15.05.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi
Bir
imparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, bu kadar tecrübesiz ve
beceriksiz olamaz. Öyle olmadığını kuruluşunun daha ilk 20 yılında gösterdi
zaten. Toplu iğnesini, basmasını üretemeyen ülkede, dizi dizi fabrikalar
açıldı, tarlalardan, bahçelerden ekinler, meyveler fışkırdı. Halk aynı halk, idareci, imparatorluğun
memurları. Ama kendi kaderini, kendi iradesiyle çizmesi gerekiyormuş milletin. O
zaman ekonomi olabiliyormuş.
Her lokmanın bedeli vardı
Halktan
ve gerçeklerden kopan Osmanlı İmparatorluğu, direksiyonu da kaptırınca
başkalarının kullandığı araba, şarampole yuvarlandı. Muciti, girişimciyi
iktidara tehdit olarak gören, sistemini ve ülkesini güncelleştiremeyen,
İstanbul’un ötesini kaderine terk eden bir yönetimden, üretmeyen, ilkel üretim
yöntemlerini aşamayan, tüketici, günü kurtardığına şükreden bir toplum kaldı
geriye.
Bin
yıl önceki teknikle tarım yapılıyor, az bir kuraklıkta aç kalıyor, başkasının
eline bakıyorduk karnımızı doyurmak için. Hele ki savaş dönemlerinde, tam da o
açlıkla terbiye ediliyorduk. Uzandığı zaman babasının hayrına uzanmıyordu o
eller, bedeli oluyordu her lokmanın. O günleri yaşamak gerekmiyor bilmek için,
okutmayı beceremediğimiz tarih bilimi, bu dersleri yaşamadan da öğrenmek için
vardır aynı zamanda.
Konya kadar ülke 8 katımız
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, 8 Mayıs’ta açılışı yapılan Türkiye Ziraat Odaları Birliği
26.Genel Kurulu’nda, “Biz, yerli tohum
üretimini adeta yerli tank, yerli uçak üretimi kadar önemli görüyoruz”
dedi. “Bu çerçevede yürütülen çalışmalar
sonucu ülkemizin yıllık tohum üretimi, 145 bin tondan 776 bin tona çıktı ama
bunu da yeterli bulmuyoruz. Bu alanda, kendi ihtiyaçlarımızın tamamını
karşılamakla kalmamalı, dünyanın da en önemli üreticisi haline gelmeliyiz”
diye devam etti.
Konya
kadar Hollanda’nın tarımsal ihracatı, 80 milyar dolar civarında. Eski parayla yaklaşık
200 katrilyon Türk lirasına denk geliyor. Sadece tarımdan elde edilen gelir bu.
Bu gelirin çoğunu, sebze üretiminden çok, yüksek teknolojiyle üretilen tohumdan
kazanıyor. O, domates yetişebilen ülkeye, tohumu kısırlaştırılmış domates
satıyor, siz, tarlada ürün aldıktan sonra tohum için yine kapısına gidiyorsunuz
Konya kadar arazisi olan ülkenin.
Dört
mevsimi aynı anda yaşayan, pek çok bölgesinde yılda 2-3 ürün alınan, araziyse
Hollanda’nın 20 katı, güneşse güneş, yağmursa yağmur, karsa kar, hepsi var.
Ancak Türkiye, Hollanda’nın 8’de 1’i kadar gelir elde ediyor tarımsal ürün
satışından.
Fakültelerimiz niye var?
Dahası,
yerli tohumlarımızı terk ettik. Her yörenin bitki örtüsü, bölgenin iklimine,
toprağına göre olur. 1’e 5 veren yerli buğday tohumu, 1’e 20 veren yabancı
tohumdan, hem daha lezzetli hem dayanıklı olur, üstelik yeniden tohum verir.
Toprak ve iklim, oraya en uygunu yetiştirmiştir. Bizim yapmamız gereken, kendi ziraat
fakültelerimizde bu tohumu geliştirmek, aynı nitelikte 1’e 15-20 verir hale
getirmektir. Ama yorulmayı sevmiyoruz ki biz, hazırı seviyoruz.
İşte
ilk 20 yılındaki üretimiyle ağızları açık bırakan Cumhuriyet’in, bu kadar ‘tecrübesiz ve beceriksiz’ görünmesini o yüzden yakıştıramıyoruz. Aynı millet, tembelliğe
ve hazırcılığa meylediyor, üreticilikten tüketiciliğe geçiyor yeniden.
Önce karın doyacak
Biraz
da Polatlı’da, Nallıhan’da, Ayaş’ta, Kalecik’te, Elmadağ’da, Güdül’de, Kazan’da
dolaşırken o verimli topraklarda, başka ellere muhtaç oluşumuzdan galeyana
geliyoruz. Yerli tohumlar terk edilmiş, yetiştirdiği ürünün sahibi değil sanki
köylü. Kokusunu, tadını özlediğimiz domatesi, biberi, salatalığı, tatsız tuzsuz
haliyle binlerce kilometre öteden, aciz gibi satın alıyoruz. Biraz çalışsak
almayacaktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder