16 Ağustos 2010 Pazartesi

ANAKARA'YI BÖYLE SEVMEK

14.08.2010 Milliyet-Ankara Eki

Bırakın milattan önceki Ankara’sını, sene 1925, rahmetli anam, o güzel tatlı Ankara şivesiyle Ankara’nın baharını şöyle tasvir ederdi:

“Elbaharda (İlkbahar) börtü böcek canlanır, bülbül siftah öter, sonra ibibik kuşu öter, daha sonra kırmızı yağmur böceği çıkar, kurt, kuş uyanır… Elbaharın müjdecisi çiğdeme benzer, adına “öksüz oğlan” derler, beyaz beyaz açar. Ardından çiğdem çıkar, daha sonra “kedi çırnağı” ve papatya bir döşenir ki oylum oylum… Hele arasına kol kol uzanan “kartlan kavuk” çiçeği karışırsa bir halı dokunurki, hele hele bu görkemli halının etrafını “kadımalak”la “teke sakalları” fırdolayı işlerse bu gelin kıza kim vurulup, yanmazki…

Rahmetli Şeref Erdoğdu beyefendinin, ‘Ankara’nın Tarihi Semt İsimleri ve Öyküleri’(*) kitabından birkaç satır. Halkbilimci kimliği, memur kimliğini aşan bir Ankaralı Şeref bey. Kitabın tamamlanmasına ömrü vefa etmemiş ama Ankaralılar Vakfı ve bir başka Ankara aşığı Güven Dinçer, bu eserin bize kazandırılmasında emek harcamışlar.

Kent Sevebilmek
İçten bir sevgi ve duru Türkçe’yle Ankara anlatan annenin, Şeref bey gibi bir oğlu olması kaçınılmazmış. Yaşamına sinmiş bu içtenlikli sevgiyi, kitaplarıyla taçlandırmış. İnsan sever gibi bir kent sevilebiliyormuş meğer.

Ankara’nın etrafını gökkuşağı gibi çeviren o zümrüt yeşili bağları düşündükçe içime bir ateş düşer, yanarım, kahrolurum. Bir hüzün, bir keder sarar her yanımı… sadece tatlı anılar, uçup giden benliğim, kitaplarda kalan balım, armudum, üzümüm, örfüm, görgüm, göreneğim, insanoğlunun elinde gitti…
Gökkuşağından bir demet, kıyıda köşede kalsaydı ne olurdu? Hepsi de beton yığınları altında kaldı.

Bir kitap tanıtımı değil, anımsatma yazısı yazıyoruz; unuttuk bazı duyguları. Annesi gibi, pamuklara sarıp, anlatıyor Ankara’yı Şeref bey. “Çocuğunu anlat” deseniz ancak bu kadar sevgi ve şefkat sözcükleri dökülür dilinizden. Çok uzun zaman sonra böyle çocuksu kent seven birine denk geliyorum. Elinizde 130 sayfalık bir kitap değil, bir kalp tutuyorsunuz sanki.

Ankara semtleri ve öyküler anlatılıyor ama ya her anlatılan semtte yaşamak ya da her anlatılan öykünün içinde olmak geliyor içinizden: “At Pazarı düzlüğü, Ankara Kalesi’nin altına düşer, burada bir yorgunluk çayı içelim. İçelim ya hangi demden… Önünde kirli bir peştamal, genç ve neşeli çaycı çırağı…
-Ustam.. tavşan kanı olsun, emmi dayınınki keklik kanı, hacı dayının nar dilimi… Hafız ağamınki gül şerbeti…” hem koşar hem de mani söyler gibi bağırır dururdu.

Sahip Çıkardık
Açıklayamadığım bir nedenle hep sevdim Ankara’yı ancak Şeref Erdoğdu’nun sevmesini kıskandım. Onun gibi sevebilsem belki tiftik keçisine, tavşanına, balına, leziz sularına, 38 çeşit armuduna, 10 çeşit üzümüne, her biri 300 gram elmasına, ceviz gibi vişnelerine sahip çıkardım. Soğuttular aramızı.

Kültür Bakanlığı, bu eserin yeni baskısını yapmamış ama unutulan bir duyguyu anımsatmak için unutulmaması gereken bir ismi andık yine de. Şu sözler de Şeref Erdoğdu’ya ait: “Benim eski Ankaram üzülme, ne yapalım. Başkent oldun, elbette bir tarafın yıkılacak, bir tarafın ihya olacak…

Biz anımsarsak çocuklarımız anımsayacak, biz seversek çocuklarımız da sevecek.

(*) T.C Kültür Bakanlığı Yayınları-Kültür Eserleri Dizisi/245

Hiç yorum yok: