28 Ocak 2012 Cumartesi

DÖNÜŞÜM TAM OLSUN


27.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

En sık duyduğumuz kavramlardan biri oldu ‘kentsel dönüşüm’. Dönüşsün de dönüşe dönüşe gecekondular, yüksek binalı sitelere dönüşmesin sadece. Dönüşen kentin ihtiyaçlarını karşılayacak altyapı, ekonomik ve kültürel etkinlikler de dönüşsün. Hep aynı koluyla ağırlık kaldırarak spor yapan adam gibi, o koldan gerisi eciş bücüş bir vücuda sahip olmayalım.

Tufan geliyor kümelenin
Ankara’nın, hatta Türkiye’nin geleceğinden bahsediyoruz. Çok uzak değil, yakındır gelmesi. Dünya’nın beklediği ekonomik kriz kapıda, tıklatmaya başladı bile. Kötü havaya benzetmiştim, beteri yoldaymış meğer; Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç’e göre “Tufan geliyor”. Teknoloji tufanı. Güvenç, sanayi üretiminde nanoteknoloji dönemine girildiğini, bu durumun dünya için adeta bir ‘teknoloji tufanı’ olduğunu söylemiş. Küçük ve orta ölçekli işletmeleri uyarmış “Kümelenin” diye.

Güvenç hoca, bu tufanın, 18 yaş altı çıraklarla geçiştirilecek bir afet olmadığını söylüyor. Dışarıya olan bağımlılığımızı azaltmak, dahası ürünlerimizi dışarıya satacak duruma geçmek istiyorsak derhal önlem almalıyız. Üniversitelerle organize sanayi bölgeleri, içli dışlı olmalı. “Ortak satın alın, maliyetleri aşağı çekin, ortak petrol alın, hangi ürünü beraber üretebilirsiniz onu tartışıp, üretin. Buna göre hızlıca bir araya gelip, kümelenin” demiş küçük ve orta ölçekli işletmecilere.

Çok şirket kapanacak
Yeni teknoloji dünyayı kaplamaya başladığı zaman borsada kayıtlı şirketlerin en az yüzde 99’unun, Amerikan borsasındaki şirketlerin en az yüzde 80’inin kapanması bekleniyor. Soğuk terler boşaldı sırtımdan! Arazi, emlak ve tüketim rantına odaklanmış yatırımcıların dikkatine; uyanma zamanı rant uykusundan.

Tufana uyum için
Ankara’da, savunma ana sanayi firmalarından TUSAŞ, Havacılık ve Uzay Sanayi(TAI), yan sanayi olarak kendisine üretim yapan OSTİM Savunma ve Havacılık Kümelenmesi’ne, gelecek planlarını, yeni beklentilerini anlattı. Aralarındaki alışveriş, yüzde 38’ler gibi düşük bir seviyede. İzmir, Bursa, Eskişehir, oralardan uzanabiliyorsa Ankara’daki bu pazara, yeni teknoloji ve oluşumlara uyum gereği bir kez daha kaçınılmaz. Organize sanayi bölgelerimizin en önemli başarısı ‘kümelenme’, yeni boyutuyla değerlendirilmeli.

Savunma, havacılık ve ulaştırma sanayisi, Ankara sanayisinin yeni lokomotifleri olmaya aday. Sanayinin her türlü altyapı ihtiyacı, biran önce tamamlanmalı. Küçük işletmecilere yol göstermeli, çocuklarımızı eğitmeliyiz. Ankara Ticaret Odası Başkanı Salih Bezci, bundan sonra normal okullar yerine mesleki eğitim okulları yaptıracaklarını söyledi birkaç gün önce. Tufanı duyunca, artık meslek okullarının, gelecek için normal okullardan çok daha önemli olduğuna iyice inanıyorum. Bir de üniversitelerin, kesinlikle sanayiyle iç içe olmalarına.

Son olarak Şubat ayında, Polatlı’da, Ortadoğu’nun en büyük cam fabrikası inşaatı başlıyor. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in ısrarlı takibi, bu yatırımı Polatlı’ya kazandırmak üzere. Eksiği ne? Altyapı. Giderilmeyi bekliyor.

Tam dönüşüm
Kentsel Dönüşüm’ tamam da bir bütün olarak dönüşmeli. Bir tufan öncesindeysek tek kolu pazulu adamla çıkamayız bu tufandan. Ankara’nın tam bir dönüşüme ihtiyacı var. Tufana kalmadan öncelikleri doğru sıralamalı, yatırımları ve destekleri, doğru adreslere yönlendirmeliyiz. Hiç öyle ağırdan almaya, kişilerin keyfine bırakılmaya uygun değil hava durumu.

24 Ocak 2012 Salı

ANKARAGÜCÜ


24.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Başkalarına yeteceğine kendine gücü yeten takım. 102 yıllık tarihi, çekişmeler, ligden atılmalar ve yine lige geri dönmeye çalışmalarla dolu. Futbol kurum ve yöneticileriyle olmasa kendi aralarında didişmesi bitmemiş. Futbol, büyük paraların döndüğü, yöneticilerine güç kazandıran bir iş değilken de didişiyormuş Ankaragüçlüler. Ancak hiçbiri, geçen haftaki kadar acıklı bir durum doğurmamış. Bilmeyenin bile ilgisiz kalamayacağı görüntülerdi. Benim gibi…

Erzak yardımı
İki kamyon, Ankaragücü’nün Beştepe tesislerine dayanmış. İçi erzak dolu; pirinç torbaları, patates çuvalları, portakal sandıkları, pazar torbaları içinde soğanlar, su kolileri.  Taraftarların topladığı yardımlar bu iki kamyon erzak.  Antrenmandan sonra da baklava ikram etmişler takıma. Kötü olduğunu biliyorduk ama bu kadarını, Türk futbol tarihi de ilk kez görüyordu herhalde. Özellikle çok büyük paraların döndüğü bir dönemde, mahalle takımında olmayacak sefillik resmiydi.

Soğukta ıslak forma
Pazar günkü Gençlerbirliği maçında, yine sahneye çıktı Ankaragüçlü taraftarlar. Sıfırın altında seyreden hava  sıcaklığına karşın, üstlerini çıkardılar. Sivasspor maçında, Sivas soğuğunda, ikinci yarıya ıslak formalarıyla çıkan Ankaragücü’ne, bir de böyle destek veriyorlardı. Oynatacak futbolcu bulamadığı günlerde futbolcu verdiği Gençlerbirliği, 1-0 yendi Ankaragücü’nü.

30 yıldır düşmedi
3 Haziran 1981’de Türkiye Kupası’nı, 4 gün sonra Devlet Başkanlığı Kupası’nı kazandı Ankaragücü. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin lideri Kenan Evren, Birinci Lig’e çıkmasını çok istiyordu. Galibiyetleri fırsat bilip, kanun düzenlendi ve Birinci Lig’e çıkarıldı takım. ‘Paşalar Takımı’ diye çıktı adı. Oysa Sakaryaspor’un ardından ikinci olarak zaten çıkıyordu o sezon. Eski İmalat-I Harbiye, daha sonra Makine Kimya Endüstrisi olan adıyla hep bir işçi takımıydı halbuki. Bugün de olduğu gibi. “Bunlar yine didişir, Birinci Lig’e  çıkacakken de çıkamaz” diye mi düşündü acaba Evren?

O günden bu yana, 30 yıldır Birinci Lig’de Ankaralı sarı-lacivert. 3 yıldır süren iktidar kavgası, işçi çocuklarının harçlıklarına, suya, soğana, patatese muhtaç hale getirdi takımı. 31’inci yılına, acizlikler içinde tepetakla, bir alt ligde açacak galiba gözünü.

Eski alışkanlık nüksediyor
Sahada beceremeyip, yenilmek, küme düşmek anlaşılabilir bir şey. Ne var ki takımını, sahaya çıkmadan kulüp koridorlarında telef edecek yönetim biçimini, dönüp dönüp yeniden kurmayı anlamak zor. Bunca yıldır yol alamamış sanki, İmalat-ı Harbiye günlerinden beter kulüp. Eski alışkanlığı nüksediyor. Ne dersalmazlık ne rahatlık!

Gazetemiz spor yazarlarından Ayşe Yeşin, “Cenazeyi mi bekliyorsunuz?” diye sormuştu. Öyle bir rahatlık ki cenazesi çıksa musalla taşında terk edip, bırakılacağından korkuyor insan!

22 Ocak 2012 Pazar

KAPAK OLDU


20.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Uzmanı, “Ya sabır tükenir yahut da para” demiş, pes etmişti. “İşte istediğim yer böyle olmalıdır. Ankara'nın kenarında hem batak, hem çorak hem de fena bir yer. Burayı biz ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecektir?” demişti Atatürk. Yıl 1925. Vermiş parasını, almış araziyi. Pes eden yabancı uzmanın aksine ıslah etmiş, 1937’de, Atatürk Orman Çiftliği mucizesini, hazineye bağışlamıştı. Kişisel çıkar gözetmeyen, kolay anlaşılır üç koşulla;
1-  Çiftlik toprakları kamu mülküdür,
2-  Hazinece, ‘örnek bir tarım işletmesi’ olarak işletilmelidir,
3-  Ayrıca Ankara halkının dinlenmesine tahsis edilmedir.

Vasiyet, hukuk, yeşil
52 bin dönümlük Çiftlik, 1946’yılından bu yana küçüle küçüle 30 bin dönümlere düştü. Önceleri tarımsal üretim amaçlı işletme ya da faaliyetlere verilen araziler, milli sporumuz bovlinge yer verilecek kadar sulandırıldı. Hayalet otel inşaatıyla süslü silüetini de unutmayalım. Çok karlı, işlevsel bir araziye dönüşmüştü bataklık. Kopardıkça bir dilim daha koparası geliyordu insanın. Vasiyet, hukuk, yeşil falan dinleyen yok, tutanın elinde, her anlamda çiftliğe dönüşüyordu. “Cebinden mi çıktı parası, sana ne”cilere, bir Ankaralılar korosu da eşlik ediyordu. Ben değilim ama onlar Ankaralı’ydı.

TOKİ’li gelişmeler
8 Ağustos 2011’de çıkan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname, önce Gazi Yerleşkesi’ni gündeme getirdi. 10 güne kalmadan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Gazi Yerleşkesi’nin, 1’inci Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı derecesini 3’e düşürdü. Yerleşke, Orman Genel Müdürlüğü arazisinde ama Çiftlik’le iç içe, yeşillik ve bitkibilimiyle ilgili uygulama alanıydı. Sonuçta ayrı da olsa yeşil ve tarımla ilgiliydi bitişik araziler. Çok alakalı kurum, TOKİ’ye devrinden sözediliyordu!

TOKİ’den ya da ilgili kurumlardan yapılan açıklama, Yerleşke’nin yıkılıp, yeniden yapılacağı yönündeydi. Depreme dayanıksız olduğu falan da söylendi. Aynı tarihlerde 35 metre genişliğindeki ‘Çiftlik Bulvarı’ gündeme gelmişti. Ankara basını, birkaç ay içindeki gelişmeleri anlamaya çalışıyordu. 80 yaşındaki Çiflik’te, bir hareket vardı.

Son dakika kapağı
10 gün önce TOKİ’nin, yıkılacak Gazi Yerleşkesi’nin yerine yeni Başbakanlık Yerleşkesi yapacağı haberi geldi. Bir kısmı Atatürk Orman Çiftliği’ne yayılacak 150 dönümlük yerleşke için Orman Genel Müdürlüğü ile anlaşma tutanağı imzalanmıştı. Şu an ilk kazma vurulmuş olabilir.

İşte bu haber, benim gibi tencere ağızlılara kapak oldu. Son dakikada oldu da kapanmadan aralıktan sorayım: Ankara’da yer mi yoktu da o araziye yapılıyor Başbakanlık? Yoksa eğer, bunun en baştan açıkça söylenmesini engelleyecek ne vardı ki karmaşık gizemlere büründü iş?

Kapatıyorum kapağı!

17 Ocak 2012 Salı

YIKILDI BE ANNEM!


17.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

İlk 1979’da, okul gezisiyle gitmiştim Kıbrıs’a. Orta son falandı. İlk andan sevmiştim Kıbrıs’ı. Girne’de kalmıştık. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, birkaç ay önce bitmiş gibiydi. Küçükkaymaklı’da, Kolej Binası diye anımsadığım yerdeki savaş izleri, çok tazeydi. Çocuk aklımda, anlatılanlar değil, sadece mermi izleri kalmıştı. Bir de Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan'ın, eşi ve 3 çocuğunun daracık bir banyoda kıstırılıp, katledildiği küveti unutamamıştım. “Banyodan bir kapı olsa belki kaçabilirlerdi” diye çareler düşünmüştüm çocuk aklımla. Girne, Aziz Hilaryon Kalesi, Makarios’un evi, Yeşil Hat, Maraş Kumsalı, Namık Kemal Zindanı, Apostolos Andreas Manastırı, Güzelyurt, Lefke derken baştan aşağı gezmiştik Kuzey Kıbrıs’ı. Turistik, eğlenceli geziydi aslında. Küveti bile unutmuştum.

Tam 10 yıl sonra 1989’da, Mehmet Ali Birand’ın yapımcılığında TRT’ye yaptığımız ‘Kıbrıs Belgeseli’ için, tekrar buluştuk Kıbrıs’la. 23 yaşında, daha bilinçli ama yüksek siyasete birikimi yetmeyecek bir yapım yardımcısıydım bu kez. Belgeseli yaptıkça Kıbrıs’ı öğreniyordum. Dünyanın birkaç gündeminden biri Kıbrıs, güncelliğini yitirmeyen, efsane liderden biri de Rauf Denktaş’tı.

Söyleşi günü geldi, Cumhurbaşkanlığı kapısından girdik. Hemen söyleşi yapacağımız odaya kameralarımızı kurduk, hazırlığımızı bitirdik, beklemeye başladık. Basın Müşaviri’nin odasında beklerken sıkıldım, salona çıktım. Pencereden dışarı, bahçeye bakarken merdivenlerden inen adımları duydum. İri kalıbıyla  Denktaş’tı inen. “Geldiniz mi?” deyişindeki rahatlık, bana da bulaştı. İlk karşılaşmıyor, 23 yıldır tanışıyorduk sanki. “Kameraları kurduk, tozlandı bile efendim” dedim. Sonra da dilimi soksun diye kendi arzumla eşek arıları aramıştım!

Hoş beş derken söyleşi başladı. “Birlemiş Milletler bilmem kaçıncı kararı, Akritas Planı, Enosis, garantörlük, Londra, Zürih Antlaşmaları” diye çoğunu anlayamadığım bir sürü konu. Belgeseli yaparken öğrenecektim hepsini. Uzun söyleşinin birinci kısmı bitti. Öğle yemeğini beraber yiyecektik. O arada “Gelin size kuşlarımı göstereyim” dedi. Bir kafes, 2 kuş bekliyordum. Arka bahçeye çıktık, içinde Denktaş’ın bile rahatlıkla dolaştığı koca bir kafese geldik. Türlü kuşlar uçuşuyor içeride. Girdi içeri, tek tek isimleriyle seslendiği kuşlarla muhabbete başladı. Omzuna, kafasına, koluna konuyorlardı. Bakakaldık. “Bu, çok çaçarondur, kıskanır beni. Bu, narindir, inmez omzumdan. Bu, birkaç gündür rahatsız.” Atıyla panteriyle övünen lider görmüş, duymuştum ama ne bileyim, geçmedi şaşkınlığım. İtiraf edeyim; “Kuşların sevdiği, kuşları seven biri, nasıl devlet başkanı olabilir?” diye geçti cahil aklımdan. Dünyaya çalım atarken bir de kuşlara mı zaman ayırıyormuş!

Sonra 2 kez daha gittik Kıbrıs’a, yanına. Sonuncusu 1998 yılındaydı. Yön değiştiren rüzgara kırgınlık ifadesi, söyleşiden önce laflarken geldi: “Lağım akan derelerdeki suyu kaynatıp, içmeye mahkum olduğumuz günler ne çabuk unutuldu!” Rakiplerini bilmem ama benim duyduğum en ağır serzenişiydi Denktaş’ın. 9 yıl öncesine göre dünya ve Türkiye mengenesinde, daha da kıstırıldığını anlayabiliyordum Kıbrıs’ın. Denktaş’tan başka da dayanabilen yoktu bu mengeneye. Kızgınlığını yadırgamış, olmadan anlayamamıştım gelen günleri.

Dünya’yla beraber, Kıbrıs Sorunu’nun tek engeli gibi gösteriyorduk artık Denktaş’ı. 2004 yılındaki Annan Planı için yapılan halk oylamasına kadar hırpaladık kendisini. Rumlar yüzde 76’yla ‘Hayır’, Kuzey Kıbrıslılar yüzde 65’le ‘Evet’ deyince 40 yıllık perde indi, engel göründü; meğer Rumlarmış diredikleri ayağı Denktaş’a yakıştıran!

Güneş kavurdukça gölgesinin kıymeti anlaşılacak koca çınar  devlet adamı Rauf Denktaş... 'Yes be annem', yıkıldı sonunda! Dünya'ya dayandı, biz yıktık.




Not: 'Yes be annem' Türk tarafında, Annan Planı'nı kabul edelim diyen, Denktaş karşıtlarının sloganıydı.

14 Ocak 2012 Cumartesi

ŞU YOLDA YÜRÜYELİM ARTIK


13.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Fark etmeyenler olabilir. Fark edip, eski alışkanlıklardan vazgeçemeyenler olabilir. Rahatını bozmamak için ilgisizlikte ısrar edenler olabilir. Fark edip, sadece kaymaklı kısmı sevdiği için, sessizce bekleyen rantçılar da olabilir. Ancak Ankara, bilişimden turizme, sağlıktan eğitime, sanayiden tarım ve hayvancılığa, yeni bir yola değdirmek üzere tekerlerini. Bu yolu görmeyenler görmeli, sonradan görecek kaymakçıları, günü gelince görürüz nasılsa!

Yarı yerli üretim şartı
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, metro inşaatlarını yüklenecek firmalara, metro araçlarının yüzde 51’inin yerli üretim olması şartını getirdi. Bakanlığa bağlı Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü’nün (DLH), 29 Aralık 2011 tarihli Metro Araç Alımı Şartnamesi’ne girdi bu şart. Her şeyini dışarıdan aldığımız metro araçlarının en azından yarısını, kendi olanaklarımızla yapacağız artık. OSTİM ve İvedik Organize Sanayi Bölgeleri,  daha şimdiden bu yüzde 51’e talip. Yani 480 milyon avronun yarısına, yaklaşık 550 milyon (trilyon) Liraya…

Ankara sanayisi, kendine güveniyor. Gerekli altyapı hazırlıklarını yapıyor, yeni girilen yolu görüp, tekerleri o yola oturtmaya çalışıyor. Başta 354 adet raylı taşıt alımı gibi görünüyor. Oysa önümüzdeki 10 yıl tüm Türkiye’nin, en az 5 bin 500 raylı taşıt ihtiyacı olacak. 16 milyar dolar yani yaklaşık 30 milyar (katrilyon) Liralık bir gelir kapısı. Kazancın şimdilik yarısı, becerirsek çoğu cebimizde kalacak. Devlet, destekleyecek olsa karşılıksız değil yani arkalaması.

Yeni pazar fırsatı
Sağlık ve Savunma Bakanlıkları, bu yöndeki somut adımları destekleyen diğer bakanlıklar olmuştu. Kesinleşmiş yüzdeler vermeseler de yerli üreticilere, “Yapabileceğinizi yapın, sizden alalım” diye ön desteklerini verdi, yolu gösterdiler.  Kendi alanında sorumluğunu alan, pazarını yeniden tanımlayacak  diyebiliriz.

OSTİM, Amerika, Almanya ve Fransa’dan gelen Türk uzmanlarla bir çalışma grubu oluşturdu, yerli motor üretimi için kafa yoruyor. Üniversiteleri, sanayinin içine çekmeye çalışıyor, neredeyse her üniversiteyle bir proje hazırlığında. Geçen hafta FNSS Savunma Sistemleri A.Ş. yüksek beceri sergileyen 15 tedarikçisine sertifika verdi. 11’i OSTİM firması. Ne cevherler bekliyor daha sırada kim bilir.

Kıralım kabuğu
Sadece raylı taşıt için telaffuz ettiğimiz rakamları düşünerek bir kez daha bakalım. “Turizm, bilişim, sağlık, eğitim, tarım ve hayvancılık alanlarında yapılması düşünülen yatırımlar,  neler kazandırır ülkeye ve Ankara’ya?” diye. Nesini fark etmeyi bekliyoruz bu geleceğin? Gençlerimizi, kaldırım arşınlamaktan kurtaracak çareler konuyor önümüze, bakıyoruz. Tepkisizlik alışkanlığı!.. Biraraya gelme, siyasetçileri, yerel yönetimleri, meslek örgütleri, üniversiteleriyle ortak tavırda birleşme zamanı, hala bakıyoruz. Kıralım şu kemikleşmiş kabuğu.

Şu bürokrasi hazretleri, ayağımıza dolanmayı bıraksın da kıralım artık. Girişimcilerimizin enerjisini, daha başlamadan emmeyi, bir ayağıyla gaza basarken diğeriyle frene basmayı bıraksın sürücü de kıralım. Yolumuzun açılma, bakmayı bırakıp, ortak tavırda birleşme zamanı. Daha gecikmeden, tekerlerin yere değip, yeni yolumuzda yürümeye başlama zamanı.

11 Ocak 2012 Çarşamba

YAPILACAKTI


10.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yaklaşık 2 ay önce Ankara Valimiz Alaaddin Yüksel’le bir söyleşi yapmıştık. Kısa ve uzun vadede yapacaklarını anlatmıştı. Ayrıca yeni yıl başına kadar gerçekleştirmekte kararlı olduğu 5 başlık sıralamıştı. Hababam Sınıfı’nın Külyutmaz Hocası gibi sıranın üstüne sıçrayıp, söyleşinin içine sığmayan bu vaatleri, ‘Yıl Sonuna Kadar Yapılacaklar’ başlıklı yazımda ele almıştım. 2 ay sonra yine sıçradım sıranın üstüne, beraber geçtik üzerinden.



Bürokrasi azalacaktı

1 Ocak 2012 tarihinden sonra Ankara’da bürokrasi azalacak” demişti Yüksel. Kamu hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik bütün iş ve işlemler yenilenmiş olacaktı. Örneğin; iş kurmak için sayfa sayfa evrak doldurulup, masa masa, kapı kapı dolaşılmayacaktı. Resmi işlemlerde, gereksiz evrak ve işlemler kaldırılacak, doldurulacak belgeler, internetten indirilebilecekti. 25 Aralık 2011’den itibaren uygulama başladı. Valiliğin,  http://www.ankara.gov.tr sayfasında, ‘Kamu Hizmet Standartları’ bölümünü tıklayınca hangi işlem için ne tür belgelere ihtiyacınız olduğunu, üstelik işlemin kaç gün, saat ya da dakika süreceğini görebilirsiniz. 2 günlük işe 5 gün koşturuyorsanız şikayet hakkınız doğacak, ilgili memur hakkında işlem başlatılacaktı. En son baktığımda ‘Kamu Hizmet Standartları’ duyurusunu 21 bin 500 kişi okumuş ancak işlem sayfası, 2 bin kişi tarafından ziyaret edilmişti. Bulmaca çözülmesin, en kısa  yoldan ulaşmalı bilgiye.



Proje Pazarı açılacaktı

Aralık ayı içerisinde ‘Proje Pazarı’, açılmış olacaktı. 17 Aralık 2011’de açıldı. Mucitler, 89 projeyle çıktı pazara, girişimcilerle ilk buluşma gerçekleşti. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Ankara Kalkınma Ajansı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin bu ortak projesine, destek olacak vaatlerde bulundu. Şöyle bir baktım buluşlara,  “Bilişim Vadisi, daha ne kadar dizginlenebilir böyle bir kentte” diyebildim ancak.



EMMIT’e katılacaktık

İstanbul’da, turizmcilerin ‘EMMIT Fuarı’ var. Uluslararası bir  turizm fuarı. 9-12 Şubat 2012 tarihindeki fuara, Ankara’nın katılma işlemleri tamamlandı. 15 yıl sonra Ankara, bir turizm fuarında olacak. Berlin ve Moskova’daki fuarları hedefleyebiliriz artık.

Fuar alanımız olacaktı

Fuardan devam… Ankara Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ankara Ticaret Odası, Ankara Sanayi Odası, Ankara Ticaret Borsası, Ankara Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ve Akyurt Belediyesi’nin ortaklığında, uluslararası bir fuar şirketinin kuruluşu gerçekleşti. 18 Aralık 2011 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla, Akyurt’taki 330 hektar fuar alanı da belli oldu. İlk sermayesi 100 milyon dolar. Çadır tiyatrosu bitiyor Ankara fuarcılığında.



Çocuk Meclisi toplanacaktı

Son olarak Ankara’nın, çocuk dostu kent olma özelliğini geri almak, bunun için de bir adım atmak istiyordu Alaaddin Yüksel. 20 Kasım 2011’de, 1’inci Ankara Çocuk Dostu Şehir İl Meclisi’ni topladı. Çocuklar görüştü, kararlar aldı. Bir haftaya kalmadan yönergeler hazırlanmış olacak. Kim, hangi kararları nasıl uygulayacak, belirginleşecek. Büyüklerinkiyle olmayan çocukların gözüyle olur inşallah! Her yıl 20 Kasımlar’da toplanacaklar. Gelecek yılkine katılıp, 23 Nisan’ı Ankara’ya geri getirmelerini isteyeceğim!



Gevşek kumla oyalanmayacaktık
Masasında yazım, yazıdaki her başlığın yanında da düştüğü  kayıtlar vardı Alaaddin Yüksel’in. Fotoğrafları bile kanıt olarak eklemişti. 2 aylık sözünü, yerine getiriş belgesi hazırlamıştı. Yapacaklarının işareti saymak istiyoruz yaptıklarını. Söyleşimizde, çok çok büyüklerini sıralamıştı. Hepsinin pür dikkat takipçisiyiz. Ankara’yı hareketlendiren her adımı, her gelişmeyi bu dikkatle izliyoruz. Hala dalgalara dayanıksız kumdan kalelerle oyalanmaya çalışan, başkentte atılacak adımların önümüzdeki Türkiye’ye yararını kavrayamayan gönlühoşlar var çünkü.

7 Ocak 2012 Cumartesi

KIZILAY FEZA VASITASINI GEZDİM


06.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Niyetini açık eden bir yazı başlığı oldu. “Hatayı bir kez yaparsınız ama vicdan defalarca tekrarlar; pişman edene kadar!” demiştim ama. Üzerine iniş yaptığı Eski Kızılay Binası’nı tarihten silen Kızılay Alışveriş Merkezi’ni, gezdim nihayet. 32 yıl önce, 1980’in bir bahar günü, 51 yaşındaki Eski Kızılay Binası’nı yıkıp, yerine yapılan. 1992 yılından beri sürekli paravanlar arkasında, bizi meraktan çatlatan köşe. 22 Aralık 2011’de açıldı, feza vasıtası merakımızı giderdik çok şükür.



Mayıs 2010’da, ‘Uzaydan İnen Kızılay Binası’ diye yazmıştım.  Başka yerde hazırlanıp, Kızılay’ın göbeğine sonradan oturtulmuş gibidir. O kadar çevresiyle ilgisiz gelir görüntüsü. 20 yıla yakın, hayalet gibi sessiz sedasız işgal etti o köşeyi. Kızılay’ın gürültüsünü kaldırmaz hayalet, olsa olsa iyi yalıtılmış, ses geçirmez bir uzay aracı olduğuna kanaat getirmiştim. Yakıtı bitmiş, tepeden Kızılay’a düşmüş!



Soğuk karşılama

Kapının önünde durdum, binaya, çevreye hem de uzun yıllar kapattığı alana baktım. Kış ayazında bir esinti bir esinti, kendimizi içeri zor attık. Bindik araca yani. Girişin dışarıdan farkı yoktu. Soğuk bir karşılaması vardı. Diğer köşeleri, böyle esmiyordu çünkü Kızılay’ın. Kendi rüzgarını üreten bu girişin, yazın çok müşterisi olur.



Büyük merakla giriş katından yukarı, kat kat dolaştık. Mimari bir aksaklık seziyor ama tarif edemiyordum. Yeni alışveriş merkezlerinden sonra haksız bir kıyaslama mı yapıyordum acaba? 20 yıl önce büyük alışveriş merkezi taktikleri, henüz bu kadar gelişmediğinden olabilir miydi? İşinin ehli bir mimarın, dolaşıp, bize anlatması lazım.



İnilemeyen çarşı

Kat kat, dön dolaş 8’inci kata kadar çıktık. Yüksekmiş. O kadar kat yorulduk, asansörle inelim bari dedik. O da merak ediyordu, annemi de götürmüştüm. Uzun beklemeden sonra 3 asansörden biri geldi. Karlı bir günde, iş çıkış saatinde, tıka basa dolu asansör biçimli belediye otobüsü geldi sandık. Kapı açıldı, bir asansör adam bize, biz onlara baktık, kapı kapandı, indiler. Diğerini bekledik. Aynı kalabalık, bakışma ve ayrılış. Her katta aynı bakışmaları yaşayarak şanslı azınlık bir kalabalıktı inenler. Kalmıştık 8. katta. Çaresiz merdivenlere yöneldik.



İşte dünyanın en karmaşık merdiven tasarımını, o zaman fark ettik. Çıkarken merakımız dikkatimizi perdelemiş, anlayamamışız. Merdivenler ve yürüyen merdivenlerden oluşan karmaşık ağı çözemiyor, kestirme bulamıyor, her katta matematik problemi gibi, iniş üzerine kafa patlatıyor, yine de gezdiğimiz çarşıyı, ikinci kez gezmekten kendimizi alamıyorduk. Yangın çıkışını mı kullansaydık? İşte bu, gerçekten yeni teknolojiydi. Dünyanın en ticari merdiven sistemini, Ankara halkına gururla sunuyorduk!



Sevinelim mi üzülelim mi?

Kapıyı gördüğümüzde birbirimizin önüne geçercesine telaşla çıkışa kenetlendik. Karşı kaldırıma ne zaman sıçradık, hatırlamıyorum o arayı. Sakinleyince bir de karşıdan baktık. Büyük alışveriş merkezlerinin, kentin merkezinden uzak yapılmasını isteyen küçük esnafı anımsadım. İçerideki mağazalar, çevre esnafı etkileyecek ürünleri, onları etkileyecek fiyatlarda satabiliyordu. Ankara’ya, uzaylılar bu kadar uzak olabilirdi ancak. Sanki SSK İşhanı’ndan sonra 12 Eylül, Kızılay’ın göbeğine dikmişti bayrağı artık.


2009 yılında Kızılay, 114 milyon 202 bin 479 dolar karşılığında 25 yıllığına kiraya verdi feza vasıtasını. Gözleri alan 479 dolar küsüratıyla! 1975’te, 2 saatte yıkım kararı alınan, 1980’de yıkılan Eski Kızılay Binası’nın, 29 yıl ahı tutmuş gibiydi. Geçti mi ahı bilmiyorum ama 32 yıl sonra Kızılay’ın ölü köşesi canlandığı için sevinelim mi üzülelim mi, onu da siz söyleyin Ankaralılar.

4 Ocak 2012 Çarşamba

ANKARA’NIN 2011 DÖNEMECİ


03.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

İyisiyle kötüsüyle tekdüze Ankara için hareketli bir yıl geçti diyebiliriz. Hep yeni yıldan beklenir ama çok ciddi gelişmelerin beklentisini yaratıp ya da başlatıp gitti 2011. Kötüleriyle üzüldük. Ancak bir o kadar da iyi gelişme oldu. 2011’i, Ankara’nın, yarım yüzyıldan fazla süren ilgisizliğin dönemeç yılı olarak anabiliriz. Dönüp dönüp, olduğumuz yere getirmeyen bir dönemeçtir inşallah!


Olmadı

2011’e, seymenlerin, Ata’ya Saygı Alayı Yürüyüşü ve askerlerin, Garnizon Koşusu iptaliyle şaşkın girmiştik. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara’ya ayak bastığı 27 Aralık, sadece kentin değil ülkenin de gündemine oturmuştu. Aynı günlerde Merkez Bankası dahil, birçok banka merkezinin İstanbul’a taşınma tartışması vardı. Maalesef Ziraat, Halk, Vakıf bankaları başta olmak üzere, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) gibi kurumların taşınmasını içeren ‘Torba Yasa’, Meclis’ten geçti. Şubat 2011’in ortalarıydı. 12 Haziran genel seçim süreciyle beraber ve sonrasında Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) oturdu gündeme. İşlevinden uzak, betonlaşma ve asfaltlaşma projeleriyle anılır oldu. Birçok sorunu çözüm beklerken beklenmeyen gelişmeler dizildi ardı ardına. Daha da üstüne, vekilleri, Ankara’ya ilgisizdi.


Bugün; güzergah değiştirildi ve Garnizon Koşusu yapıldı 27 Aralık 2011’de. Seymen alayı bekliyor henüz. Merkez Bankası, torbaya girmedi ama beklemede. ‘AOÇ’ adı, Kanun Hükmünde Kararnameler’e de girince daha uzun süre gündemde kalacak gibi görünüyor. Yeşiliyle suyuyla Ankara’nın kendine özgü hayvan ve bitkilerini barındıran bir müze çiftlik olarak turizme kazandırmak yerine, akciğerlerini TOKİleştirmeye çalışıyoruz üstelik. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, ilk kez, Ankara vekillerini bilgilendirme toplantısı düzenledi. Bilgilerin, ilgiye dönüşmesini bekliyoruz.



Olur

Karamsar haberlerin gölgesinde, önemli başka gelişmeler vardı, oldukça sevindiren:

Turizm ve Bilişim Vadisi gibi iki önemli başlık, Ankara’nın gündemine girdi. Hamamönü ve Hacı Bayram’daki düzenlemeler sürerken Ankara Kalesi’ne el atıldı, altyapı çalışmaları başladı. Eteklerinden yukarı, Kalesi’yle yeniden canlanacak eski Ankara. Bilişim Vadisi için her şeyiyle en uygun kent tartışmasız Ankara çıktı, inadı bırakmak gerekiyor sadece. Sağlık turizminde ilk adım, Haymana’daki 5 yıldızlı kaplıca otelle atıldı.

Sağlık ve eğitim alanında, ciddi yatırımlar yolda. Dev sağlık yerleşkeleri planlanıyor. Hayvancılık, mobilya tasarımı, kaynakçılık meslek okulları gibi ilk olacak okullar, açıldı açılacak. Üniversiteler, teknokentleriyle ağır sanayi ve organize sanayi bölgeleriyle işbirliğine başladı. Ankara’dan Polatlı’ya organize sanayi bölgeleri, yeni yatırımlar için eksiklerini tamamlamaya girişti. Havacılık, savunma ve uzay teknolojilerine yönelik yatırımlar, Gölbaşı ve Kazan’da kümeleniyor. Ankara Sanayi Odası’yla gözümüz, yerli üretimin desteklenmesinde.



Tarım için kesinleşmemiş ama hayvancılık için yerli üretimi destekleyecek yatırımlar var. Esenboğa’da, ilk Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi kuruluyor. Bitmeyen metro, Ulaştırma Bakanlığı’na devredildi. 2 yıla bitmesi bekleniyor. Bu arada Yüksek Hızlı Tren, Eskişehir ve Konya’yı, Ankara’ya yakınlaştırdı. Karşılıklı yoğun ziyaretlerle verdi meyvesini.  İstanbul, Bursa ve İzmir hatları sırada.



Oldu

Eksik eksik, kısa kısa oldu ama Merkez Bankası ve Çiftlik kararlarında hassas olmak koşuluyla resmi şöyle görüyorum; geçmiş yıl, gelecek yıla büyük ümitler devretmiştir. 2011, yeni bir dönemece giriş yılıdır Ankara’nın.