3 Eylül 2011 Cumartesi

BİZİM BAYRAMLARIN FARKI


02.09.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Çifte bayram rehavetindeyiz. Ankara’nın, kireçlenmiş, kemikleşmiş sorunlarıyla bozmak gelmiyor içimden. En son 65 yıl önce, 1946’da denk gelmiş Zafer Bayramı ve Ramazan Bayramı aynı güne. Biraz daha sefasını süresi geliyor insanın. Tatlı rehavetin tadını çıkaracak  düşüncelere dalmak istiyor. Eski bayramları, yenileriyle kıyaslamadan sadece ‘bayram’a hakkını vermek istiyor. Niye veremiyoruz acaba?

Kelimelerde bayram
Kaşgarlı Mahmûd, ‘Dîvânü Lugati’t-Türk’ adıyla ilk büyük, ansiklopedik Türkçe sözlüğü yazmış kişidir. 11’inci yüzyılda, yani 10 yüzyıl önce yani bugünden bin yıl önce yazmıştır bu sözlüğü. Kitap, aynı zamanda, o günkü toplumsal tavrın da sözlüğü gibidir. Bu sözlüğün, bayramla ilgili kısmıyla ilgileneceğiz biz.

Bu sözlükte bayram, yardımlaşma, yarış ve sonunda eğlence demektir. Yardımlaşma ve yarışı içeren 191 kelime geçer sözlükte. Sadece yardımlaşma için 46, yarışma için 31 kelime geçer. Yardımlaşma ve yarışmayla ilgiliyse 114 kelime daha vardır. Bu nitelikte kelimeler, başka ülke sözlüklerinde seyrektir ama yardımlaşma ve yarışma geleneğinin terk edilmesiyle bizde çoğu ölmüş, gitmiştir. Hiçbiri, bugünkü Türkçe sözlüğümüzde yer almaz.

Türklerin sırrı
Ne anlam taşıyor olabilir bu kelimeler ve sayıları?” diyenlere: Yardımlaşma, toplumu daima birlik ve dayanışma içinde tutmak demekti. Bütün halk, ihtiyaç halinde, birbirine yardım eden bir aile gibiydi. Yarışma ise, toplumun ilerlemesi içindi. Her ikisi birleşince ortaya daima canlı, hareketli toplum çıkıyordu. İşte Türk toplumunun, tarihin her devrindeki etkinliğinin sırrı buydu. Eğlenceyse bayramların, az yer kaplayan kısmıydı.

Başka milletlerin bayramları da dayanışma, yarışma ve eğlenceyi amaçlar mutlaka ama bizim bayramlarımızın temel farkı, yardımlaşmadır bence. Her ne kadar sözlüklerdeki kelimeleri eksilmiş olsa da bir gelenek, derin bir sessizlikle annem ve babamdan bana ulaşabiliyor çünkü. Yardımları göze sokma modasının aksine derin geleneğimiz, bizi, bu çirkin modaya uymaktan alıkoyabiliyor hala. Maya var da çürütmeden devretmek marifet.

Ölmek istiyorum!
Bayramda, Darülaceze’den, huzurevlerinden yapılan haberleri, her zaman dikkatle izlerim. Memnun olanlar, şikayet edenler olur. Kimsesi kalmayanlar, şükreder genellikle. Asıl kimsesi olup ta oralara mahkum kalanlar yakar içinizi. “4 yıldır gelmediler yavrum” dedi bir teyzemiz. Yuh olsun, yuhlar olsun o evlada! Anasına, babasına sahip çıkmayan evlattan kime hayır gelir? Başka bir teyzemiz, ciğerimi ve kalbimi söktü, attı adeta: Önce huzurevinden ve çalışanlarından memnuniyetini anlata anlata bitiremedi. Gülüyor, gülümsüyor, şendi huzurevini anlatırken. Sonunda “En çok ölmek istiyorum yavrum, ölmek ve artık kurtulmak istiyorum” diye gözyaşlarına boğuldu. Yaşına göre dinç, sağlıklı ama çok ölmek istiyordu!

Bizim değil böyle bayram
Yaşını hesap edip, geriye döndüm. Onun terbiyesinde olmayan, onur kırıcı şeyler yaşıyordu. İnsan ölmek ister mi? Hele bayram gibi yaşam sevincini arttıran günlerde? Çok istiyordu. Şen görüntüsü yalandı. Kaşgarlı Mahmûd’un sözlüğündeki ‘yardımlaşma’ kelimelerini tüketmiş, şimdi kendi insanlarımızı tüketiyorduk. Bunlar, bizim bayramlarımız değildi. Bizimki  dayanışma ve gelişme üzerineydi. Ne kopardı bizi kökümüzden?

Bayram içinde ağır kaçtı, biliyorum. Kaçsın. Bu bayram ağır kaçar ama bir sonrakilere hafifletiriz belki vicdan yükümüzü. Döneriz belki kendimize has bayramın doğrusuna.

Not: Prof. Dr. Salim Koca hocamızın, sade ve öz ‘Eski Türkler’de Bayram ve Festivaller’ makalesi, ilgisi olanı yeterince bilgilendirecektir.

Hiç yorum yok: