04.04.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi
Çanakkale’de
onlar omuz omuza değildi sanki. Kurtuluş Savaşı’nda yan yana düşmedi, kucak
kucağa yatan onlar değil sanki. Sanki bizim ninelerimiz, bizim dedelerimiz
değil de onlar, uzaydan geldi geri döndü bu ülkeye, devlete sahip çıkanlar.
15-20 yılı bulmadan ortasına yakın bir yerden, nar gibi ikiye ayrıldık. Bütünü
kavrayamayan siyaset, yarılmayı hızlandırdı.
1950’ler
Demokrat Parti-CHP cepheleşmesiyle geçiyor, laik-dinci ayrımı tekneye yatırılıp,
mayalanmaya bırakılıyordu. Gerilim, 1960 Askeri Darbesi’ne gerekçe oluyor,
Eylül 1961’de Başbakan Adnan Menderes,
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, idam ediliyordu.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın idam cezası, yaş haddinden müebbet hapse
çevriliyordu.
Darbe çare olmadı
1960
Askeri Darbesi’yle toparlanacağımızı sanıyorduk ki darbelerin kapısı yeni
aralanıyormuş meğer; 12 Mart 1971 Muhtırası’yla asker hükümetin istifasını
istiyor, siyasete ayar çekiyordu. Bu ayarlar işe yaramıyor, toplumsal
parçalanışımız evimize giriyor, kardeşi kardeşe, babayı oğula düşman edecek
boyutlara ulaşıyordu. Bu dönem cepheleşmesinin adı ‘sağ-sol kavgası’ydı. Yanında
Alevi-Sünni çatışması yaratacak katliamlarla mezhep kavgalarının da alt yapısı
hazırlanmış oluyordu.
30
yıla sığan kabalık ve vahşetten ne siyasetçiler ne de vatandaş ders almamış, el
birliğiyle parçalanmanın değirmenine su taşımaya devam ediyor, tarihi ve
toplumsal en büyük kırılmalarımızdan birini yaşayacağımız 12 Eylül Askeri
Darbesi’nin yolunu açıyorlardı. Toplumun ve devletin genetiğini değiştiren 12
Eylül’le köken ayrımcılığı giriyordu gündemimize. Mayalanmış laik-dinci
ayrımcılığı pişmeye sürülürken Kürt-Türk ayrımcılığı ile bir de böyle dilimlenecekti bölünmüşlüğümüz.
Yeni ayrımcılık servisi
1990’larda
kışkırtıcı suikastlerle laik-dinci olarak bir kez daha aynı ülkenin çocukları
karşı karşıya getiriliyor, Kürt-Türk ayrımcılığının meyveleri, alınmaya
başlanıyordu. Ancak arzulanan 1980 öncesi vahşet boyutuna getirilemiyordu bir
türlü, sokakları kaplamıyordu şiddet, dersini geç de olsa almış mıydı acaba
vatandaş?
Halbuki
işlem bitmemişti, daha da küçük dilimlere ayrılmalı, gerekirse kadın-erkek
ayrımcılığına kadar götürmeliydik işi. Bu arada vatansever-vatansatar
ayrımcılığının da altyapısı hazırlanmış, servis edilmeye başlanmıştı.
2000’lerden
beri yukarıda saydığımız her türlü ayrımcılığın seviyeleri deneniyor, ihtiyaç
durumunda sırasıyla hangi damarın işleyeceği ara ara yoklanıyor. Eskisi kadar kolay
olmuyor demek, tekrar tekrar denendiğine göre.
Puslandırma zamanı mı?
31
Mart’ta koca bir ülkenin, kendisi Türkiye oluyor, elektrikleri kesildi. 8 saat,
12 saat süren kesintiler. Sokakları gibi devletin işleyişini de etkileyecek
kadar. Aynı gün devletin savcısı Mehmet Selim Kiraz, “Girilemez” denilen
devletin adliyesinde, saatlerce rehin alınıp, şehit edildi. Hemen arkasından
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan silahlı saldırı, nabzın düşmemesi içindi
herhalde. Havayı puslandırma zamanı gelmiş, yeni niyetler var galiba.
Bu
arada sosyal medya dediğimiz mecrada, yalan, yönlendirici, kışkırtıcı
rivayetlerle karşıtlığı körükleyen mesajlaşmalar uçuşuyor. Güç yetmez açıklamaya, aklı olan
aklını yitirir. Tarafı fark etmeksizin herkesin kafası çorba olmuş, kimin
fikrine arka çıkarken tamamen ters köşeye yatacağı belli olmuyor. Kesin olan,
karşıtlığın körüklendiği. “Yeni niyetler” dedik, niyet varsa puslandırma devam
edecektir tabii.
İhmal edilen kitle
Bu
ülkede, bırakın liseyi, üniversite seviyesinde 12 Eylül 1980’i hiç duymamış
gençler var. 1980 öncesi evimizin içine kadar bölündüğümüz, ağabeyin kardeşi
vurduğu, büyük katliamların yaşandığı günleri bilmiyorlar. Çok kolay akıllarını
çelmek.
Bu
ülkede, sandığa gitmemiş 15 milyon seçmen var. Bunların hepsi tembeller değil,
bir kısmı, görüşleri Meclis’te hiç temsil edilmeyen seçmen kitlesi. Yani birden
nereye yönlenecekleri ve hangi fikrin akıllarını çeleceği kestirilemez. Bir
kısmı da siyaseten hep kaybeden olmaktan bıkmış, ümidi kırık kızgın vatandaşlar.
Çok
önemli bir seçim sürecine girdiğimizi hissedebiliyoruz. Ülke siyasetini aşan
bir süreç anlaşılan. Ancak bu gençler ve kızgınlar, ayrıntı sayılacak bir kitle
değil. Eldeki seçmenle sınırlı olmamalı siyaset üretimi. İşte bu süreçte bazı
eller yangın çıkaracaksa eğer, bizim elimizdekinin benzin bidonu olmadığına
defalarca dikkat etmeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder