4 Ocak 2011 Salı

GÜVEN DİNÇER SÖYLEŞİSİ-3


02.01.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Söz, hep kaymağı yiyen İstanbul’a ve Ankara’nın bitmek bilmeyen mağduriyetine geldi:

Güven Dinçer- İstanbul, pazarlamacı bir memleket, ticari bir memleket. Kültürü yaratan insanı Ankara yetiştirir. Yani Ankara’yı, kollayıp, desteklemezsen bu insanları burada tutamazsın. Ankara, göç alıyor ama Türkiye’nin en mütevazı insanları geliyor göçle buraya. Ankara’nın yetiştirdiği insanlar, bakıyorsun, opera sanatçısı, ressam, sanatçı, müzeci insanlardır. Bu çok önemli bir şey. İstanbul’daki büyük firmalar, Türkiye’nin en büyük firmaları, İstanbul’daki faaliyetleri destekliyorlar. Nasıl destekliyorlar bunları? Verdikleri parayı vergiden düşüyorlar, dünyanın her yerinde olduğu gibi. Ama yalnız İstanbul’a. Bizim Ankara’dan, devletin elindeki müzelerde biriken koleksiyonlarımız, dünyanın her tarafına gidiyor. Onun karşılığında gelen sergiler, İstanbul Boğazı’nı geçip, bu tarafa gelemiyor.
Ben, hiç hayatımda Adalet Bakanı’yla tanışmış insan değilim. Kültür Bakanları’yla hep tanıştım, ahbaplık ettim. Onlara her zaman şunu söyledim, iki şey istedim: Bir; Kültür Bakanlığı için bir meslek sınıfı kurun, ikincisi; İstanbul’a gelen bu sergilerin, özellikle devletin yaptığı dış tanıtma ve fedakarlıkla dışarıda yapılan sergilerin karşılığı, Ankara’ya da gelmeli. “Başka türlüsüne müsaade etmeyin” dedim. Fakat bunda muvaffak olamadık biz. Şöyle; İstanbul’da, devletin mekanlarını kullanıyorlar. Devletin hatırını kullanıyorlar, imkanlarını kullanıyorlar. En son 2010 Kültür Başkenti’nde, korkunç paralar aldık. Bunun onda birini Ankara’ya vermiyorlar. Bu bana göre dışarıdan  ve içeriden yürütülen bir politikadır. Dışarıdan yürütenler, bilinçli bir şekilde Ankara’nın karşısında İstanbul’u güçlü kılmak istiyorlar. Ankara’yı da yok etmek istiyorlar. Bakın Ankara’da, iki büyük sanayi merkezi söndü. Ostim söndü bir, ikinci Siteler. Şimdi İsveçli İKEA geldi, Türkiye’de hepimizin evine eşya satıyor. Olacak şey değil. Koskoca Siteler, bütün Ankara’dan, Muğla’dan, Kars’a kadar her şeyi yapıp, satan bir yerdi. Niye? Kendilerinde de kabahat ama Ankara belediyeleri, uzun yıllar orayı desteklemedi. Desteklemedi, engelledi, yollarını yapmadı. İnsanlarını uyarmadı. Sanayi Bakanlığı’da öyle. Ve nihayet bugünkü çöküşü yaşıyoruz, hiçbir şey yapamıyorlar. Devlet, politika olarak Ankara’yı desteklemiyor. Tabii modern toplumun bir parçasıdır sanayileşme. İstediğin kadar başkent kur, etrafında mutlaka sanayiyle ilgili bir takım tesisler olacaktır. Ama kendiliğinden olmaz. Devletin, özel bir politikası yoktur. “Ankara civarında sanayi kuralım” dediği yer de vardır; Kırıkkkale’de olduğu gibi. Onun dışında hepsi kendiliğinden, bir takım idari ve ekonomik sebeplerden, halkın kendi gayretiyle kurulmuştur.

Ali İnandım- “Ankara, güzeldi” diyorsunuz?

Güven Dinçer- Ankara güzeldi ve çok dengeliydi. Ankara’nın özelliği o. O zaman tabii şöyle; bir üniversite şehri, bir sağlık şehri, bir yönetim merkezi ve onun kadroları. Bu tabii Türkiye’nin kaymağını ifade ediyor. Ama daha sonra çok hızlı bir şekilde nüfus artışı oldu. Ondan sonra gelen belediyeler… Ankara’ya ufku olan belediye başkanları gelmedi. Yani Murat Karayalçın’a kadar damga vuran bir belediye başkanı gelmedi. Hiçbir şeyi çözmediler. Bir Cumhuriyet’in başında, ilk kuruluş döneminde… Tabii o zaman Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan, bakan gibi yetkileri olan, doğrudan doğruya İnönü’den, Atatürk’ten emir alan, dertlerini ona söyleyen, özel durumda bir yönetici Cumhuriyet’in kuruluş döneminde. Ondan sonra insanlar hiç öyle olmadı Ankara’da.

Ali İnandım- Yanlış ne zaman başlamış?

Güven Dinçer- Baştan itibaren bir takım yanlışlar yapılmıştır, şöyle: Şehircilik konusunda bizim tarihimiz yok, geçmişimiz yok. İtalya’da, Vatikan Müzesi’nin, şehir planları kısmını gezerseniz duvarlarda krokiyle şehir planlamasında 13.-14. asıra ait İtalyan şehirlerinin, planlarını görürsünüz. Bizim, İstanbul için doğru dürüst plan, 1850’lerden sonra yavaş yavaş… Hatta ilk plan, sigorta şirketleri tarafından yapılan çizimler. Çok eski, 150 senelik tarihi var belediyeciliğin. Ankara’da öyle. Planı vesairesi yok. İlk planlama çalışmaları, Cumhuriyet’in başında yapılmıştır. Cumhuriyet’in başında yapılırken planlamayla öngörülen hedefler, hep gerçeğin çok gerisinde kalmıştır. Yani plan yapılıyor, plan uygulamaya konuyor, 3-5 sene sonra, planın öngördüğü 20 senelik hedefi aşıyorsunuz. Bu Jansen Planı’nda da böyle Uybadin Planı’nda da böyle. O zaman ne oluyor? Hep planlama, olayların gerisinde kalıyor. Şimdi bunu önlemek için metropoliten planlamayı, devamlı yaşayan bir uzuv haline getirdiler. Her ünite gelişmeyi takip edecek ve yeni yeni kararlar alacak bir ortam kuruldu. Gelişmeyi bir bütün olarak gördü. Bunu sonra ne yaptılar? Özal, bunu kaldırdı.

Gördünüz değil mi, Çayyolu’nda giderken? Sel, bütün oraları berbat etti. Neden? Çünkü onların hepsi yapılırken çok acele hareket ediliyor. Dere yatakları büyük makinelerle doldurulur, yollar yapılır vesaire, araya konan menfezler, su geçit yerleri falan daralıyor. Etüdü, incelemesi yapılmadan bakıyorsunuz yapılmış. Ama bir süre sonra arıza veriyor veyahut şehrin bir başka tarafını yaşanmaz hale getiriyor. Diyelim trafik olumsuz etkileniyor, hayat olumsuz etkileniyor yani şehrin düzeni kalmıyor. Dünyanın her yerinde eski konut alanları falan korunur. Orada yaşam sakindir, insanların huzurla yaşamalarını sağlar. Yani her yer çarşı olmaz her yer hükümetin ani kararıyla bir değişikliğe uğramaz. Bizim Türkiye’de, büyük şehirlerde, tabii şimdi belediyelerin arkasında devlet desteği de var ani kararlarla çok büyük değişiklikler yapılıyor. Metropolitan planlama, bununla ilgili düzen yeniden kurulmalı ve bir bütün olarak ele alınmalı. Yalnız Ankara için değil, İstanbul için, İzmir için, Konya için…

YARIN: Plansız gelişen kentlerin, toplumsal maliyeti…

Hiç yorum yok: