3 Mayıs 2011 Salı

MİSKET ANKACAN

03.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Arena Spor Salonu bahçesinde, çocuklar coşkulu. Elimde çayla keyifleniyorum. Çocuk olan yerde, ses oluyor. Uyumsuz çığlıklar halinde ama yaşam dolu. Ciyak ciyak ağlasa bile yaşam, en yalın haliyle çocukların sesinden yayılıyor. 23 Nisan’ı başka şehirlere yollayan Ankara, Dünya Çocuk Oyunları’yla çocukları geri çağırıyor.



Gidene üzülüp, gelene sevinirken ayaklarım yerden kesiliyor, neye uğradığımı şaşırıyorum. “Hidayete erdim, evliyalara karışıyorum, Arena’dan havalanmak nasipmiş çok şükür” diyeceğim, elimdeki sıcak çay dökülüp, canımı yakmasa. Eren adamın, canını bir şey yakabilir mi? Oyunların maskotu Misket’in kucağında, arabaların arasından koşarak Gençlik Parkı’na doğru, karşıya geçiyoruz. Yangından ilk kurtarılacak kırmızı noktalı arşiv dolabı gibi kaçırıyor beni. 2 metrelik maskotu gören yavaşlıyor, geç gören “iyyykkk” diye frene basıyor. Sonra aval aval seyreliyor alemi!



Çabuk atıyorum sersemliği. Maskot kostümünün içini, adım gibi biliyorum; Ankara Canavarı Ankacan bu! Gençlik Parkı’na girince Ankara kedisi, kafasını çıkarıyor. Pis pis sırıtan Ankacan çıkıyor içinden. Kendisi zaten kostüm kadar, nasıl sığmışsa içine?



- Heh heh hee.. nasıl fikir?

- Canım kardeşim, senin canavarlığın bana mı? Korkutulacak adam mı yok Ankara’da, niye benim yüreğime indirmeye çalışıyorsun?   

- Heh heh heh!..



Havuzun çevresinden İtfaiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçiyoruz. Kafası insan, vücudu kedi biriyle yürüyorum. Koca kafası elinden sarkan bir kediyle.

- Neye borçluyuz bu suikastinizi?
- Fena mı oldu Çocuk Oyunları?

- Olur mu hiç, çocuklar her zaman Ankara’ya yakışır. Hele 23 Nisanlar’da… Açılışı kaçırdım, çok görkemliymiş.

- Görkemliydi vallahi, kıpır kıpır oldum.

- Keşke 23 Nisan töreni de aynı görkemde düzenlenebilseydi.

- Keşke…



Suskunluk oluyor. Biraz susmuşken Gençlik Parkı’nı tarıyoruz beraber. “Ağacı, yeşili eksildi sanki bu parkın?” “Düzenlemesine düzenlendi ama eksildi yeşili, doğru” diyor Ankara kedisi,“Fazla taş oldu park.” Acıktım.


- Bit Pazarı’nın girişindeki kokoreççiyi biliyor musun?

- Girerken sağda.

- Yer misin?

- Yemem mi!

Havuz çevresinden kıvrılarak devam ediyoruz. Sorular başlıyor:


- Ekonomisi küçülüyor mu hakikaten Ankara’nın?

- Türkiye İstatistik Kurumu ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın rakamları, küçüldüğünü söylüyor.

- Nüfusu artıyormuş. Ekonomi küçülürken nasıl artıyor?

- Toprağından, tezgahından ümidini kesen çiftçi, esnaf, çareyi Ankara’da arıyor herhalde. Ama gelenler, Ankara’da ekmek bulmak için yeterli donanıma sahip değillermiş maalesef.

- Expo 2020’yi alabilir miyiz?

- Kaçmış trenin arkasından koşuyoruz. Kaçırılmamış trenler bekliyor halbuki Ankara Garı’na girmek için. Onları yakalamalıyız. ‘Fuar’ treni, ‘Bilişim Vadisi’ treni, ‘Turizm ve Ankara Kalesi’ treni, ‘Sağlık’ ve ‘Eğitim’ trenleri… Bu trenleri Gar’a yanaştırıp, onların yükünü indirmeliyiz. Bu trenlerin de çok değerli yükleri var. Saptanmış fuar alanını açacağımıza, kaçmış trenin arkasından koşmakla eğleşiyoruz. Aklı çok karışık Ankara’nın.



Kokoreççiden içeri giriyoruz. Ben 2 yarım, Ankacan, başlangıç için 4 yarım söylüyor. Ekmekleri kendine özel, normal ekmek gibi değil. Kokoreçleri beklerken…


- Kale çok önemli Ankacan, çokk! Bütün gün oralardasın, var mı bir gelişme?

- Canından bezdi Kale esnafı. Hızlı tren çağında, kağnıdan beter Kale.

- Tarihine küskün kent, yürür mü? Ankara’nın eklemleri kireçlenmiş hareketsizlikten. Gelişmelere, gıcırdamaktan tepki veremiyor. Verene kadar başkaları alıp, yürüyor. Kale, derhal fethedilmeli!

- Senin şu eğitim, meslek okulu yazıların…

- Girme o konuya, kokoreçler soğuyacak.

- Havacılık, savunma sanayisi?

- Olur o iş.

- Seçim?

- Seni görmeyen vekili tanıma.


Yanına acılı şalgam söylüyoruz. Bol baharatlı, Çubuk biber turşulu, acılı mı acılı kokoreçleri gümletiyoruz. Acıdan burnum akıyor, gözüm yaşarıyor. Durduk yerde eziyet ediyoruz kendimize; acıyı kabullenmiş, eziyeti zevk edinen Ankara gibi!

Hiç yorum yok: