30 Aralık 2012 Pazar

ŞALVARLI PİCASSO


28.11.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi



ANKARA’NIN PİCASSO MARİFETLİ RESSAM KÖY KIZI: AYFER BOZKURT



Kazan’dan, kıvrıla kıvrıla, dalda bırakılmış, yarısı yere dökülmüş elmaların bahçeleri arasından 14 kilometre geliyoruz Tekke Köyü’ne. Köyün girişinde ilk, tertemiz, bakımlı türbesiyle Türkmen beylerinden Turasan Bey karşılıyor geleni. Aynı odada, yanında, evladı olmadığı için vakıflarına yönetici atadığı yeğeni Hızır Bali yatıyor. ‘Yeğenbey’ diye tanıyoruz biz onu. Şu Ulus’ta, Denizciler Caddesi’ndeki Yeğenbey Vergi Dairesi’nin adını aldığı hayırlı yeğen.
Kazan - Tekke Köyü


Turasan Bey’in, yaptırdığı zaviyenin vakfiyesine yazdırdıkları, nereye misafir olduğumuzu daha iyi anlatacak:
“Zaviyenin kapısı daima açık bulunacaktır. Giren girer, çıkan çıkar. İsteyen misafir olur gider, dileyen mücavir (komşu) olarak kalır. Geceyi geçirmek isteyen yatar, gitmek isteyen gider. Oradan misafir kovulmaz, azarlanmaz, men olunmaz, nasıl isterse öyle yapar. Misafire tabi olunur.”

Baba Hacı Bozkurt, Turasan Bey Camisi önünden karşıladı, en tepedeki evin kapısına geldik. Hava Kasım’a göre soğuk. Ayfer dış kapıda, bir gömlek, süveter bekliyor. Pırıl gözleri, güleç çehresiyle hoş geliyoruz. İç kapıda babaanne, içeride anne karşılıyor. Ayfer’in, duvarı resimlerle kaplı, sobasında buharı tüten demlik, çaydanlığıyla, aydınlık odasına geçiyoruz. Kanepe, koltuk var ama Ankara Kedisi gibi, sobanın dibindeki minderi kapıyorum.

Herkes güğümü, çanı görüyor
Hal hatır, hoş beş, sobada tüten demlikten birer bardak Ayfer’in karanfilli tarçınlı çayı dökülüyor bardağa. İlk değiliz biz, çok olmuş Ayfer’in gazeteden, televizyondan ziyaretçisi. Hiç öyle değil gibi; konu resim olunca ilk kez anlatıyor gibi heyecanlanıyor. Kazan’ın yerel gazetecileri, ilgi çeksin diye ‘Şalvarlı Picasso’ demiş, Ayfer gülümsüyor. Odasında, resimlerin kurumaması için soba yakmıyor ama bizim yüzümüzden yakmışlar. Sobaya yakın olanı, indiriyor duvardan. İndirdiği resimdeki simgeler geçidi, baş döndürüyor. Her şeyin kırık dökük çizildiği ilk resimlerinden. Sormamla anlatması bir:

Ayfer Bozkurt- Şu da küp. İçi falan delinmiş kırılmış. Şunlar mumlar, onlar da erimiş. Hiçbir şeyin tutulacak yanı yok, tamiri mümkün değil. Şu da çan, yani birisinin, yanlış şeylere takıldığını anlatıyor.

Ali İnandım- “Neredeyse resim yapmaya başladığında simgelerle anlatmaya da başladın” diyebilir miyiz?
Ayfer Bozkurt- İşte onu anlayamıyorum ben. Bunu yaşadım, bunu hissettim. Yaşadığım olay, anlatabildiğim olay buydu. Orada birileri olduğunu göstermiyorum ama herkes, sobanın üzerindeki güğümü, çanı görüyor.
Ali İnandım- Bunu bilinçli yapmadın yani?
Ayfer Bozkurt- Hayır hayır, keşke bilseydim belki başka yana yönlenirdim, belki daha güzel olurdu ya da daha kolay bir yoldan gelirdim.

Saçını kesip fırça yaptı
Ayfer, 1979 doğumlu. Yeteneği, ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası sırasında keşfediliyor. İbrahim Bitik İlkokulu’nda ilk sergisini açtığında henüz ilkokul mezunu. Ortaokulu ve liseyi, sonra dışarıdan bitiriyor. Bize anlattığı resim, ağabeyinin çalıştığı matbaadan getirdiği artık mürekkeplerden yaptığı ilk resimlerinden. Boya bulamıyor o zamanlar. Hatta fırçası bozulunca, saçını kesip fırça yapıyor. Köylük yerde resim aşkını, kendi çabasıyla yaşamaya çalışıyor. Hala da hiçbir resim eğitimi almışlığı yok.

Ali İnandım- Neydi seni matbaa mürekkebiyle resim, saçından fırça yapmaya itecek kadar kışkırtan şey?
Ayfer Bozkurt- İnsan duygulandığında şiir yazar, başka bir şey yapar, duygusunu ifade eder, adını koyar onun. Kimisi de anlatamaz, duygusunu içine atar, el işi yapar, bir şey yapar, o da öyle kafasında giderir onu. Ama ben istiyorum ki o duygumu bu şekilde, resim yaparak anlatayım. Hissettiğim olay şu, onu şöyle yaşadım, böyle anlatabilmek istiyorum. Ondan öncesinde manzara çiziyordum; işte köy, türbe… Ama TRT 2’deki Bob Ross’un programı, resim yapma isteğimi iyice tahrik etti.

Anlatırken durmadan bölünüyor, içeri gidip geliyor Ayfer. Birazdan bir sini geliyor ortaya, üstü donatılıyor. “Ne bu, ne oluyor?” demeye kalmadan sini de yer kalmıyor. Affınıza sığınarak sayıyorum hepsi birbirinden lezzetli öğle yemeğimizi: Mantı, pilavlı kavurma, kendi elleriyle yetiştirdiği minik bamyalardan yemeği, nohut, turşu, yeşil salata, çörek otlu yoğurt, dumanı tüten bazlama ve ardına kadayıf. Resimleri mi yemeği mi anlatmalıyım? Yemek yarışmalarına da giriyormuş 10 parmakta 10 marifet Ayferimiz. Turasan Bey’in karşıladığı köyün ikramı, vakfiyedeki sözlerin altını çizercesine mahcup eden bir misafirperverlik. Hiç hesapta yokken parmaklarımızı yiyoruz!

Resimlerini anlatmayı seviyor
Ayfer Bozkurt- Bayramda birileri gelir, önlerine bir şey ikram edemeden, o oraya sarkar, bu buraya sarkar, resim anlatacağım diye giderler yani! (Gülüyor)

Kendini anlatmayı değil, resimlerini anlatmayı seviyor Ayfer. Onları konuşmak istiyor.

Ali İnandım- Peki paylaşabildiğin birileri var mı?
Ayfer Bozkurt- Resim öğretmenim vardı, onunla paylaşıyordum. O da İzmir’e gitti, pek kimseyle konuşamıyorum şimdi.

Ocak 2010’da, Cinnah Caddesi’ndeki İlke Sanat Galerisi bir sergi açmış Ayfer’e. Bugüne kadar 60’a yakın eseri de satılmış bu arada. Ankara Valisi’nin eşi, Kazan Belediye Başkanı, Kaymakamı, öğretmenleri ve bürokratlar var alıcılar arasında. Bu arada vermekten vazgeçtiği 3 kitap kapağı tasarlamış.

Soyutlama yapmak istiyorum
Ali İnandım- Belirgin olarak 2-3 tarzda resimlerin var. Hangisi ağır basıyor?
Ayfer Bozkurt- Dün gece onu düşündüm; “benim bu tarzım niye ayakta geziyor, niye langır lungurum, niye bir şeyler oturmadı, ben neyim” diye düşündüm. Sonra şöyle dedim: “Ben  soyutlama yapmak istiyorum. Kendimi böyle anlatıyorum çünkü. Şunda anlatamıyorum (manzara resmi gösteriyor). Onu da yapmak istiyorum ama… Kaplumbağa Terbiyecisi var ya, ondaki detayları yapamıyorum sanki. Kafamda tam olmadı yani, bir şeyler çok eksik. Aynı oradaki detaylarla sürrealizmi karıştırarak sanki, “Benim tarzım bu olmalı” diye düşündüm. Bazen renklerim gidiyor, bazen görüntülerim gidiyor, bazen fikirlerim gidiyor.  Bocalayıp, duruyorum, yalpalıyorum, “Bu değilim” diyorum.
En sevdiği resmini anlatıyor

Bundan sonrası da gelir
Ali İnandım- Bundan sonra nasıl devam etmeyi düşünüyorsun?
Ayfer Bozkurt- İlk sergiden sonra insanlar beni yavaş yavaş kabul etmeye başladılar ya, sanki ben de artık “ben oyum” a doğru gitmeye başladım. Tv’de falan ressamları görüyorum, anlatırken anlıyorsunuz; onların da bulunduğu yere kolay gelmediğini, birçok kez törpülenmek zorunda kaldığını, yokluklarla falan karşılaştıklarını. Birgün onların yerinde olmayı çok istiyorum. Hatta burada değil de birçok kesime ulaşmak istiyorum. Buradaki değil, bir başka yerdeki insan da yorum yapabilsin, görebilsin duygularımı.
Kedimi daha iyi geliştirmek isterdim. Mutlaka üniversiteyi bitirmek isterdim ki artık yapacağım inşallah. Buraya kadar geldiysek bundan sonrası da gelir diye düşünüyorum.

Güzel Sanatlar okumak istiyor Ayfer ama birinci denemesi başarısız olmuş. Denemeye devam etmekte kararlı. Daha değerli olmayı hak eden doğuştan bir yetenek o, mutlaka değerini bulmalı.
Turasan ve Yeğen Beyler'in Türbesi

Köyün çıkışında, Turasan Bey’e uğruyor, bize bıraktığı erdemli vasiyeti ve nesli için ruhunu şad ediyoruz. Yarısı dalda yarısı dökülmüş kütür elmalar arasından kıvrıla kıvrıla, bir ferahlıkla Ankara’ya dönüyoruz. Bir mücevheriyle daha tanışmanın huzuruyla.


Hiç yorum yok: