19 Ekim 2011 Çarşamba

KAÇ ANKARA VAR?


18.10.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Çocuk kitaplarında, elinde çiçeklerle şen şakrak kırlarda koşan çocuk resimleri olur ya? O çocuğu çıkarın, yerine laylay lom çiçeklerle seğirten koca adam, beni koyun. Bu kadar saf, dünyadan habersiz hissettim. “Büyüyememişim herhalde” dedim. Üzüntüm de çocuğunki kadar aşırı oldu. Büyüyünce iyi bir şey yapılmaz sanacak çocuklar!



Böyle başkent olunur mu?

Bu köşeden biliyorsunuz; fırsatını bulunca Ankaralılar’a, bir araya gelmeleri, bazı gelişmeler karşısında ortak tavır almaları için çağrıda bulunuyoruz. Kentin ortak çıkarlarını gözetecek bir lobinin, olmayışından şikayet ediyoruz. Ankara vekillerimize, bu lobinin oluşmasına öncülük etmeleri için sesleniyor, sesleniyoruz. Uzay sessizliğinden başka bir yanıt alamıyoruz!



Ne ileri gelenleri ne de geriden takip edenleri ortak çıkarlarda bir araya gelebiliyor. ‘Görünmez insanlar’ şehri sanki; konu Ankara’ysa ‘görünmez’ oluyor herkes. Ancak kişisel çıkarlar söz konusu olunca, gözünüzü çıkarırcasına  beliriveriyor şeffaf bedenleri. Ankara’yı, böyle başkent yapabilir miydi Ankaralılar?



Buruk ödül

Yine ne oldu felaket tellalı?” diyor bakışlarınız. Ne olduysa 13 Ekim’de oldu. Ankara’nın, başkent oluşunun yıldönümünde. Ödül daveti almıştık. Ankara’ya katkısı olanlara verilecekti. Ancak Milliyet Ankara Gazetesi Koordinatörü Ayhan Aydemir ve bendeniz aynı ödülü paylaşıyor görünüyorduk. Gazetemizle ne kadar övünsek azdı. Aa, meğer Ayhan Aydemir Büyükşehir Belediyesi’nin, bendeniz de 79 yaşında köklü bir Ankara derneği olan Ankara Kulübü’nün verdiği ödülü alacakmışım! İki ayrı Ankaralı yani. Çocuk kitabındaki saflığımla şenlendim.



Resim Heykel Müzesi’ni dolduran kalabalıktan, en sık duyduğum cümleyle kendime geldim; “Olmadı böyle ayrılık gayrılık.” Doğru ya, kaç tane Ankara var ki bayramı, kutlaması ayrı gayrı olsun? Kaç Ankara başkent olmuş ki ayrı gayrı başkentliği kutlansın. Bilmediğimiz başka kutlamalar varsa eğer Allahını seven bana haber vermesin. Çok üzüldüm. Hakikaten ayrılık gayrılık gibi olmuştu. Tekvücut Ankaralılar olarak kutlayamamıştık başkent oluşumuzu.



Arada kalan Valilik

Ankara Valiliğimiz, tüm etkinliklere elinden gelen katkıyı yapmıştı. Önemli olan kutlamalardı çünkü. Bu ayrı gayrılığa ilişkin tek bir harf şikayetlerini duymadım ama bir kentin baş sorumlusu olarak katkılarını, buruk bir çabayla gerçekleştirdiklerini tahmin ediyorum. Böyle milli bir günde tercih mi yapacaklardı?



Ayrı gayrılığı eksikti

Geçtiğimiz yılın 13 Ekim’ini ve 27 Aralık’ını düşündüm; başkent oluşumuz ve Ata’nın, Dikmen sırtlarında karşılanış günlerini. Taze bir Ankara yazarı olarak dikkatimden kaçana üzüldüm. Vardı da fark etmemiş miydim? Herşeyi tamammış gibi ayrı gayrılığı mı eksikti Ankara’nın? Dar salonlar yerine Arena Spor Salonu ya da stadyumlar, meydanlar dolusu Ankaralı’yla kutlanmalıydı özel günleri. Siyasetler ve çıkarlarüstü günler bu günler. Bu günler de bir araya gelemeyen kent, ekonomik çıkarları için bir araya gelebilir miydi?



Son 13 Ekim’le son olsun

Konu, biliniyor ama ilişilmez bir gizem gibi seslendirilmiyormuş. Niyesini bilmiyorum ama seslendirilemeyecek kadar gizemli bir konuysa eğer, şu an itibariyle kendi başımı yemekle meşgul olduğumu söyleyebiliriz!


Bir tane 27 Aralık, Dikmen sırtlarından Ankara’ya giren bir tane Mustafa Kemal var. Bir tane 13 Ekim, Türkiye’nin bir tane Ankarası, bir tane başkenti var. 13 Ekim’i feda ettik önümüz 27 Aralık. Son 13 Ekim’le son olsun. Ayrılıktan birlik doğmaz, 27 Aralık’ta yeniden birleşip, bu çıkmazda daha da oyalanmayalım artık.

Hiç yorum yok: