12.05.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi
“Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur:
Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok
şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz.
Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek
için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği âlet ve
edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden
toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat
kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan
doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi
gerekmektedir." Ahiliğin kurucusu Ahi Evran, yöneticilere yol
gösteren kitabı Letaif-i Hikmet’te ‘toplumu’
ve ‘işlevleri’ böyle tanımlıyor.
Türkler’in Rönesansı
810
yıl önce 1205’te Kayseri’deyiz. Kendi de derici olan Ahi Evran, 32 çeşit esnaf
ve zanaatkara liderlik yapar ve bütün derici(debbağ) ve zanaatkarı bir araya
toplayarak bugünkü tabirle ilk ‘sanayi
sitesi’ni kurar. Ahmet Yesevi’nin öğrencilerinden aldığı derslerle tasavvuf
konusunda olduğu kadar felsefe, tıp, kimya gibi alanlarda da yetkindir. Kurduğu
Ahilik Teşkilatı’yla bir benzetmeye göre
‘Türkler’in Rönesansı’ gerçekleşir. Şöyle
ki:
- Köylere
kadar yayılan teşkilat, Türkler’in yerleşikleşmesini, şehirler oluşturmasını
sağlar.
- Gayrimüslimlerin
elindeki zanaat ve ticarete katılırlar.
- Zanaat
ustası ya da esnaf, pek çok süzgeçlerden geçirilerek, kurumsallaşma
gerçekleştirilir.
- Hak,
ahlak, adalet ve erdem üzerine bir nakış gibi yapılanan teşkilatla dayanışma ve
yardımlaşma geleneği derinleşir, devletin zayıflığında, düzen ve asayişin
devamı için kendiliğinden devreye girebilecek bir yapı oluşur.
- Dinin
birleştiriciliği, kapsayıcı bir esneklikle başarıyla uygulanır.
700 yıl sürdü
1900’lü
yıllara kadar 700 yıl bu teşkilat yapısı içinde yürür esnaf ve zanaatkarlık.
Sonra ülke çapındaki yaygınlığını yitirmeye başlar. Ancak 7 yüzyıla sinmiş iş
ve ticaret ahlakı, teşkilat olmadan da kendince yürür esnaf arasında. Hatta
bazı yörelerde, ustalık belgesi sayılan şed kuşanma törenlerinin benzeri
uygulanmaya devam eder. Siftah etmemiş komşuya müşteri yollama devam eder.
Ayıplı mal satmayı, fahiş fiyatla haksız kazanç edinmeyi yakıştıramayanlar, teşkilatsız
da olsa devam eder.
İmkansız düzen
İşte
yukarıda sözünü ettiğimiz bir toplumu şekillendirmeyi başaran, işlevleri ve
düzeni oluşturan bu anlayışı kaybettik sayılır. Çırak-kalfa-usta ilişkisi,
meslek süzgeçleri yok artık. İstisnalar kaideyi bozamadığı için nesli tükenmiş
demek lazım, bu esnaf ve sanatkardan ibretlik numuneler hala olsa da hiç olmamış ya da olanlar yokmuş gibi görmezden
gelip, düzensizlikten düzen kurmaya devam ediyoruz. İmkansız halbuki.
Müşterinin
hakkını yiyen, komşusunun ekmeğini çalan, haksız kazancı marifet bilen,
ehliyetsiz şoför misali ustalığı işgal eden esnaflık ve zanaatkarlık günlerine
geldik o günlerden. O ince felsefelerden, “Ben
kazanayım, altta kalanın canı çıksın” basitliğine geriledik. Geldik başa, Ahi
Evran’ın sözüne; “Allah, insanı, medeni
tabiatlı yaratmıştır.”
Düştüğümüz
durum medeniyet midir, ölçüsüzlüğün ve ahlaksızlığın medeniyeti olur mu acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder