13 Ekim 2010 Çarşamba

TARİHİ ÇIKINTILAR

11.10.2010 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ilık bir akşamüzeri. Ani bastıran soğuklardan birkaç gün önce. En güzel akşam güneşini, yine sonbahara saklamış Ankara. Akköprü’den Kale’ye doğru bakıyorum. Alaca bir güvercin gibi berrak akşam güneşiyle yıkanıyor Kale. O güzelim ışığı, sadece kendisine çekiyor, çevresinden ayrılıp, gözlerinizi alıyor adeta. Uzun süre izledim akşam şenliğini. Çok huzur vericiydi.

Bir ara güneşin açısı mı denk geldi nedir, huzur kısa sürdü, manzara keyfi asabiyetle kursağıma dizildi. Nasıl bu kadar dikkatimden kaçmış olabilir, sinirimden hayret bile edemedim. Galiba Ankaralılar gibi kanıksama hastalığına tutuluyorum!

Tarihi Ankara Kalesi’nin burçlarında, sonbaharda yaprakları dökülmüş çalılar gibi sap sap çıkıntıların yükseldiğini fark ettim. Üstelik dedim ya “güneşin açısı denk geldi”, bırakın parlamayı, cayır cayır yanıyor soğuk metaller. Anten bunlar!!!

Metal Çalılık
Ankara’nın, kalan bir avuçluk tarihi eserinden, resimlere, fotoğraflara konu simge silüetinden, burcun en tepesinde dalgalanan bayrağımızı gölgeleyen metal bir çalılık yükseliyordu. “Aman tarihine sahip çıkalım, yokolmaya yüz tutmuş Kale ve çevresine gözümüz gibi bakalım, canlandırıp, ayaklandıralım” diye dertlenirken gözümden kaçana inanamadım. Ankara Kalesi’ni, antenli fotoğraflayıp, resimleyeceğiz bundan sonra. “En tarihi Ankara, burası” diyeceğimiz yeri. Sanırsınız ki bu teknolojinin mucidi Ankara ve simgesini de götürmüş, en muteber tepesinde sergiliyor.

Ankara’ya ilk kez gelen yabancı bir misafiri ağırladığımı hayal ediyorum. Turisti, ikna çabalarım geliyor gözümün önüne:

- Efendim, anten, Frigler zamanında icat edilmiş bir şeydir. İcat etmiş ancak zamansız ettikleri için buraya dikildiğiyle kalmış. Persler, Helenler, Galatlar, Romalılar, “bu kutsal bir şey galiba” diye Frigler’i taklit etmiş, birer tane de onlar dikmiş. Arkasından Bizans, Selçuklu, Osmanlı derken simgesi anten olan kentimiz, günümüze kadar gelmiştir. Ciddi bir şey konuşuyorum, ne gülüyorsunuz arkadaşım?
- ..!
- Asfaltla, çimento da öyledir mesela. Selçuklu geldiğinde,  bu sokaklar asfaltlıymış. Mescitlerin, hanların, hamamların, hanelerin duvarları kaymak gibiymiş. Çimentonun keşfiyle bütün eskiyi sıvamışlar. Biz, sıvanmış ve asfaltlı devraldık Ankara’yı. Şu kale duvarlarını da sıvadık mı, Potala Manastırı, gölgede kalacak, göreceksiniz. Düzen, tertip seviyoruz biz.
- ..!
- Böyle sansar gibi sırıtan adamı da hiç sevmem!

Çıkıntı Çıkıntıya Takılır
Daha iyi savunması olan söylesin; Ankara’nın, en tarihi yerine dikilen antenleri nasıl açıklayacağımızı. Ankara’ya, yeni simge aranıyordu, aramasınlar boşuna. Bazı konulardaki rahatlığımız, ürkütüyor insanı.

Ankara’nın simgesi Kale silüeti, metal çıkıntılarıyla yeni bir çehre kazanmıştır. ‘Tarihi Anten Tepesi’ deriz artık oraya. Bağrına saplanan süngülerle kan kaybetmeye devam eder Ankara.

Bir çıkıntılık varsa eğer, gördüğünüz gibi, bir başka çıkıntı da gelip, takılıveriyor işte böyle. Böyle çıkıntıya takılmamak mümkün değil. Hangi çıkıntı daha makbuldür, onu da size bırakıyoruz.

Hiç yorum yok: