26 Ekim 2011 Çarşamba

GÜLÜMSEMESİYLE KONUŞAN ADAM


25.10.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Geçtiğimiz Cuma, o adamı kaybettik; Hikmet Bila’yı. Kardeşi Fikret Bila’nın, ‘Ben Sonra Ağlarım Abi’ yazısını okuyunca boğazım tıkandı. Üstüne “Aman ne güzel anılarımız oldu” diye iki anı yazıp, kendime güldüremezdim milleti. Ama ‘son görev’, iki satır karalamak istiyor insan. Fikret abiden kopya çekip, yazısında yarım kalan en belirgin özelliğini tamamlamak istedim: Gülümsemesini…

1991’de, ‘Vehbi Koç Belgeseli’nde tanıştık, 1 buçuk yıl beraber çalıştık. Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı, Hikmet abinin metnini yazdığı, Mustafa Ünlü ve bendenizin de  baharatlarını ekleyip, fırında pişirmekle yükümlü olduğumuz belgeselde, biraya gelmiştik. Mustafa’yla ikimiz, Hikmet abiyle ilk kez çalışıyorduk. Ağzı var dili yok bir sessiz adam mübarek; itiraz etmiyor, ne sevindiğini ne üzüldüğünü ne de kızdığını anlamak imkansız. Tanışmayı tamamlayamıyoruz bir türlü.

Bir gün İstanbul’da, zamanında Vehbi Koç’un sağ kolu olan Bernar Nahum’la söyleşiyi bitirdik. Adadan vapurla dönüyoruz. Ciddi ifadeyle ama içinde şaka olan bir soru yönelttim Hikmet abiye. Sağını solunu bilmediğim için ciddi soruyorum; şakayı atlayıp, düz yanıt verirse işin ortasında papaz olmamıza gerek kalmayacak. Yok şakaya kızıp, terslerse belgeselin kalan günleri geçmek bilmez. Damlanın dalgaları gibi, dudaklarından gözlerine bir neşe yayıldı. Üstüne şakasını ekleyip, matrak  yanıtını verdi. Tanıştık!..

Gülümsemenin dili, çözülememişti henüz. 1997 yılında başlayan, 2 yıl süren, başka bir belgeselde, yeniden bir araya geldi aynı ekip; '12 Eylül Belgeseli'. Önceki belgesele göre daha sık beraber oluyor, memleketi daha sık kurtarıyorduk masalarda. Birgün jetonum düştü: Hikmet abi, az konuşuyor ama her şeyi, gülümsemesiyle anlatıyordu. Üzülmesi, beğenmesi, kızması, sevinmesi, onaylaması, hepsi gülümsemesinden anlaşılabilirdi. Örneğin bir müstehzi gülümsemeyi, iki ayrı işlevle kullanabiliyordu: “Yutmadım numaranı” ya da “Aferin, güzeldi” gibi. Bazı gülümsemeleri kahkahaydı örneğin. Adadan dönerken sorumu, kahkahayla yanıtlıyormuş aslında, anlamak 7 yılımı aldı. Okumayı becermek gerekiyormuş. Gülümserken düşündüren adam!..

Yeni nesil pek bilmez ama eskiden büyüklerimiz, sadece bakışları ve yüz ifadeleriyle konuşurdu neredeyse. Sözden tasarruf ederlerdi. Ağızdan çıkan lafın, amacını aşma tehlikesi çok yüksektir. Bir adamın içi doluysa o bakışlar ve ifadeler yeterdi zaten. Arif olan anlardı yani. Hikmet abinin tarzıysa dedesini, babasını bile tereddüte düşürebilirdi. Duygu frenleri, bir  tabirle ‘kazık’ gibiydi. Hiçbir zeminde kaydırmazdı pek. Çenesi kalabalık, içi boş meslektaşlar devrinde, son ibretlik abilerdendi.

-       Hikmet abi, cümleyi şöyle değiştirdik.
-       Daha iyi olmuş Alicim.
-       Hikmet abi, şöyle iki cümle ekleyebilir misin?
-       İyi olur, zayıftı zaten o paragraf.
-       Hikmet abi, sinir ettin beni, tiyatrodan kavga edelim bari!
-       Ayıp ettin abisi, akşam Bebek’te buluşuyoruz o zaman.

Abisi’… Çocukluğumuzda, abilerin, sevgi sözcüğüydü. 20 yıl olmuştu duymayalı. Bebek’te, her zaman gittiğimiz restoranda, tiyatrodan bile kavga etmeyi beceremedik. Sandalyesinde, dövecekmiş gibi kaşlarını çatarak doğrulur, “Bravo, güzel saptama” derdi. Ordinaryüs profesör oldum zannederdim!

Hikmet abiyle hep keyifli zaman geçirdim ben. Vefatından bir hafta önce, kahkaha damga vurdu sohbetimize. Gülümsemeye sindirilen değil, bildiğiniz kahkaha. Kahkahalarla vedalaştık. Ağlamasını sonraya saklayan Fikret abiye, gözyaşları dudaklarına sarkmadan önce Hikmet abinin, müstehzi gülümsemesini anımsatmak istiyorum. Kardeş acısını soğutmaya, o gülümsemeden daha şifalı bir merhem, arasa da bulunmaz diye.

Hiç yorum yok: