31 Ocak 2015 Cumartesi

ÇİFTLİĞİN KARPİÇ’İ GİTTİ BİR KERE



30.01.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


1928 Taşhan Meydanı, yani Ulus. Meydana adını veren Taşhan’ın altında, Ankara’nın ilk modern lokantası açılıyor; Şölen. Atatürk, Rus sahibi Juri Georges Karpovitch’i ‘Karpiç’ diye çağırdığı için lokantanın yeni adını da koymuş oluyor.



Bir okul Karpiç

1933’de Taşhan yıkılınca şimdi 100.Yıl Çarşısı’nın olduğu yerde Belediye Dükkanları var, halkın tabiriyle ‘Şehir Çarşısı’, o çarşıya taşınıyor Karpiç. Önde gelen siyasetçilerin en birinci siyaset kulisi, sanatçıların sanatevi, bilmeyen esnafın turizm ve işletme okulu oluyor adeta. Sadece Rus ve Fransız mutfağı sunsa da 1953’de kapanana kadar işletmeciliğe bastığı damga, hiç soğumuyor.



Karpiç’le yaşıt Merkez

Aynı yıllarda 1925’de, Atatürk Orman Çiftliği'nin kuruluş çalışmaları sürüyor. Mustafa Kemal, zamanının büyük bir bölümünü çiftlikte geçiriyor. Özellikle öğlen saatlerinde çiftlikte olduğu için yemek yiyebileceği bir mutfak hazırlanıyor. Bir yandan ağaçlandırma, yeşillendirme çalışmaları sürerken zamanla Atatürk’ün, ağaçlar ve bahçeler içinde arkadaşları ve misafirleriyle sohbet edip yemek yediği bir mekan oluşuyor.



Mekan, 1930'da Tarım Bakanlığı’nın işletmesinde lokantaya dönüşüyor ve Atatürk Orman Çiftliği Merkez Lokantası oluyor. 1956 yılında mimarlar el atıyor, bugünkü haline dönüştürüyorlar. 1962’de özelleştiriliyor, Edip Arındor  devralıyor lokantayı. 1975’de Avni Öztürk işletmeye başlıyor. Aile işletmeye devam ederken 83 yaşındaki lokantadan, 26 Ocak 2013’de beklenmedik kötü haber geliyor; “Çiftlik Merkez Lokantası Kapandı!



Çiftliğin Karpiç’i

O güne kadar Merkez Lokantası’nda ne yediysek hepsinin tadı, film şeridi gibi damağımızdan geçiyor. Bahçesiyle bin 100’e yakın müşteri ağırlayabilen Çiftliğin Karpiç’i, en son kapanmadan kısa bir süre önce beğendiğimiz Hünkar Beğendi’nin geçişiyle damağımızda ve zihnimizde bir geleneği ve dönemi bitiriyor.



Merkez Lokantası’na, “Çiftliğin Karpiç’i” diyebiliyoruz çünkü Karpiç’ten yetişen çok kişi bünyesinde çalışmış, işletmede bir geleneğin devamına katkıda bulunmuştur. Ankara’da adı bilindik pekçok lokantanın işletmecisi, Karpiç’in ya da Merkez Lokantası’nın terbiyesinden geçmiş, birer marka olmayı da başarmıştır. “Karpiç gitti, yeni ve iyi işletmecileri Merkez Lokantası yetiştiriyor” derken onu da kaybettik işte.



Bir markamız daha gitti
Birkaç gün önce Merkez Lokantası’nı 10 yıllığına kiraya vermek üzere Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’nün ihaleye çıktığını öğrendik. O terbiyeyi gören işletmeci gitmiş, şef gitmiş, garson gitmiş, komi gitmiş, hepsi başka yerlere dağılmış. Tahminen dönüşte, başka şeylerini de kaybetmiş olacak lokanta. Böyle işletmeleri oturtmak uzun yıllar alır, yıkmak bir gece sürer. Elimizdeki bir markayı daha korumayı beceremedik, gitti Çiftliğin Karpiç’i. 83 yıllık emek gitmiş, neyleyim köşkü sarayı!

29 Ocak 2015 Perşembe

GAR’LA KALE’NİN BULUŞMASI


27.01.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kentsel dönüşüm’ün yıkım virüsü bizimde mi içimize kaçtı nedir, bir yıkıma taraftarlık edeceğiz. Aslında eskimeye başladığını ama bir türlü tarihilik kazanamadığını düşünüyoruz yıkılmasından yana olduğumuz yapıların. Aşıkların görüşmesine engel Erol Taş gibiler Gar’la Ankara Kalesi arasında. Tasarlanmış mekan devamlılığını bıçak gibi kesen, koparan, yıllar içinde de bir türlü yapıştıramayan yapılar.


Platonik aşık

Mimar Şekip Akalın, yapıya ruh katan bir düşünceyle Ankara Garı’nın kapısını Ankara Kalesi’ne çevirmiş. Yıl 1937. Birinci ve İkinci Meclisler ile Ankara Palas önünden Ulus’u işaret eden yol, görkemli Ankara Kalesi’yle son buluyordu. Ancak Ankara’ya trenle gelen biri, daha kapıdan çıkar çıkmaz Kale’nin ihtişamıyla tanışacaktı. Ankara Kalesi’ni görmeyen biri, zaten Ankara’ya gelmiş sayılmazdı. Gar, güzelliğine hayran olduğu Kale’yi, herkesin görmesini istiyor, dünyanın nadir eserlerinden biri olan platonik aşkının görkemiyle gururlanıyordu.



Önce, 1954’den sonra yapımına başlanan Ulus İşhanı ve Çarşısı’nın, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü olarak bildiğimiz işhanı kısmı girdi aşıkların arasına. Arkasından Anafartalar Çarşısı, 100.Yıl Çarşısı ve bölgeyle hiç alakası olmayan Gümrük ve Tekel Bakanlığı binası devam etti aşıkları ayırmaya. Ulus İşhanı ve Çarşısı’ndan sonra yapılanlar, tarihi dokudan  koptu, eskiden Hal’e doğru kıvrılarak uzayan güzelim Alsancak Sokak, minibüslere ve otomobillere teslim edildi. Heykelin olduğu yeri meydandan sayacaksak eğer, Ulus Meydanı, binaların üzerine çöktüğü, ferahlık vermeyen bir meydana dönüşmüştür.



Sevinecek mi üzülecek miyiz?

Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek, "Ulus'ta Anafartalar Çarşısı, 100.Yıl Çarşısı, Gümrük Tekel Bakanlığı, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü ile Ulus İş Hanı yıkılacak” dediğinde, bu düşüncelerle sevinmiştik. Aşıklar, uzun yıllar sonra tekrar göz göze gelebilecekti.



Söylendiği gibi meydan yapılacaksa ilk kez böyle geniş, ferah bir alana sahip olacaktı bölge. Yok eğer yeni yapılara yer açılıyorsa kullanandan başka kimseye hayrı dokunmayacak gereksiz bir masraf çıkıyor başımıza demektir. Hiçbir şey olmasa Ulus ve Anafartalar Çarşıları’ndaki, çocukluk anılarımıza yazık olacak demektir.



Mimarlar yıkmaya karşı

Mimarlar, genel olarak yıkılmaması yönünde telkinde bulunuyor, mimari bir hafıza olarak değerlendiriyor bu yapıları. Ancak bu yapılar, Gar’la Kale’yi birbirinden kopardığı gibi,  Anafartalar Çarşısı’nın tam karşısına yapılan ucube Ulus Şehir Çarşısı benzeri yapıların, tarihi doku arasına yapılmasına da cesaret veriyor.


Haddimizi çok aştığımızın farkındayız da düşüncemizi paylaşmadan edemediğimiz bir konu bu yıkım. İnşallah kentsel dönüşüm virüsü tüm bedene yayılmaz, her yıkıma taraftar hale gelmeyiz bu tecrübeden sonra. Mimarların, eskisinden kullanışlı bir kafa açısından, aklımızın yeniden inşasına yönelik projelerineyse her zaman açığız tabii ki.

27 Ocak 2015 Salı

TATİLDE ANKARA GEZMESİ



23.01.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


Okulların yarıyıl tatili başlıyor. Büyük alışveriş merkezlerinin birinden alıp, öbürünün oyun salonlarına götürmemeli sadece çocukları. Gençler de bilgisayarın boş bağımlılık döngüsünden çıkmalı ara sıra. Önce yaşadığı kenti keşfetmeli, ilham olacak mutlaka bir şey bulacaktır daha büyük hayalleri için.



Gezinin giriş paragrafı

Öyle bir şehir çünkü Ankara; akılda kıvılcımlar çaktıran uygarlıkların geçtiği, müthiş Cumhuriyet tecrübesiyle kentleşme laboratuarı, iklim içinde iklimli, sürprizleri olan bir şehir. Önce içine girmelisiniz. Eski Meclis, Hacı Bayram, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Anıtkabir ve Kale, hangisinden başlasanız fark etmez, Ankara’nın giriş paragrafındadır. Ortasından önce girişle başlamalı.



Kale’yi çok seven rahmetli Hüseyin Bektaş’ı, Kırklar Mezarlığı’na ve 50 metre ötesindeki Molla Büyük Camisi yanında per perişan olmuş Molla Büyük Çeşmesi ya da ‘Sahirehanım Çeşmesi’ de denen çeşmeye götürmüştük. Biz de birkaç hafta önce Ankara araştırmacısı ve sevdalısı Fikret Ünsal’la yaptığımız söyleşi de öğrenmiştik bu yaşımızda. Çok kızmıştı Hüseyin bey, “25 yıldır bu Kale’nin etrafındayım, 100 metre ötemdeki bu mekanlardan nasıl haberim olmaz” diye. Ondan daha uzun yıllardır Kale’de esnaflık yapan komşularına sordu, onlar da bilemediler.



Hezeyan nedeni

Gösterilmezse bilinmiyor burnunuzun ucunda bile olsa. Üvez, fındık ve üzüm ağacı, pek bir arada olmazmış ama Kızılay’dan 20 dakika ötede, Kıbrıs köyünde görünce gözlerine inanamamış akademisyenler. Çoğunuz, Kıbrıs köyünün yerini bilmiyor ama!



Balı, armudu, vişnesi, kavunu, domatesi, keçisi, tavşanı, kedisi gibi daha pek çok marka ürünlerine sahip çıkamayan Ankara, mekanlarını da kendi sakinlerine bile tanıtamıyor, anlatamıyor. Ne mekanlarına ne ürünlerine sahip çıkabiliyor. Hezeyanımız başlıyor...



Ankara Kalkınma Ajansı, Ankara’nın turizm kabiliyetinin harekete geçirilmesi için ’Ankara’da Gezilecek Çok Yer Var’ diye tanıtım etkinliği başlatmış. Beypazarı, Çubuk, Nallıhan, Kızılcahamam ve Ayaş gibi ilçelerin tarihi, turistik ve doğa harikası alanlarını sergileyecekler ilan tabelalarında. Ki tarihi mekanları, yaylaları, doğa harikalarıyla Polatlı, Güdül, Çamlıdere, Kalecik de mutlaka öncelikli olmalıydı bu sıralamada. Olmamış. “Allah razı olsun” diyelim de Beypazarı hariç, bu yörelerin çoğunda zaman geçirecek, çay kahve içecek, yerel yemekleri tadacak ve dahi kalacak yer yok. Ee o zaman neyi tanıtıyoruz muhteremler, Kalkınma Ajansı’nı mı?



Her koşulda görülesi

Baş turistik mekanımız Ankara Kalesi, zifiri karanlık kaldığı için, yazın akşam 7’de kışın 5 buçukta indiriyor kepenklerini. Elektriği getiremedik, turist nasıl gelecek? Sokağının tozu, çamuru bitmiyor, merkezde neyi çözdük te ilçelerin de şansımız olsun. Turizmcileri dahil, turizmi ciddiye alanı yok lakin bol keseden sallayanı çok Ankara’nın.


Giriş paragrafındaki mekanları gezdiyseniz Polatlı’dan başlayıp, diğer ilçelerle devam edebilirsiniz. Hepsinde tatili değerlendirmeye gidilesi, görmeye değer yerler var. Bizim hezeyanımız, plansızlığa, kendi başınalıklarına. Yoksa çocuklarımız, Midas’ın müzesini, ülkenin kaderini değiştiren Duatepe’yi, her koşulda görmeliler.

22 Ocak 2015 Perşembe

KAZLARA ASFALT CEZASI



20.01.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


Canım memleketim, sorumluklarını yerine getiren vatandaşını mutlaka cezalandırır. Sen misin vatandaşlık görevini yerine getiren... Sen misin elektriğini, suyunu kaçak kullanmayan, haksız faturayı, vergisini zamanında ödeyen... Ödemeyeni affeder, kaçak kullananın yükünü senin sırtına yıkar canım memleketim.



Kazların alnındaki yazı

Devletin, yerel yönetimlerin zaten görevi olan hizmetlerine ayrıca para alınır, sorumluluk duygusu taşıyan vatandaş öder önce. Sorumluluğunu yerine getiren vatandaşlar, ‘yolunacak kaz’ olarak tabir edilir memleketimizde. Borcunu ödemeyeni cesaretlendirir, ödeyenin alnına görünmez yazıyla ‘enayi’ damgası basar canım memleketim. Sorumluluk duygularından taviz vermediği için enayiler, enayiliğine doyamaz memleketin sathı mahalinde. Uyanıklar, devletin şahitliğinde, enayiler üzerinden geçinip gider.



Mesela uyanıksever memleketimde, elektrik şirketi, doğalgaz şirketi vardır. Hizmet vermek için yalvarttığı gibi yapmakla yükümlü olduğu işlerin parasını, hiçbir yasal sorumluluk hissetmeden, tahsil etme cesaretini gösterebilir memleketimde. Yetmezmiş gibi sayaç değişimi falan gibi yeni masraflar üretir, zorla tahsil etmeye çalışırlar vermeyenden. Devlet de “Seni gidi hınzır, nerden aklına geliyor böyle uyanıklıklar?” dercesine şefkatli bir yaklaşımla yüksek tahsilattan elde edeceği yüksek verginin hesabına, sessiz kalır olan bitene.



Jetonlu merdiven

Özel şirketler, makul kar oranları yerine aklına esen ücretler talep eder, devlet kurumları ya da yerel yönetimler, vermekle yükümlü oldukları hizmetten kar etmeye çalışırlar. Özel şirket, parmağını oynatsa taksimetreyi işletir. Kamu kurumu, kar edemiyorsa mesela, belediye otobüsü sizin mahalleye seyrekleşir ya da hiç gelmez. Hayat, sadece gündüz mesai saatleri içinde sürermiş gibi, gece çalışanlar, öğrenciler, yoldan gelenler, hastası olanlar dikkate alınmaz, zarar etmemek için gece yarısı olmadan kepenk indirilir kamu hizmetinde. Yakında çalışmayan yürüyen merdivenler çalışacak olursa eğer, jetonla binmek zorunda kalabiliriz mesela. Asansörlere de... Belki kaldırımları da jetonla kullanacak günler yakındır.



Vezneden önce acile!

Her şeyin vergisini zaten fazlasıyla alan devlet, yapmakla yükümlü olduğu yolu kullandığımız için ayrıca vergi talep eder oldu bizden. ‘Asfalt katılım bedeli’ diye isim uydurmuşlar, medeni kentin temel ihtiyacı olan asfalt yola, vergilerimizden hariç bedel ödememiz isteniyor. Sağolsun Ankara Büyükşehir Belediyesi, konut başına 700 ile bin 500 lira arasında değişen dudak uçuklatıcı asfalt faturaları çıkararak bu konuda kendimize getirdi bizi. Yerimizde hopladık şöyle bir. Ancak emeklilerin çoğu, vezneden önce acile gitmiş olabilir.



Ödeyenin yanına kaldı

Sorumluluk sahibi vatandaş, bu ‘asfalt katılım bedeli’ denen parayı ödedi tabii. Ya da ilk taksitlerini. Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek demez mi “Asfalt katılım bedeli alınmayacak. Ama bu arada ödeyenlerin parasını geri veremeyeceğiz.” Ohh tak huniyi, oyna meydanda!


Yüreğimize su serpildi tabii; ne mutlu ki sorumluluk sahibi vatandaş cezasız kalmamış, kamu idaresinde istikrar aksamaksızın devam ediyordu. Duacıydık devletimize. Alnımızdaki yazının görünmezliği, toplum içinde gönül rahatlığıyla dolaşmamıza engel oluşturmuyordu çok şükür!

17 Ocak 2015 Cumartesi

UYUŞTURUCUYLA MÜCADELEDE ATLANAN ‘NEDEN’



16.01.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi

Hemen tehlikenin frenine basmak, hızını düşürmek lazım. 11 yaşın altına inen uyuşturucu kullanma yaşı, kırmızı alarmdan öte, alarmın da patladığını gösteriyor. Birkaç yılda katlanarak artan uyuşturucu kullanımında, çok ucuza temin edilebilen, değişik adlar altında satılan ‘bonzai’ meretinin büyük payı var. Ayakkabısını bağlayamayan çocuğun uyuşturucu kullanması, uyuşturucu satıcısının bile hayal edemeyeceği bir şey olsa gerek.



En çok merak ettiğimiz

13-14 Ocak tarihlerinde Ankara Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi tarafından bir uyuşturucu çalıştayı yapıldı. Katılımcılar, hepimizin bildiğini hatırlattı, mücadelenin  eğitimle başlaması gerektiğini söyledi, uyarılarda bulundu. Ama o kısmı biliyorduk zaten.



Uyuşturucu satan 11 yaşındaki çocuğa, 11 yaşındaki çocuk uyuşturucuya nasıl bu kadar kolay erişebiliyor, onu merak ediyorduk hepimiz. Liselerde gençlerin, aralarında leblebi tozundan bahsedercesine ‘bonzai’den bahsedebilmesi, nasıl bu kadar kolayca ona ulaşıyor ve kullanıyor olmasını merak ediyorduk. Düşününce bile kaynar sular boşalıyor insanın ensesinden. Asıl ve en önemlisi; ‘neden’ kaynaklanıyordu çocuk yaşta uyuşturucu kullanma ihtiyacı, onu merak ediyorduk en çok.



Ölümlerde 4 kat artış

2013 Yılı Uyuşturucu Raporu’na göre ülkemizde uyuşturucudan ölen kişi sayısı 162 iken 2014 yılında tam dört kat artarak 648’e yükselmiş. Ölmeyip sürünenlerin sayısı kaça çıktı acaba?



Ankara Valisi Mehmet Kılıçlar, kullanıcıların yarısının arkadaşlarından etkilenerek uyuşturucuya başladığını söylüyor. Eh sayı olarak kullanandan aşağı kalmadığına göre peki arkadaşları niye kullanıyormuş acaba bu uyuşturucuyu? Yapılması gereken ilk saptama, arkadaşı için de kullanan için de ‘neden’ değil midir? Zincirin o kısmı niye hızla çürüyor, onun tespiti eksik.



Türkiye, fakir bir ülke değil, geleceğin ilk 10 ekonomisi arasına girme iddiasında bir ülke. Bugün dünyanın içinde bulunduğu ve bir süre daha böyle devam etmesi beklenen ekonomik ve siyasal koşulları doğru değerlendirirse belki çok daha iyi durumlarda olabilir. Ancak bu ‘neden’i çözmezsek lokomotif gider, vagonlar kalır. Vagonları olmayan lokomotif, kendi başına, nereden, niye, nereye gidiyor olacak acaba? Ya da çürümüş temel üzerine dikeceğimiz bina, nasıl ayakta duracak mühendislik ilminin aksine.



Asıl neden ne?

28-29 Kasım 2014 tarihlerinde yapılan ‘Birinci Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’, devletin en yüksek temsiliyle önemli bir adımdı. Ondan önce Başbakanlık tarafından 13 Kasım 2014 tarihinde yayımlanan 2014/19 sayılı Genelge’yle gerekli uyarılar yapılmış ve gerekli önlemlerin alınması istenmişti ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan. Ankara, kendi adına ilk adımı attı ve Uyuşturucuyla Mücadele Çalıştayı’nı gerçekleştirdi. Önleyici ve polisiye tedbirler için eylem planı hazırlanacak. Bu çalışmaya, basın yayın kuruluşlarının gönüllü ve ciddi desteği de şart tabii ki.


Uyuşturucuyla mücadelede bu girişimleri, tedbirleri içtenlikle hepimiz destekliyoruz, destekleyeceğiz. Ama işte, tencerenin ortasından daldırıyor gibiyiz kaşığı, altı yanmış mı bakmadan. ‘Neden’ kısmının üzerinden atlıyor, atlayan önlemler düşünüyoruz. Yaşam koşulları mı, o koşulların yarattığı çevre mi, ilgisizlik mi, eksiklik mi... Bizim mahallemizde, sokağımızda 11 yaşında bir çocuk, uyuşturucu kullanma ihtiyacı duyuyor. Neden?