2 Nisan 2011 Cumartesi

FİDANLARIN TANIŞMA ZAMANI


01.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yaklaşık 20 yıl önce, sırt çantamla dolaşıyorum. Trabzon’da, Maçka yaylalarını gözüme kestirdim. İhtişamlı bir orman içinden ağaç büyümeyen yüksekliğe çıktık; Hocamezarı yaylasından, daha yukarıdaki Camiboğazı yaylasına. Her yer keltoş! 2 bin 200 metreyi hayli hayli aştık yani. İlk kez tanıştığım Karadenizli dostlarım, Kadırga Şenlikleri var diye bir hafta oyaladı beni yaylada. Bir hafta sonra, şenlikten bir gün önce aşağıda, Gümüşhane yönüne doğru, aralarında Şamanlı diye andıkları köye indik. İndik ama gelirken içinden geçtiğimiz ormandan eser yok. İn in yok!

Yangın mı çıktı?
Çantamı aldılar, hemen ‘Acı Su’ dedikleri, çeşmesinden maden suyu akan, yokuşaşağı bir yere götürdüler. Kahve niyetine sadece ocağın sığdığı yarım kapalı küçük bir baraka, açıkta 4 sandalye ve tümseklere ilişen ahaliyle çeşmeyi sayarsak toplam 20 metrekare bir yer. Müşteriler, tespih tanesi gibi dizilmiş bastonlu amcalar. Selam, kimsin, nerden geliyor nereye gidiyorsun derken en konuşkan olana doğru sordum: “Amcalar, yangın mı çıktı köyde, niye hiç ağaç yok, çıplak tepeler?” Evlerin dibinde erik, vişne ağaçlarını gördüm. İklim uygun, yükseklik uygun, merak ettim burası niye keltoş.

Sessizlik oldu. Uzadı. “Hah.. geldi papaz efendi, 10 dakikası dolmadan tahkikata başladı!” sessizliği. En sessizi bozdu sessizliği ve sohbetin seyri şöyle gelişti:
- Yok, yangın değil, kesile kesile bitti ağaç.
- Kim bitirdi, sizin köy mü?
- Kaçak kesenler de oluyor tabii.
- Amcalar, her kesilenin tohumundan, kozalağından, dalından yanına sokuştursanız bitmezdi. Bu ne yahu atom bombası atılmış Japon mahallesi gibi. Burada toplanıyorsunuz, güneşin alnında, oturuyorsunuz. Bir fidan dikseniz gölgesinde oturuyor olurduk şimdi.

Şakayla karışık
Sessizlik. Yaşımın gençliği, konuşmamın dikliğiyle 10 dakikada dayağı hak eden kabiliyetimi ispat etmiştim. Şen şakrak beni getiren gençler, bir de tozumu alsa niye aldınız diye sormam, kendim de fark ettim. “Gençler, can sıkıntılarını anlattı yol boyunca, dikiversinler işte her bahar, sonbahar” diye uzattım; yediğim dayağa değsin bari diye!

Amcalardan biri bastonu kaldırdı, bana doğru salladı; “Doğru diy uşak” dedi. “Amcacım, doğru söylüyorum diye dövecek misin beni, bastonu niye kaldırıyorsun?” diye takıldım. Yaşlılar “eh eh eh!..” biz, gençler, “keh keh keh!..” diye gülüştük. Konu konuyu açtı, 2 saat sürdü sohbet.

Karadeniz Ereğlisi’nde büyüdüm. Yeşilin, dikmeden fışkırdığı bir yerde. Ama her yıl ilkbaharda, okulun her sınıfı, mutlaka ağaç dikmeye götürülürdü. Ereğli çevresinde neresi çıplaksa oraya giderdik. 20-30 kilometre uzaklarda fidanlarımız vardı. Hocalarımız ve Orman İşletmesi’nin görevlileri, tarif eder ama fidanları ellerimizle dikmemize karışmazdı. Biz pikniğe başlayınca, görevliler arkamızdan tek tek kontrol ederdi fidanları. Geçerken hala gururla bakarım ağaçlarımıza.

Fidanlar fidanlarla tanışacak
Bir insan, bir saatte yaklaşık 53 litre oksijen tüketiyor. Bir yaprak, bir saat içinde yaklaşık 5 mililitre oksijen üretiyor. İnsanoğlu açlığa 60 gün, susuzluğa 6 gün, havasızlığa ancak 6 dakika dayanabiliyor. Her yıl olduğu gibi bu yılda fidan diken genç haberleri, içimi ferahlatıyor. Bir fidan, başka bir fidanla tanışıyor. İki fidan, beraber, ağaç olacaklar. Ağaç fidanlarımız ve fidan çocuklarımız, bize, havası güzel, kendi güzel bir Ankara hazırlayacaklar.

Hiç yorum yok: