Yayın tarihi: 19 Şubat 2014
Ulucanlar Cezaevi Müzesi
Milliyet - Ankara Gazetesi
İlhan Erdost’un ağabeyi. İlhanİlhan
Kitabevi’nin sahibi. Kitapevinin adı, kardeşe son seslenişten geliyor;
öldüresiye dayaktan sonra sağ dizi üzerine çökmüş, kolları boşlukta, ağzı açık,
benzi solmuş kardeşine böyle seslenmişti Muzaffer Erdost “İlhan İlhan!..” Ama İlhan, seslere karşılık veremezdi artık.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra 7
Kasım’da, Mamak Askeri Cezaevi, hafızalardan silinemeyen bir ölüme şahit oldu.
Yayınevinde, yasak yayın, suç olan bir şey bulunamadığı halde gözaltına
alınmışlardı. “Delil bulunmasa bile.. derin uygulama yapılması..”
diyordu haklarındaki yazı; yani “Ağır işkence yapın” deniyordu.
A-Blok’ta “Hanginiz büyüksünüz?” diye sordular. Ağabeyle kardeşi
belirliyorlar.
Ulucanlar Cezaevi volta koridoru |
Ağabeyi
cezalandırıyorlar
C-Blok’a diye binecekleri arabanın önünde
başladı coplar patlamaya. Arabaya bindiler, ağır küfür ve hakaretle devam etti.
4 er, İlhan’ı daha çok dövüyor, döverken ikisinin de başını ve yüzünü
hedefliyordu. Erlerin başında Astsubay Şükrü Bağ var. Arabadan indirip, dövmeye
devam ediyorlar. İlhan, 3-4 kez yere düşüp, yeniden doğruluyor. F-Blok
avlusunda, perişan kapıya yürürken “Kaçmayın” diye yeniden başlıyorlar.
Kan revan içindeki iki kardeşin İlhan’ı, koğuşa gelmesiyle “Midem bulanıyor”
deyip, ruhunu teslim ediyor. Ağabeyi, kardeşiyle cezalandırıyorlar. Muzaffer,
kardeşinin adını sonra kendininkine ekliyor.
Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin avlusunda,
Muzaffer İlhan Erdost’un fotoğraflarını göreceksiniz. Ara ara orada yatmış,
tanıdık bir yer. Biz de 40 yıl önceki Ulucanlar’ı anlattıralım istemiştik ama
İlhan Erdost’un kaybını vicdanların kabul etmediğini, konuşmadan edemediğimiz
için bir kez daha anladık.
Muzaffer İlhan Erdost |
“İlhan’ın adını
koymuşum”
Ali İnandım- Ne zaman ve
nerede doğdunuz İlhan bey?
Muzaffer İlhan Erdost- Kimliğimde 1932 yazar
ama 18 Eylül 1931, Tokat Artova doğumluyum. Katışık köy yok, göçmenlerinki de
dahil ayrı ayrı köylerdi. Biz, Erzurum tarafından göçmüşüz. Anne tarafından
dedem Yusufelili, baba tarafım Oltu Ardoslu. Aslen Batum tarafındanız. 1919
sonbaharında Tokat’a gelmişiz.
- Aileyi sayabilir
misiniz?
- Babam Yusuf, annem Gülhanım. 6 buçuk
kardeşiz; benden önce doğan ikizin birini küçükken kaybetmişiz. Onun ikizi
Zekiye, sonra ben, ölen İlhan; 5 yaşında kaybetmişiz, ölen Fadime; 2 yaşında
kaybetmişiz, sonra Fadime ve en küçüğümüz öldürülen İlhan. İlhan’ın adını ben
koymuşum. Eşim Rana. Bir erkek bir kız 2 çocuğumuz var; Barışta ve Suları.
Barışta’yı, geçen Mart kanserden kaybettik. Oğlumdan bir torunumuz var; Çavlan.
- Nerelerde okudunuz
okulları?
- İlkokulu Gazipaşa İlkokulu’nda okudum.
Artova’da ortaokul yoktu, Tokat’taydı. Tokat Gaziosmanpaşa Ortaokulu’nu
bitirdim. Liseyi, 2 yıl Sivas’ta, müzenin olduğu binada, 1 yıl Çorum’da okudum.
Üniversiteye, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne geldim, oradan mezun
oldum. Bitirme ve olgunluk diplomam pekiyidir.
“Nümayişle başladı
pekçok şey"
- İlk üniversiteye
geldiğinizde mi gördünüz Ankara’yı?
- İlk öyle gördüm. Küçük amcam
astsubaydı, üst Cebeci’de gecekondusu vardı, onun yanında kaldım. Burslu
okuyordum. Politik görüşlerim nedeniyle pataloji hocam bıraktı beni. Edebi
yanım vardı, Pazar Postası’nda yazmaya başladım. Rüzgarlı Sokak’ta bir
bodrumdaydı gazete. Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas’ındı. Müdürü Baki
Kurtuluş’tu. Yazı başına 10 lira veriyorlardı. Cemil Sait, insani ilişkileri
açısından iyi bir insandı, basında kalış nedenimdir. 1958’de matbaayı sattı.
İstanbul’a giderken bizi Erdoğan Tamer ve Cemalettin Ünlü’yle beraber Ulus
Gazetesi’yle tanıştırdı. Oraya geçtik. Matbaa İşletme Amiri oldum orada. 14
Mayıs 1960’da gazetemiz kapalıydı. Nümayiş vardı, ona gittik, çok şeyin
başlangıcı oldu o nümayiş.
- Niye kapalıydı?
- İnönü’nün “Sizi, ben bile kurtaramam”
lafını bizim gazete bastı. Halbuki yasaklıydı. Gazete kapalı olduğu için
Kızılay’da Büyük Sinema’nın önünde konuşma yapılıyordu, oraya gittik. Polis,
kalabalığın ortasına gaz bombası attı. Millet, Çankaya yönüne doğru koşmaya
başladı. Sakarya Caddesi’nin Atatürk Bulvarı tarafında, köşede, küçük bir
eczane vardı. Orada yakaladılar beni, “beyanname atan” diye aldılar.
Mamak’a giden ilk 100 kişi, o olaylarda alındı. Onlardan 3 kişi tutuklandı,
biri de bendim.
Müze duvarındaki resimlerde kendini gösteriyor |
İlk Soğukuyu’ya
- Diğer ikisi?
- Muammer Aksoy ve Kurmay Binbaşı
Selahattin Çetinel. Rüzgarlı Sokak’ta Soğukkuyu Askeri Cezaevi vardı, bizi
oraya götürdüler. Nazım da orada kalmıştı. Bu olayla Ankara cezaevleriyle
tanışmış olduk. Gazeteden değil, o günlerde de edebiyatçı olarak tanınıyorum
ben. Gazeteciliğimiz o yüzden. 1963’e kadar Ulus Gazetesi’nde çalıştım.
- Kimler vardı tanıdık
isimlerden?
- Nurullah Ataç, Salim Şengil, Turgut
Uyar, İlhan Berk, Tarık Dursun K., Cemal Süreyya, Sezai Karakoç, Güner Sümer,
Ceyhun Atıf Kansu, Talip Apaydın, Cemil Eren, Mustafa Şerif Onaran, Fazıl Hüsnü
Dağlarca, Bülent Ecevit... Bunlarla hep ilişkilerimiz var. Ankara, sanat,
edebiyat konusunda merkezdi.
- Nerede oturuyordunuz?
- Evlenmiştim, 1956’da evi, 1956 sonunda
kardeşim İlhan’ı Ankara’ya getirdim. İlhan, 17 Aralık 1944 doğumlu, 13 yaş
küçüktür benden. Yenimahalle’de, İvedik Caddesi’nde küçük küçük evler vardı.
256 numaradaki evin, orta katında oturduk. Oradan Mohaç Sokak, 3 numara olması
lazım, 3’üncü katta oturduk. Mohaç Sokak, 5 ile 6’ıncı Durak arasında bir
sokaktır.
Ulucanlarla tanışma
- Ulucanlar Cezaevi’yle
ne zaman tanıştınız?
- Askere gittim, dönüşte beni Ulus
Gazetesi’ne almadılar. Kendi yayınevimi kurdum. Kasım 1965’de Sol Yayınları’nın
ilk 6 kitabını yayınladım. Marks, Lenin, Mao kitapları. 1967 Şubat sonu Mart
başıydı, çevirisini yaptığım ‘Teori ve Pratik’ kitabı bahane edildi, dava
açıldı, gece geç vakit Merkez Kapalı Cezaevi’ne (Ulucanlar Cezaevi) girdim.
Anafartalar Adliyesi’nden polisle çıktık, İlhan da yanımızdaydı, sağda bir
lokantada yemek yedik. Pek görülmüş şey değil ama gece hapse girdim. Bugün de
duruyor, ‘tecrit’e götürdüler. İlk
gelen 3 gün orada kalır, sonra duruma göre koğuşa verilirdi. Ertesi sabah,
9’uncu Koğuş’a(Hilton denen koğuş) gittim. Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil vardı
koğuşta. Hemen karşı oda 10’uncu Koğuş, orada da Kemal Burkay vardı.
Celal Bayar’ın
merdivenleri
Kaldığı tecrit odası |
- Şimdiki halinde çok
şey değişmiş mi Ulucanlar’da?
- Giriş kapısı bugünkü yer değil. Şimdi
yıkılan 8’inci Koğuş’un duvarına bakan koridordan giriliyordu cezaevine. Yeni
girişteki koridorda, marangozhane ve kadınlar koğuşu vardı. Girişe ‘kapıaltı’
denirdi. Akşamdan mahkemesi olanın adı okunur, “Kapıaltı’na gelin”
denirdi. Her şey yeniden düzenlenmiş ama 9 ve 10’uncu koğuş aynı kalmış.
Merdivenin yeri değişmiş sadece. Sağda, pencere tarafında, yarım bir
merdivendi. Üst oda Celal Bayar için hazırlanıyormuş. Merdivenler çok dik,
çıkamaz diye asansör yapmayı düşünmüşler. Sonra oraya getirmemişler, merdiven
de yarım kalmıştı. 10’uncu Koğuş, sağdaki oda, 2 ranza vardı orada. Öyle
bilinir ama Ecevit, o koğuşta kalmadı, revir odasında kaldı hep. Karşıdaki
bizim 9’uncu Koğuş, peyke deriz, sedir gibi yükselti tahtaydı, yere, onun
üzerine serilirdi yataklar. Şimdikiyle hiç alakası yok; is, kir her yerdeydi.
Rüzgarlı bir yerdir, soba yakardık, o yüzden is, kirdi her yer.
- Yıkılan 8’inci
Koğuş’ta ne vardı?
- 8’inci Koğuş, hücre olarak yapılmış
aslında. Şimdiki hücreler sonradan yapılmıştır. Hem üst hem alt kat hücredir
yenisinde. Gündüz hücrelerin kapıları açılırdı. Ağır hücre alan daha başka yere
götürülürdü, ben görmedim oraları. Pek infaz yeri değildi burası.
Yıllar sonra volta attığı koridorda |
İçeriden Abidinpaşa
tepeleri
- Siz yattınız mı o
hücrelerde?
- Ben kimseyle kavga etmezdim, denge
unsuruydum. Hiç hücrede de yatmadım. Burada değil ama Mamak Askeri Cezaevi’nde
kaldım.
9 ile 10’uncu Koğuş arasında volta
atardım. 10’uncu koğuştan kapıya doğru yürürken Abidinpaşa’nın tepeleri
görünür. Onu görünce bir serinletir, dışarı duygusu verirdi insana. 9’uncu
Koğuş, güneş görmezdi. Büyük koğuşlarsa şimdiki gibi değil, çok kalabalıktı.
Sorunludur oralar, her türlü pislik olurdu oralarda; esrar, kumar, oğlancılık!
Açık cezaevi kısmını, biz hiç görmedik.
Halo dayı ile.. |
- Esnaftan kimseyi
hatırlıyor musunuz?
- Bir tek cezaevinde fotoğraf çeken Halo
dayı vardı. Yakında dükkanı vardı. Manav, bakkal, esnafı da bilmeyiz. Kimseyi
görmüyordukki. Cezaevine gelince etrafa bakmıyorsun. Mahkemeye götürülürken de
hemen arabaya binersin kapıda.
Yıkanılamayan hamam
- Hamamı rahat kullanır
mıydınız?
- Hamama çok az gittik. “Odun
tükendi.. sular akmıyor.. kazan arızalı.. binada tadilat var.. akşam kadınlar
yıkanmış, su kalmamış..” gibi bahanelerle yıkanamazdık. Gaz ocağında,
tenekeyle su ısıtır, tuvalette yıkanırdım. Mamak’ta, yarım jiletle 8 kişi tıraş
edilirdi, burada, usturayla ederlerdi.
Eşi Rana hanım ile.. |
- Yemeği nasıl
hallediyordunuz?
- Askeri cezaevinde, yiyecek kesildi,
karavana yiyorduk. Kantinden bir şeyler alabiliyorduk. Ulucanlar’da, dışarıdan
yemek alınabiliyordu. Eşim, haftada 3-4 kez, ablam, 2 gün yemek getiriyordu.
Biz, Keçiören’de oturuyorduk, ablam Yenimahalle’deydi. Bazen eşim, bazen İlhan,
bazen eniştem getirirdi. Ender de olsa, dostlar da arada bir şey getirirdi.
Buraya da karavana gelirdi ama yenmezdi. Nohut ya da fasulye olursa kepçeyle
süzülür, varsa eti alınır, sudan geçirilip, yeniden pişirilirdi. Biz yapacak
olursak yumurtalı bir şeyler yapardık. Ekmeği, dışarıdan alıyorduk.
- Somut bir suç
işlemediğiniz halde niye kardeşinizi öldürecek kadar üzerinize gelmişler?
- Marks, Mao, Lenin kitapları yayınlıyoruz
diye.
- Şimdi her yerde
satılıyor.
- Bir mücadele devam ediyor ama konular
değişti bugün. O zaman bir şeyler yasaktı, benim çabam o yasakları
özgürleştirmekti. Lenin’in ‘Emperyalizm’ini
basmaktı sorun. Şimdi o kitaplar her yerde satılıyor dediğiniz gibi. Ama bir
mücadele vermek gerekir.
“Bab-ı Ali’de para
kazanmaya bakıyorlar”
- Sizin için başından
beri tatsız olayların ağır bastığı bir kent olmuş Ankara. Hala da yaşamaya
devam ediyorsunuz. Severek mi mecburen mi yaşıyorsunuz bu şehirde?
- Ankara’yı sevmekten çok edebiyatçı olarak, siyasetçi
olarak yaşam mücadelesi veriyordum. Burada bu işleri yapmak, İstanbul’dakinden
daha önemli geliyordu bana. Kendi doğrularımı, ne olursa olsun, bana sürdürme
fırsatı verdi Ankara. Ama İstanbul’da, Bab-ı Ali’de, bunu yapamazsın. Orada,
nasıl para kazanırız ona bakıyorlar. Koloniler oluşmuştur, gece hayatları
vardır. İşte Ankara’da böyle bir olanağım vardı öncelikle. İş bulamadığım için
kendi işimi kurdum. Bir partinin merdivenleri altında bir yer de arayabilirdim
kendime ama yapmadım. Kararlı, ideolojik bir ortam, Ankara’da mümkündü.
Ekonomik olarak da bunları gerçekleştirmem mümkündü, o yüzden Ankara’dan ayrılmak istemedim. Bir
de 2 metreye 1 metre bir yerim var (İlhan Erdost’un mezarını kastediyor) o
yüzden de ayrılmadım buradan.
Aile tahliye sevinci yaşarken ( sağdan ikinci İlhan Erdost) |
1 yorum:
ali bey çalışmalarınızı takipediyorum başarılar dilerim faydalı bilgiler paylaşıyorsunuz.
Yorum Gönder