26 Nisan 2017 Çarşamba

ŞEHRİNİ YÖNETEMEYEN ŞEHİRLİLER



25.04.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi


Eskiden 300’müş, bugünkü ölçeklere göre 300 bini aşmaması gerekir deniyor şehirlinin kendi şehri üzerinde söz sahibi olabilmesi için. Şehrin yönetimine katılması, yönetimi denetlemesi için gereken en fazla nüfus oranı buymuş. Bu ölçü aşılınca demokrasi bitiyormuş.

Artık bir yönetici seçiyorsunuz ki büyük ihtimal kendisini yakinen hiç tanımıyorsunuz, yine onun tanımadığınız profesyonel yöneticileriyle sizi ilgilendiren birçok karardan haberiniz bile olmadan yönetiliyorsunuz. Diyelim 100 bin kişilik bir şehirde bile belediye başkanı pek çok kişiyle tanışıp selamlaşırken nüfus 300 bini geçince selamlaşmak bir yana hemşehrilik bağları kopmaya başlıyor.

Tüketici demokrasisi
Hemşehrilik bağları kopanın yurttaşlık bilinci zayıflıyor, yönetimini yönlendiremediğiniz şehirde, şehre de yönetimine de demokrasiye de yabancılaşıyoruz. Şehir idaresinin müşterisi oluyor, çalışan, tüketen, vergisini veren birer tüketiciye dönüşüyoruz. Hizmet vermekle yükümlü bir kamu kurumu olan belediye hizmeti satıyor, biz de vergimizin karşılığı olması gereken hizmeti alıyoruz ürün gibi. ‘Tüketici demokrasisi’ oluşuyor.
İşi şehirlinin yaşamını kolaylaştırmak olan kurum ya da kurumlarla şehirlinin bağı, yol-su-elektrik-ulaşım gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında dahi müşteri-şirket ilişkisine indirgeniyor. Üstüne toplumsal ihtiyaç ve taleplerle örtüşmeyen bir şehirleşme ile biçimleniyorsa şehir, yurttaşlık, hemşehrilik kavramlarıyla beraber şehre olan aidiyet bağı da zayıflıyor.

Devletin geleceğiyle de ilgili
Yöneticinin kişiliğine, ekibinin duyarlılığına terk ediliyor şehirlinin kaderi. Güzel şehirler oluşturabilen yöneticiler olsa da ülkede, ülke çapında istisna kalmaktan kurtulamıyorlar, insan doğasına aykırı vahşi şehirleşmenin kollarına terk ediliyoruz günden güne. Rant ve yanlış kentsel dönüşüm makasına alınan şehirli, şehrinde şehrine yabancılaşıyor. Oysa görülüyor ki yurttaşlık bağlarıyla değerlendirilince şehirleşme, devletin geleceğiyle de ne kadar yakın ilişkiliymiş.

Kargaşa içindeki bir şehri yönetmek, düzenli bir şehri yönetmekten her zaman daha kolaydır” der işi bilen şehir yöneticileri. 1939’da sonlandırılan Hermann Jansen’in Ankara Şehir Planı’ndan sonra dikiş tutmuyor başkent. Aksine şehirciliğin temel kuralları bir bir çiğnenerek kirli bir yağ lekesi gibi yayılıyor ülkenin başşehri olduğu halde.

Bu yüzden mi sahipsiz?
Bu yüzden midir acaba Ankara’nın sahipsizliği? Kentiyle yurttaşlık, hemşehrilik bağları koparıldığı, sakinlerinin yönetiminde sözü geçmediği, demokrasisi olmadığı için mi yalnız ve çaresiz bir şehirdir vahşi müdahaleler, dönüşümlere karşı?

Nüfusu 9 milyondan başlayan şehirlere ‘megakent’ deniyor. Daha 5 buçuk milyonu bulmamışken insan doğasına aykırı böyle hoyratça hırpalanan bir şehir, Japonya’nın başkenti 35 milyonluk Tokyo’nun nüfusuna yaklaştığında neye benzeyecek? Cehenneme mi?

Dünyanın her modası doğru diye bir şey yok, iyilerini, doğrularını alırsınız. Her ülke kendi geleceğinden, çocuklarından sorumlu. İyi şehirler bırakmazsanız çocuklarınıza, sağlam bir millet ve devlet de bırakamıyormuşsunuz geleceğe demek. Şehirlinin şehirde söz sahibi olması, hiç de öyle romantik bir kavram değilmiş ya meğer!

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Anlayana
Sivrisinek saz ✔
Teşekkürler Sayın Ali İnandım.

Unknown dedi ki...

Anlayana
Sivrisinek saz ✔
Teşekkürler Sayın Ali İnandım.