14 Mayıs 2013 Salı

KAYMAKLI DİL KADAYIFI


14.05.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Metroda gidiyoruz, kafa karıştıran ilana ilişti gözüm; “Osmanlı Türkçesi Öğretiyoruz” gibi bir şeydi. Bir vakıf öğreten. “Niye ‘Osmanlıca’ denmemişki?” diye düşündüm.  Neredeyse Türkçe yok ki içinde, varmış gibi “Osmanlı Türkçesi” diyelim. 6 yüzyıl boyunca günden güne Arapça ve Farsça’nın ağır basıp, Türkçeyi ezip, yok ettiği, çok ağdalı bir dil olmuş Osmanlıca. Halk anlamıyor, günlük yaşamda kullanılmıyor. Saray ve seçkinler kullanıyor, içinde kalan numunelik Türkçe de halkın anlamasına yetmiyor. Halkı, kendi sarayından, yöneticilerinden koparmış, dar bir çevrenin dili. ‘Türkçe’yi arkasına ekleyince herkes konuşuyormuş gibi anlaşılıyor. Değil ama…



Sadeyken de güçlü dil

Dilbilimci Emin Özdemir, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu’ndan (şimdi İletişim Fakültesi oldu) hocamızdı. Türkçe’nin, ekmek kadayıfı gibi, dilin üzerinden lezzetle kayarak konuşulabildiğini, doğru sözcükler arka arkaya dizilince kulağa melodisi çok zengin bir müzik gibi geldiğini onda gördük, onunla öğrendik. Zihnim dinlenirdi dersinde; duru, sade anlatır ama gösterişsiz tarzının, akılda çok kalıcı bir etkisi olurdu üzerimizde. Birgün, “Emin hocam, tarzınıza, ‘kaymaklı dil kadayıfıdemek istiyorum” dedim. “Oo güzelmiş, tamam, diyebilirsin” diye şakalaştık. Doğru kullanılınca sadeyken bile güçlü bir dilmiş Türkçe, dilimizi sevmiştik.



Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde, ‘Dil ve Yurttaşlık’ başlıklı bir söyleşi yapmış Emin hocamız. Ne yazık, haberimiz olmadı, kendi ağzından dinleyemedik. Hala her konuşmasından bir şeyler öğrendiğimiz, dil konusunda yetkin bir isimdir. Türk Dil Kurumu’ndan sonra Dil Derneği’nde hiç ara vermeden  çalışmalarına devam ediyor. Yine ağzından bal damlamış hocamızın, çeri çöpü gösteren berrak dereler akmış.



Türkilizce

O dönemde Osmanlıca, Türkçe’nin yatağını öyle bir doldurmaya başladı ki bir insan kendi dilinde bile düşünemez hale geldi. İşte bu nedenle o dönemde bilim adamları yoktur. Bu kısırlığın altında yatan dildir” demiş.

Bir zamanlar Arapça ve Farsça’nın etkisinde olan Türkçe’nin, şimdi de İngilizce ve Fransızcanın etkisi altına girdiğini belirtip, “Duygumuzu, düşüncemizi anlatabilmek için, bir dilin bizi birbirimize bağlayabilmesi için, o dilin yabancı ögelerle doldurulmaması gerekir” demiş.

Bugün ne yazık ki Türkçe değil, Türkilizce konuşuyoruz” deyip, vermiş örnekleri: “İnsanlar, sevincini anlatmak için ‘süper’, hayranlıklarını anlatmak için ‘vaav’ diyor. ‘Check-up(çekap)’ yaptırmak için ‘international hospitallere’ (uluslararası hastane), ‘weekend (hafta sonu)’ geçirmek için ‘the hotel’lere gidiyorlar. İçki içmiyor, ‘drink’ alıyorlar. ‘Kritik, ajitasyon, asimilasyon’ gibi sözcükler, seçkinciliğin belirtisi oldu” demiş. Ben daha fazla söylediğini biliyorum,  hocam yine az söylemiş. Fazlası ‘Sözcüklerin Vicdanı’ kitabındaydı.



Berrak dere akar

Emin Özdemir hocamız, emekli oldu ama hala okulun en sevilen hocalarındandır. Türkçeyi sever, sevdiği gibi de sevdirmesini bilir. Her öğrencisi, zorla değil, gönüllü sevmiştir dilini. Dil Derneği’nde, güzel ve temiz Türkçe’nin peşinde koşmaya devam ediyor. Her fırsatta konuşmalarını, sade, duru, berrak anlatımını dinlemeye çalışırım. Kulağı yormayan pırıl pırıl bir dere akar o konuşurken. İyi hissederim, iyi olurum o gün. Mübarek elleri öpülesi, hoca gibi hocadır Emin hoca.


Osmanlıca öğrenmeyecek miyiz peki? Öğreneceğiz tabii, yüzlerce yıllık koca bir Osmanlı arşivi bizi bekliyor çünkü. Ama uzmanı lazım bize. Osmanlıca, sokakta kullanılan bir dil değil. Yeterince kopukluk var, dilimizde ve aramızda bir gedik daha açmanın hiç zamanı değil.

Hiç yorum yok: