlattılar. Soğuklar da geliyor.  Islak formalarla sıfırların altında, aç karnına, suya para bulamayan takım, neymiş efendim, spor yapacak. Bir “Yuh” çeksem karşıki dağlar yıkılır!

Önce tarihi sonra öneriler
Efkarım, hukukçu, gazeteci, bir ara Ankaragücü’nde yönetici ama son sıfatıyla araştırmacı-yazar Turan Tanyer’i dinlerken depreşti. Ankara Kulübü’nde, 102 yıllık Ankaragücü tarihini, çok güzel özetledi aynı zamanda bir Ankara sevdalısı olan  Tanyer. “Ankara adını adında taşıyan, sadece kentin değil ülkenin spor tarihinde inişleri, çıkışlarıyla bu kadar yer tutan bir takım, çok önemlidir. Üstelik unutuyoruz; futboldan ibaret değildi Ankaragücü. Her alanda ama özellikle güreş, atletizm ve boks dallarında, çok etkili sporcular yetiştirmiş bir spor kulübüydü. Hepsi kapandı, futbol kaldı, o da ne hale geldi” diye bitirdi sözlerini.

Güçlüyken de yıkılırken de Ankaragücü’nü yalnız bırakmayan birkaç eski yönetici dışında, yeni yönetimden ya da yakın dönemden kimse yoktu salonda. Sorunca fark etti herkes. Renkli tarihi bitince kendi arasında, düştüğü duruma çareler aradı konuklar. 3 ortak noktada birleşti çözüm önerileri:

1- Takımın, hukuki ve mali durumu, biran önce netleşmeliydi. Netleşmeli ki yönetim ya da yönetime aday olmayı düşünenler, ne yapacağını, ne kadar para harcanacağını bilsin. Borcu, belli bile değildi hala.
2- Futbol Federasyonu, transfer yasağını kaldırmalıydı. Gençler iyi mücadele ediyor ama 3 hayati noktaya alınacak oyuncuyla ömrü uzatılabilir, hatta yeniden bir üst ligin kapısını zorlayabilirdi takım.
3- 1’inci Lig’de, eğer durumunda düzelme olmazsa en az 2 yıl direnecek önlemler alınmalıydı.

Alınmazsa?

Ankara, bir markasını, sporcular ve gençler bir kulübünü, Ankaralılarsa etrafında toplandığı bir değerini kaybedecekti. Mahalle takımı bile çıkmazdı bu gidişten. Kime söylüyorlardı? Bunları önemseyen, Ankara’nın Gücü’nü, zaten bu hale getirir miydi?

10 Kasım 2012 Cumartesi

İYİ ŞEYLER OLUYOR ATAM


09.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


Yine 10 Kasım geldi, bu yılki raporumu arz ediyorum Atam:


2 yıldır iyisi az, karamsarlığı bol gelişmelerle doluydu raporlarım. Bu yıl öyle değil Atam. Ankara için kırılmayan ümidimizi, daha da yeşertecek bir yılı geride bıraktık. Doğanın en güzel solduğu Ankara sonbaharında, bu kez daha iyimser bir rapor hazırladım size.

Atam,
Bu yıla, öncelikle Ankara ulaşımındaki gelişmeler damgasını vurdu. Eskişehir’den sonra Konya’ya ulaştı Yüksek Hızlı Tren seferleri. Günde 17 bin kişi bu hatlardan gidip, gelmeye, her geçen gün yolcu sayısı artmaya başladı. 2 yıl önce 10’da biriydi. İstanbul, İzmir ve Sivas’a, hızla ulaşmamız çok yakın. Bitmeyen metro inşaatı, Ulaştırma Denizcilik ve Habercilik Bakanlığı’na devredildi. Çalışmaların hızla ilerlediğine, gözlerimle şahidim. Havayolunda, dünyanın ve ülkenin değişik yerlerine doğrudan uçuşlarla kısa sürede 8 milyon 700 binleri buldu yolcu sayısı. Şu an metro hatlarının bitmesini, demiryolu yük taşımacılığının, Ankara’nın gündemine girmesini bekliyoruz.

Atam,
Ankara Kalesi, arzuladığımız hızla olmasa da altyapısına kavuşuyor. Bu yıl da tamamlanamadı ancak eteklerindeki Hacı Bayram, Güvercin Sokak, Hamamönü’nden sonra Hamamarkası’nda yürüyen yeniden düzenleme çalışmaları, tam gaz devam ediyor. Şikayeti çok Kale’ye geliyor galiba sıra. Ayrıca çok büyük bir ‘Medeniyetler Müzesi’ hazırlığı var. Bir sonraki raporumu, kongre, fuar, sağlık turizmciliğindeki gelişmeleri de ekleyerek vereceğim inşallah.

Atam,
Ankara’nın en iç açıcı gelişmelerine, sanayiciler imza atıyor. Üniversiteler ve kentin teknoparklarıyla işbirliğine başladılar. Açılan proje pazarlarında, buluşları değerlendiriyorlar. Savunma, sağlık, ulaşım sektörlerine, yerli üretim yapma iddiasıyla araştırma-geliştirme yatırımlarına giriştiler. Öncü olacak çok projenin üstesinden gelecekler, buna tüm kalbimle inanıyorum. Yeter ki baş belaları altyapı sorunları çözülsün. İhtiyacı karşılamayan meslek okullarına el attılar, gençlere dokundular çok şükür. Ankara Sanayi Odası, güncel müfredatıyla ihtiyaca yönelik usta yetiştiren ilk meslek okulunu açtı. Okulların artması, varolanların derhal güncellenmesi, Ankara için acil ihtiyaç. Dev projelerin, başka türlü altından kalkılamaz çünkü.

Atam,
Önümüzdeki yıl yerel seçimler var. Muhalif belediyelerin, sert çekişmesine maruz kalıyoruz. Belki de son 20 yılda, bu yüzden çok kaybetti Ankara. Bıktık artık, bir günü bile kaybetmek istemiyoruz. Yeni seçimlerin, hizmetsizlik değil, hizmet  yarışıyla sonuçlanmasını umuyoruz. ‘Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ geldi ülke gündemine. Gelir gelmez çok tartışma yarattı. Yararını, zararını, ayırt edemedik hala. Raporumu yazarken tartışması sürüyordu.

Atam,
Bu yılın tatsız, anlatmakta en çok zorlanacağım konusu, mirasınız, Atatürk Orman Çiftliği’yle ilgili gelişmeler. 60 yıldır tırtıklanarak küçülen Çiftliğe, bu yıl otoban genişliğinde yollar girdi önce. Sonra dünyanın, halka uzak, en büyük Başbakanlık binalarından birinin inşaatı başladı. Arkasına Hayvanat Bahçesi’nin, 7 kat büyüme projesi geldi. Bir de camii tartışması katıldı, mum diktik hepsinin üzerine. Emanetinize, sahip çıkamıyoruz. Devasa hukuk sistemimiz, emanetinizin ince kıyım, kaba dilim parçalanmasını engelleyemiyor. Açıklamasını yapmaya yüzümüz yok, bu yıl bir şeyler oluyor Çiftliğiniz’de.

Atam,
Bağrında yattığınız Ankara, bir dünya başkenti olma yolunda. Ancak bir yanda sizin hedeflerinize yakışır yürüyüşüne kalkmışken diğer yandan vasiyetinize bile sahip çıkamayan bir kararsızlığı var. Ölçüsüz davranışlarını, daha sonraki raporlarımda, mantıklı gerekçelerle açıklayabilmeyi ümit ediyorum.

Sizi minnet ve rahmetle anıyoruz, huzur içinde uyuyunuz Atam.

7 Kasım 2012 Çarşamba

ANKARA AKMAK İÇİN SABIRSIZ

06.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


Bıkmadan yineliyor, atılan her adımı izliyor, çabaları destekliyor, olunca da hakkını veriyoruz. Ulaşım damarları yarım yüzyıldan fazla ihmal edilmiş bir kent, hatta başkentte yaşıyoruz. Bugüne kadar ülkeye ve dünyaya, dar kılcal damarlardan akmak zorunda bırakılmış bir başkentte. Yaşama atardamarlardan bağlanacağına, kılcal damarlarda hızı kesilmiş bir başkentte. Hızı kesilmiş başkent, gönlünce akamıyor, ülkenin de hızını kesiyor.

Açıldıkça yaşam akan damarlar
Eskişehir’le Konya’ya açılan Yüksek Hızlı Tren seferleri başlayınca bir kez daha anladık durumun ciddiyetini. Günde bin kişilik yolcu sayısı, 8 binlere, 17 binlere ulaşınca anladık neredeyse kanımızın akmadığını. Esenboğa’dan, ülke içine ve dışına, doğrudan uçuşlar eklenip, yolcu sayısı hızla katlanınca anladık; yurtdışı 1 buçuk milyon, yurt içinde 7 milyon 200 binlere ulaştı sayıları. Ulaşım damarı genişledikçe yaşam akmaya başladı içinden. Kent içindeyse Metro ve Ankaray  hatları yeni merkezlere ilerlemedi, o merkezlere giden damarları, otomobil kalabalığı tıkadı.

Ankara’da, başkentte, her türlü ulaşım ağı dibine kadar açılmalı ama bir tanesi daha fazla gecikmeden daha erken açılmalıdır; demiryolları. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kızılcahamam’da yapılan Ak Parti 19’uncu İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda, Ankara’yla ilgili projelere değindi. En çok yeri hızlı tren hatlarına ayırdı. İstanbul,  İzmir ve Sivas tren hatlarındaki çalışmalara, geniş yer verdi.  Daha önce bu hatların, Adana, Mersin, Antalya, Samsun, Kayseri, Malatya, Gaziantep, Van, Diyarbakır gibi liman ve merkez kentlerine ulaşması ümidimizi anımsayabilirsiniz. Başbakan’ın açıklamaları, demiryollarıyla ilgili çok önemli bir konuyu gündeme getirmek için fırsat olabilir.

Pahalı demiryolu taşımacılığı
Ankara, ülkenin en etkin teknoparkları ve üniversiteleriyle işbirliği içinde, uluslararası büyük yatırımlara ev sahipliği hazırlığında, ağır ama kararlı adımlarla güçlü bir sanayi kenti olma yolunda ilerliyor. Bir kentte sanayi olabilmesi için deniz, hava, kara ve demiryolu olanaklarından üçü yeterli. Sadece deniz yok, liman kenti değil Ankara. Diğerleri var. Bunların içindeyse ürettiğinizi ulaştırabileceğiniz en ucuz taşımacılık yöntemi demiryolu. Maalesef Türkiye’de demiryolu taşımacılığı, hala karayolu taşımacılığından pahalı.

Örneğin:

Ankara’ya 20 dakikalık Malıköy Tren İstasyonu, ASO 2 ve 3 ile  Anadolu ve Başkent Organize Sanayi Bölgeleri’nin tam  ortasında kalır. Hepsine en fazla 1 dakikalık uzaklıktadır istasyon. Ancak demiryolu taşımacılığı pahalı olduğu için TIR’lar doldurur Malıköy’ün köy sokaklarını. Ürettiğini daha ucuza taşıyamayan bu organize sanayi bölgelerinin çoğu fabrika parseli, boştur. Tren istasyonunun 1 dakika dibinde, malını ucuza taşıyamayan sanayiciler çırpınır.

En birinci sorun
2023 yılına kadar 10 bin kilometre yolcu, 4 bin kilometre yük taşımaya yönelik demiryolu inşaatı planlanıyor Türkiye’de. Ülkenin kalbinin düzenli atabilmesi için başkent Ankara’nın, ikisine de aynı anda çok ihtiyacı var. Kılcal damarları, atardamara genişletmesi gerekiyor. Öyle bir bilgi, işgücü ve yatırım olanaklarına sahip çünkü.

Önce, ilk, en birinci sorunu, ulaşımdır Ankara’nın. Yarım yüzyıl sonra kendi içine, ülkeye ve dünyaya kolayca akabilmek için dolu, taşmak için sabırsızdır başkent.

3 Kasım 2012 Cumartesi

AOÇ’TA FAALİYET BİTMEZ!


02.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi



Reklam sloganı olarak öneriyorum bu başlığı. Altına da küçük harflerle “Atatürk Orman Çiftliği biter, biz bitmeyiz” yazılır. Çalışkanlığın, işbitiriciliğin simgesi olur ‘AOÇ’. Bu üç harfi görünce anlarız ki iş bitmiş. Uzun uzun anlatmaya gerek kalmaz, “O işi AOÇladık” denince anlarız, “Hımm, kapsamlı ve çetin bir faaliyet sonuçlanmış!”

İçinden geçen otobanlardı, kesilen ağaçlardı, akıbeti belirsiz bitki müzesiydi, yeni Başbakanlık binasıydı, otoparktı, camiydi derken Büyükşehir Belediye Meclisimiz’den yeni bir karar çıktı; 30 hektarlık Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi, 7 kat genişletilerek 213 hektara çıkarılacak. 183 hektar daha yapılaşmaya açılacak yani. Zürafalar, çift kale maç yapacaksa ihtiyaç tabii!

Hafif tokmağın ağır darbesi
Bu aralar adı her geçtiğinde yürek hoplatıyor. Doğasını bozacak her şey, kafaya tahta tokmak darbesi gibi iniyor. Tahta tokmak hafiftir ama kafaya inince tahribatı hissedilir. Tasın içindeki beyne de zarar verir. Çiftlik üzerindeki planların, hafif gerekçeleri ama ağır sonuçları gibi.

Büyüklerimiz, “Vurma kafasına, aptal olur” derdi. Ardı ardına tokmak darbeleri, sersemletiyor aptallıktan önce. Birinin acısı bitmeden diğeri başlıyor, muhakeme yeteneğimiz buğulanmadan son “Niye?” çığlıklarımızı atıyoruz. Biz atıyoruz, hukuklar sessiz, Meclis, sağır-dilsiz.

CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, Atatürk Orman Çiftliği için bir  Meclis Araştırma Önergesi verdi. Çiftliğin kısa tarihini ve kayıplarını anlattı ve Atatürk’ün, kendi rızasıyla devlete bağışladığı arazinin bugüne kadar hibe dışı (amaç dışı da diyebiliriz) kullanım tespitini ve bundan sonra alınacak sağlıklı düzenlemelerin, Meclis tarafından belirlenmesini istedi. Çiftlik ürünlerini severek tüketen vekillerimizin elleri, kalktı, indi, önerge reddedildi. “Çiftliğin keçi sütü, bir başka!”

Geçkin çılgınlık
Ankara için açıklanan ‘Çılgın Projeler’ içinde en ısınamadıklarımdan biri ‘Dev Hayvanat Bahçesi’ projesiydi. Siyasi parti olsam bin kez düşünsem aklıma gelmeyecek proje.  Dünya, 50-60 yıl önce keşfetmiş büyük hayvanat bahçeleri kurmuştu. Ancak Amerika’dan Avrupa’ya, okuduğumuz haberlerde, işin değiştiğini görüyorduk; küçülmeye çalışıyor, bazı hayvanları, hibe olarak başka hayvanat bahçelerine verip, kurtulmaya çalışıyorlardı. Demek ki hayvanat turizmi, aklı evvel tüccar ülkelere bile eski faydasını sağlamıyor, ölmeyen  ama çapı küçülen bir turizm alanına dönüşüyordu.

30 hektardan 213 hektara genişleyecekmiş. 183 hektar yani 7 katı daha büyüyecek. 1 hektar 10 bin metrekare ya da 10 dönüm. 183 hektar, 1830 dönüm, 1 milyon 830 bin metrekare. Devreler yanmasın, kısaca, çok büyük bir alan; zürafa futbol sahası!

Çiftliği halktan alan kim?
Büyükşehir Belediye Meclisi’nde konu görüşülürken “Biz buranın halka açılmasını, hizmetin ona gitmesini istiyoruz” demiş  Melih Gökçek. Gözünden kaçmış olmalı Melih beyin; Çiftlik, zaten halkın, ona bağışlanmış ve sonuna kadar açık olmalıdır zaten. Haziran 1937’den beri, kim onu halktan almıştır?

Marmara ve Karadeniz havuzlarını, kim kapatmıştır? İçinde gezmekten yorulup, olsaydı kır kahvelerinde soluklanmasını, ağaç gölgeli mesirelerinde ailecek kır gezilerini kim engellemiştir? Çocuklar yan bahçede, Ankara vişnesi, armudu, üzümü, elması, ahlatı, kavunu, buğdayı, balı, keçisi, tavşanıyla 1937’den beri niye tanışamamış, kendi kentine yabancılaşmıştır? Amacına, niye bir türlü ulaşamamıştır Çiftlik? Halka kendi Çiftliği’ni, kapatan kimdir?

Son zaman çok çılgın, her şeyde dünyanın en büyüklerini yapma gayretinde Ankara. Hukuku çiğneyip, dünyanın en büyük Rant Orman Çiftliği’ni yapmaya uğraşıyor da en büyük Atatürk Orman Çiftliği’ni yapmak aklının ucundan geçmiyor. Zihin tam buğulanmadan sorarken araya reklamlar giriyor: AOÇ’ta Faaliyet Bitmez!