14 Ekim 2010 Perşembe

ÜLKESİNİN BAŞKENTİ

13.10.2010 Milliyet-Ankara Gazetesi

“Bir geminin topunun telaşına düşecek yerde hükümet merkezi olamaz” demiş Mustafa Kemal Atatürk. 1912-1913 yılları arasındaki Balkan Harbi sırasında İkdam Gazetesi yazarı Ahmet Ferit Bey, daha o yıllarda, “Millet ve memleketin selameti için başkentin, vatanın merkezine ve milletin kalbine kurulması gerekir” diye kehanette bulunmuş. Hatta İngiliz Avam Kamarası’nda, Başbakan bir soruyu şöyle yanıtlamış: “Haşmetli kral hazretlerinin zırhlılarının hedefi olabilecek bir hükümet görmek , Toros Dağları’nın öbür tarafına çekilmiş bir hükümet görmekten yeğdir”(*).

Ankara sokaklarında, Ankaralılar ya da herhangi bir vatandaş olarak dolaşıyorsak eğer, anımsamamız gereken şeyler var. Zorunuza gitmesin; Ankara’da doğmuş büyümüş, okumuş, üniversiteyi bitirip, Ulus’u, Kale’yi görmemiş çocuklar yetişiyor başkentte. 20 yıl önce de tanımıştım, 20 yıl sonra, bir ay önce, yenisiyle tanıştım. Kentinin ve devletinin yeniden doğduğu merkezi görmemiş hayırlı evlatlar!..

Sıkan Tartışma
Dünya’da, dönüp dönüp, başkentinin yeriyle, kudretiyle ilgili tartışma açan kaç millet vardır acaba? Teknolojinin, her alanda uçup, gittiği bir çağda, böyle anlamsız bir tartışma açan. Neredeyse evde, oturduğunuz yerden devlet, uzaktan kumandayla bir odadan savaşlar yönetebilecek gelişmelerin içinde yaşarken. Bize, rahat batıyor!

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Ankara’nın başkent olması görüşülürken Celal Nuri Bey, “Bir hükümet, hususiyle vatanın asıl parçalarının en büyüğü, yüzde doksan beşi Anadolu’da olursa ve o hükümet İstanbul’da bulundukça Anadolu’yu, biraz güçlükle düşünür” demiş. Besim Atalay Bey, çok nazik bir noktaya dikkat çekmiş: “ Dikkat ediniz. Göreceksiniz ki yeryüzünde iki türlü payıtaht (başkent) var: Bir müstemleke (sömürge) payıtahtları, biri de ülkenin doğrudan doğruya hakim olduğu kıtanın, kendi ülkesinin payıtahtları. Müstemleke payıtahtları, çok kere ülkenin ucunda yapılır…”

Ankara’nın başkentliği tartışılırken İstanbul’dan lütuf buyuranlar da olmuş; “biraz olsun ama sonra iade edin haa başkenti” diye. Olur, derede başkası ıslansın, sefasını sen sür! Vatan Gazetesi’nden Ahmet Emin Bey, Tanin’den Hüseyin Cahit ve Tevhid-i Efkar’dan Ebuzziyazade, çocuk saflığıyla bu talepte bulunmuşlar. “Niye koruyamadın başkentini?” diyene ne yanıt vereceği aklına gelmemiş kimsenin. O ıslaklık, kan değil sanki!

Köksüz Ağaçlar
Türk tarihinin ilk cumhuriyeti, Ahiler tarafından 1344’de, Ankara’da kurulmuştur. Mustafa Kemal’e ilham vermiştir: “Ben Ankara’yı, coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim. Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o günde gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da, hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor.”

87. yaşını kutlayan başkent, neredeyse bir yüzyıl daha eklemiştir bu kabiliyete. Kabiliyet varsa olur zaten. 22 yaşında, Ulus’u görmemiş bir nesille olmaz. Köksüz bir ağaç, havada durarak ne kadar yaşayabilirse tarihinden kopuk bir nesil de o kadar olur ancak. Çocuklarımızı, toprağına dokundurun.

Nice yüzyıllara Ankaram!

(*) Alıntılar, Güven Dinçer’in, ‘Ankara’nın Başkent Oluşunun Anlamı” başlıklı makalesinden.

Hiç yorum yok: